Anasayfa » Ortadoğu’dan Çıkış

Bu gönderiyi paylaş

Genel

Ortadoğu’dan Çıkış

TEŞHİS

Osmanlı’dan Türkiye’ye – karanlıktan karanlığa

Sosyal sistemini geliştirip erginleştiremediği için bir çocuğun illa bir yetişkine tutunmak zorunda olması gibi Osmanlı en sonu illa Almanya’ya tutunmak zorunda kaldı ve baba kaybedince çocuğun da kaybetmesi gibi Almanya kaybettiği için kaybetti cidden.

Atatürk’ün daha yüksek karakterli olması dışında Osmanlı padişahından bir farkı yoktu, o yüzden Atatürk dönemi Osmanlı’yı yutan Osmanlı karanlığına oranla ancak bir alacakaranlık dönemi olabildi. Savaşta ne kadar girişken davrandıysa Atatürk siyasette o kadar çekingen kaldı, istikbal uğrunda risk alacağına iktidar uğrunda kendini sağlama aldı.

Oysa yerlisi yabancısı yedi düvel Atatürk’ten (Atatürk’ün karakteri ve aklından) çok korkuyordu, yoksa hangi yırtıcı boğazından kaptığı avını bırakır? İstanbul’u gül gibi işgal etmişken Atatürk gibi esaslı bir bela ile karşı karşıya olduğunu idrak etmese emperyalist Batı kuyruğunu kısıp gider miydi hiç?

Atatürk Yunanlılarla savaşmadı, emperyalist Batı ile çok yönlü bir mücadele yürüttü. Emperyalist Batı Yunanlıları savaş gücü olarak kullandı sadece, tıpkı Kore’de Türkiyelileri de kullanması gibi…

Tarihi mitolojik işleyip bize kakaladıkları ve güvenilir tarih bilimci kaynağın hangisi olduğunu bilemediğim için neler yaşandığı konusunda tam emin olamamakla birlikte Atatürk meydan savaşının sonunda o an için Türk ordusu diye bir güç kalmadığı halde arkasını dönüp zaten denize istikamet alan yorgun Yunan ordusunu ilk etapta arkasından sadece şamata kopararak kendiliğinden denize döktü. Bir yerde Yunan ordusu bir dere gibi kendini denize akıttı, zafer tamamen psikolojikti.

Emperyalist Batı öncelikle psikolojik savaş dehası olduğu için Atatürk’ten korktu. Yunan bayrağını yerden alacak kadar stratejiye uygun taktik işletebildiği için Atatürk’ten korktu. İki tarafın da birbirinin kanına susadığı sıcak savaş koşullarında düşman bayrağını yerden kaldırıp saygı göstermek bir meydan savaşı kazanmaya denktir. Saldırganlığının gerekçesini elinden alarak düşmanın düşünce sistemini kesintiye uğratıp savaşma motivasyonunu baskıladığı gibi düşman toplumlarda ister istemez bir sempati yaratır – altı üstü düşman bayrağını yerden kaldırmak. Kısmen de olsa basit olanı görebilen Atatürk’ten başka hiç kimse o bayrağı yerden alacak akıl gücüne sahip değildi.

Bekâra boşanmak kolaydır dedikleri türden biz şimdi kazanılmış bir zafer üstünden düşünüyoruz oysa kendi zamanında Kurtuluş Savaşının hiçbir garantisi olmadığı gibi Atatürk dışında başta emperyalist Batı olmak üzere kimse kesin bir zafer beklemiyordu, Atatürk dışında o öngörü kimsede yoktu. Atatürk savaş stratejisini meclise ve silah arkadaşlarına anlatsa onu tren yerine koyarlardı. Düşmanı oyalayıp önce gücü biriktirdi ve sonra kolladığı fırsatı yakaladığı an vuruşunu keskin yapıp kısıtlı bir güçle devasa bir şok yaşatarak düşmanın psikolojisini yerle bir etti – Psikolojik savaş zirvedir, ne kadar güçlü ve donanımlı olduğunun hiçbir önemi olmaksızın psikolojisi çöken kesin biter.

Kurtuluş Savaşı boyunca yaşanan olayların kendiliğinden değil Atatürk’ün hesaplamaları doğrultusunda gerçekleştiğini idrak ettiği için emperyalist Batı Atatürk’ten korktu. Yunan ordusu bozguna uğradıktan sonra emperyalist Batı çok daha büyük bir ordu ile gelebilirdi, gözü yemediyse başka birçok faktör olmakla birlikte esas belirleyici faktör Atatürk’ün sabrı ve çok yönlü işleyebilen akıl gücüydü. Kurtuluş Savaşını Yunanlılarla mücadeleye indirgemek Atatürk’ün çok yönlü mücadele derslerini doğruca çöpe atmak olur.

Lenin’den biliyoruz ki suikast dışında Atatürk’ü hiçbir güç yıkamazdı. Atatürk’ün tersine Lenin gençliğinden işi sıkı tutup Çernişevski ile tekrar tekrar beynini yıkayarak her ne kadar ‘Materyalizm ve Ampiryokritisizm’ gibi ürkünç komplikasyonlara neden olsa da kendini konformizme (tatmin bağımlılığına) karşı aşılamıştı. Ama tarihte eşi emsali görülmemiş o büyük fırsatı yakaladığında Lenin devrimi yükseltebilmek için kendini yaşatmayı başarmanın birinci görev olduğunu bir an bile aklından çıkarmadan şeytandan bile daha şeytanca düşünüp kendine tam anlamıyla bir koruma sağlayamadığından bir keleğin nobran ellerinde o istisnanın da istisnası devrim fırsatı piç olup gitti. Evrim yaşı çocuk bir kelek yüzünden eline geçirdiği her şeyi kazık marka kakalamaktan başka bir şey düşünemeyen -her şeyin pezevengi- nerenin godoş liberali başımıza özgürlük peygamberi kesildi. O yüzden Lenin ne yapıp edip kendini yaşatmak zorundaydı. Bolşevik Partiden Lenin eksilince geriye vahşi yaşam belgeseli kaldı. Atatürk Türkiye’nin istikbali için ne idi ise Lenin dünyanın istikbali için o idi.

Atatürk şeytandan bile daha şeytanca düşünüp suikast girişimlerine karşı kendi korumasını sağladıktan sonra örneğin Nazım Hikmet’i açıktan açığa kendine hediye alan Fevzi Çakmak gibi gericileri etkisiz hale getirecek ve Allah ne verdiyse geceli gündüzlü devrim yapmaya girişecekti – Devrimse böyle olur, yoksa sersem sepelek devrim girişimi öyle bir geri teper ki günümüzdeki Marksist yobazlık gibi ya da Atatürkçü yobazlık gibi devrimcilik kisvesi altında toy devrimci hevesleri öğüten bir değirmene dönüşür ve devrimin önünde devrime geçit vermeyen bir dağ olup salt sömürücü leşçillere bedavadan hizmet olur.

‘Rakı içen öldü de su içen ölmedi mi?’ derler ya hani… ne su ne rakı ne de başka hiçbir şey… babasız büyümüş bir çocuk olduğu halde emsalsiz tarihsellik fırsatı yakalamışken her şeyi bir kenara itip istikbal uğruna mücadele ederek ölmek dışında Atatürk’e -ve aslında her koşulda hiçbir yetişkine- başka hiçbir ölüm helal olamaz. Atatürk “geldikleri gibi giderler” ilkesinin arkasında durabildiği için dahili ve harici kuşatma altında hiçbir imkâna sahip olmadığı halde dipteyken kazandı ve bize de kazandırdı ama “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” ilkesinin arkasında duramadığı için Misakımillî sınırları içinde bütün imkânlara sahip olduğu halde zirvedeyken kaybetti ve bize de kaybettirdi.

En yakın ve en büyük tehlike gene kendimiziz. Yenilmez Atatürk’ü sadece kendisi yenebilirdi. Elli yaşından sonra her yıl beşer onar geometrik (üstel) yaşlanarak daha gencecik yaşında Atatürk yüz yaşındaymış gibi bir görüntü vererek pisi pisine ölüp gitti ve o yüksek karakterindeki özgürlük ve bağımsızlık nimetinden bize bir zerre bile miras bırakmadan hepsini kendisiyle birlikte mezara götürdü.

Sonuç olarak 1946 yılındaki uyduruk seçimden sonra Atatürkçülüğün fişi çekildi ve ışık hızından bile daha hızlı Osmanlı karanlığına geri dönüldü. İşe yaramaz soysuz bir sistem olarak tek başına yapamadığı için Osmanlı’nın Almanya’ya tutunmak zorunda olması gibi karanlık Türkiye saniyesi itibarıyla ABD’ye tutunmak zorunda kaldı – ve eyvah, bir çocuğun bir pedofile tutunmasından hiçbir farkı yoktu.

Türkiye’den Atatürk eksilince Türkiye diye geriye sadece karanlık bir orman kaldı. Atatürk dışında -isim isim saymak lüzumsuz- diğerlerinin hiçbir suçu günahı yok çünkü hiçbirinin herhangi bir cansızdan bir farkı yok. Yangın nasıl ki önüne çıkanı küle çevirir, sel nasıl ki yoluna çıkanı alır götürür, deprem nasıl ki meczupların diktiği binaları yıkar geçer… örneğin boydan boya keyfilik bataklığından ibaret cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi felaketine sadece yandaşları değil aydını askeri sağcısı solcusu topçusu popçusu vs nesi var nesi yoksa olduğu gibi Türkiye toplumunun -tüm detaylarıyla yöntem mevcut olduğu halde depreme ya da sele karşı koyamamak gibi- bir yanıyla yol vermesi ve diğer yanıyla engel olamaması sonucu böylesi bir sultan uçuşuna geçirip yönetimsel işlerin iyiden iyiye sarpa sarmasına neden oldu ve halen göz göre göre üstüne bir de tüy dikmek için dolu mesai yürütülüyor.

Evrim yaşı çocuk dejenere köylüler bir kukladan başka bir şey ve ne kendine ne çoluk çocuğuna ne de memleket ve insanlığa bir faydası olamaz – İslam terminolojisinde zalim ona denir.

Kimileri anasından devrimci doğar ve anasından devrimci doğan orta karar bir yaşama uygun olmadığı için ya devrimci olur ya da kahrolur. Bize asıl ihanet eden, konformizm bataklığında kahrolarak kendini ölüme terk edip bizi Ortadoğulu görmemiş aç soysuzların kaltaban ellerine terk eden Atatürk’tür. Aç soysuzlara itibar ettiği için Atatürk bize ihanet etti, saray gericiliğiyle ittifak yapıp kasaba gericiliğine karşı kaba ve yüzeysel bir mücadele yürüttüğü için Atatürk bize ihanet etti. Şu an yaşadığımız bu kepazeliğin tek sorumlusu Atatürk’tür, çünkü diğerlerinin zaten ehliyeti yok, zaten ergin değiller.

İster allame olsun ister evliya kimi seçersen seç, Türkiye’nin anahtarını kime verirsen ver, kapsamlı ve çoklu liderlik açığa çıkaramadıktan sonra dört yaşında bir çocuğun eline kibrit tutuşturmaktan bir farkı olmayacak.

Kafası çalışmadığı gibi kafası çalışanların kafasını gözünü yarıp işlevsiz hale getiriyor, sonra gidip her öğün bebek eti yiyen nerenin soysuz sömürücüsü ne derse onu yapıyor… işte, Atatürk sonrası Cumhuriyet tarihi budur: Kendi toplumunu her öğün bebek eti yiyen nerenin leşçil sömürücüsüne peşkeş çeken bir meczup.

Karanlığın dibi

İki ayaklı memeli gastronomiden teknolojiye aktivistlikten oyunlara… pornografiyle öyle bir uyuşturulmuş ki kimse yaşamsal ihtiyaçlarına odaklanamıyor.

Siyasetçilere siyasal dolandırıcılığı açıktan açığa oy verenler öğretiyor, sonra gidip o siyasetçiye oy veriyor. Sorsan oy verdiği politikacı kendi adına diğer oy verenleri dolandırıyor… ama diğer oy verenler de aynı düşünüyor. Bu nasıl iş? Dolandırıcılığı öğretip sonra kendini dolandırtıyorsun.

Star denilen siğiller yetmezmiş gibi ortalık çakma stardan geçilmiyor. Her şey magazine yenildi, birincilik siyasette. Siyaset adı altında dedikoducular gibi entipüften mevzularla uğraşmaktan siyaset öyle bir magazinleşti ki magazin bile siyasete allamelik taslıyor. Abdurrahman Çelebi sendromu dört bir yanı tuttu.

İşin kötü tarafı dibi görünce illa yükselecek diye bir kaide yok, yıkıcı bir şok almadıktan sonra Osmanlı gibi Türkiye de yüzlerce yıl karanlık diplerde sürüngen hayatı sürdürebilir.

İşin iyi tarafı zaten yıkık olduğundan yıkmak için uğraşmaya (yıkıcı olmaya) gerek olmadan molozları temizleyip yenisini kurmak daha az netameli ve daha az zahmetle olur. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bir ilaç ama tedavi eden değil tüm hastalıkları ortaya döken bir ilaç. Geriye kalan tek mesele zayıflıklarınla yüzleşebilecek cesareti gösterip o motivasyonu üretebilmek.

Seçimi şu kazanmış bu kaybetmiş, yönetime şu gelmiş bu gitmiş … bunlar iktidar oyunları pornosu, ülkeyi düze çıkarıp gönendirmekle uzak yakın ilgisi yok. İktidar oyunları pornosunu bir çizgi film olarak izlemek kimilerine eğlenceli gelebilir ama bizzat maruz kalıp nesnesi olmak ancak bir tavuk, inek, koyun… bir köpek vb gibi sırılsıklam salak evrimsel gerilere yaraşır; ben insanım diyene hak olamaz.

Peygamber şiarı – intikama karşı istikbal

Simyacılık ne ki, kozmos bir mucizeler şenliği… ama -lanet olsun- hiçbir şey bir parmak şaklatmayla olmuyor ki. Bağımlılık bile bir sürü tekrarla öğreniliyor, bağımlılıktan kurtulmayı öğrenmek de sayısız tekrar gerektiriyor.

Bizim, yani -varsa tabii- yaratıcı iradenin görevi: yöntemi tekrar tekrar ele almak, tekrar tekrar işlemek, tekrar tekrar geliştirmeye ve ne kadar aşağılayıcı olsa bile istikbalin hatır belasına çoluk çocuğun hakkı için bıkıp usanmadan tekrar tekrar anlatmaya – ve en önemlisi de devrimi gündemin en önüne çıkarıp bir toplumsal tartışma süreci geliştirmeye çalışmak olmalı. Evrim böyle olmuş: milyarlarca yıl sayısız kez tekrarlayarak zikirle evrimsel basamakları çıkabilmiş… Peygamber böyle yapmış: tekrar tekrar söyleyerek, tekrar tekrar söyleterek ve tekrar tekrar yaptırarak…

Evrim de tutmamış Peygamber’in devrim girişimi de ama başka çare yok… böyle öğreniliyor: sayısız kez tekrarlayarak, dikiş üstüne dikiş atarak. Düşünün, eğer doğruysa evrimin ilk etabında çok hücreli yaşamı öğrenebilmek için milyarlarca yıl tek hücreli yaşamda bir kısır döngüymüşçesine dikiş üstüne dikiş atılmış, milyarlarca yıl. Çok hücreli yaşama bir sıçrama yapınca da almış yürümüş, evrimi getirip yaratıcı iradeye dayandırmış. Emekleyerek başlayan evrim iki ayaklı memeliye ulaşmasıyla artık depara kalktı. Demek ki ilk bebek adımları en meşakkatli olan…

İşin ümit verici tarafı Ortadoğu fosseptiğinden çıkmanın kanıtlı ispatlı yöntemi mevcut, dağ gibi yükseliyor. Bir, potansiyelde çürümeye terk edilmiş çoklu liderliğin açığa çıkarılmasına bakar.

Ve önümüzdeki soru şu: İntikam mı istikbal mi?

YÖNTEM ÜZERİNE

Sınıflama

Yön belirler. Teoride ve uygulamada yanlış sınıflama yöntemden saptırarak yabancılaşma ve yıkıma sürükler.[1]

Evrensel bütünlükle ilgili kanıtlanması ya da çürütülmesi olanaksız tümel önermelerin ötesinde sürüsüyle irili ufaklı önermeyi kanıtsız (varsayımsal) olduğu halde sırf eğilim gösterdiğimiz için veriymiş gibi kullanabiliyoruz çünkü kendimize inanmaktan kendimizi alamıyoruz – Birine ya da bir şeye inanmamız gerektiğine kendimizi inandırdığımız için birine ya da bir şeye inanıyoruz çünkü öznel ve nesnel sınıflamalarına sahip değiliz. Özneli nesnelden ayıramayan diğer tüm canlılar gibi yapabiliyorken nasıl yapabildiğimizi bilemeden hayat yolunda el yordamıyla istikamet bulmaya çalışıyoruz.

Rasyonellik

Akıl işleri salt polisiyedir. Dorukta felsefe olmak kaydıyla polisiye kanıt işlemekten ibarettir. Kanıtlanamayan eğilimleri soru işaretiyle tartışmaya açık bırakıp kanıtlanmış verileri işleyerek hayat bilgisini geliştirmeye çalışmak dışında her yol mitolojiye çıkar. Gene de eğilim göstermekten kendimizi alamayacağımız için en çok eğilim gösterdiğimiz önermeyi hırpalamalıyız yoksa dogmaya dönüşür. ‘Tencerenin doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?’ fıkrasındaki gibi kanıtlanamadıktan sonra teizm ateizm panteizm gibi ilgili önermelerden birini gerçek kabul edip çürütülemedikten sonra aynı sınıflamadaki diğer önermelerin üstünü çizmek kendini tanrı sanma hamlığıdır. Sorgulamayı sürdürmek yerine sorunsalı kanıtsız ya da eksik kanıtla bağlamak yozlaşmış polis gibi kanıt uydurmaktır. Sırf rasyonel diye öznelde her düşünebildiğini kanıt sanma yanılsaması yüzünden düşünce tarihinin desteksiz atma yarışmasından bir farkı yok.

Rastlantısallık[2]

Kuantum mekaniği kapsamındaki varsayımsal fenomenler rastlantısallıkla ilişkilendirilir oysa kuantum bilgisayar projesi de dahil kuantum teknolojisiyle ilişkilendirilen bütün beklentiler hızın nedenselliğiyle ilgilidir. Örneğin sonsuzluk lanetiyle baş edebilmenin birinci koşulu olarak aynı anda her yerde olmak hızın son sınırıdır. Olanaksız gibi görünse de nedenselliği basittir: biz mesela, duraklatma tuşumuzu bulur ve zamanımızı durdurabilirsek (kararlılık kazanabilirsek) bir tek anda olacağımız için o bir tek aynı anda her yerde olabiliriz.

Nedeni olmayan bir fenomen tespit edilemediği sürece nesnellikle bir ilgisi olmayan rastlantısallık öznelde veri yoksunluğundan kaynaklı öngörüsüzlüktür. Örneğin atılan bir zarın kaç geleceği öngörülemez çünkü öngörü eldeki verilerin yeterli olmasına bağlıdır ve veriler gerçek zamanlı elde edilebildiği için atılan zarla ilgili son ana kadar asla yeterli veri birikemez.[3]

Kısacası rastgele yapılan bir işin sonucu rastlantısaldır, öznelde tabii.

Kanıt yetersizliğinden ve kanıt işleme yetersizliğinden kendini sorumlu tutacağına kendine toz konduramama eğiliminin güdümünde anlayamayan öznel iradenin kendisi değil de anlaşılamayan nesnel fenomenin kendisiymiş gibi rastlantısallık (kaos) yaftasıyla bilememenin tüm suçu ilgili olgulara yükleniyor.

Sıkı bir düşünür olabilecekken pornografinin pençesinde vasat bir ikona dönüşen ve nedensellikten şaşırtmak için varsayımsal önermeleri en çok kötüye kullanılan Einstein bir cümleyle hem nedenselliğe sağlam vurgu yapar hem de rastlantısallığa deli gömleği giydirir: “Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek…” Aynı yemeği tekrar tekrar pişirip her seferinde tencereden farklı yemeklerin çıkması gibi nesnelde rastlantısallık Einstein’ın vurgusuyla bimaristan yolcularına özgü bir hoşluk olabilir.

Hayat bilgisi

Yöntem kozmostur ve bizler o kozmik mesainin bilindik evrendeki en kaliteli en dinamik ürünüyüz. Onu geçtik. Bize gelelim. Biz hayatız. Yöntem demek bizim için hayat bilgisi demektir. Zaman duvarı yüzyıl olan faniler olarak hayat bilgisinin nerelere uzandığını Dünya denilen kozmik fare deliğinden bakarak bilmemiz olanaksız. Hayatın bir yol olduğunu ve tam ortasından optimum hayat bilgisinin geçtiğini varsayalım: durmak (kararlılık) diye bir seçeneğin olmadığı hayat yolundaki ilerleme açımız hayat yolunun ortasındaki optimum hayat bilgisine doğru bükülürse üretkenliğimizi arttırarak hayat bilgimizi geliştiriyor, ilerleme açımız hayat yolunun kenarındaki geri dönüşüm eşiğine doğru bükülürse bu sefer entropimizi arttırarak hayat bilgimizi yozlaştırıyoruz demektir.

Deterministik sistem

Deterministik sistem birkaç kez ikiye ayrılır. Örneğin bir hedef hem nokta atışı hem de yaylım ateşiyle vurulabilir. Nokta atışı tam manipülasyonla işletildiği için mermi keskin nişancının hükmünde tanrısal bir rota izleyerek hedefi bulur. Nokta atışı bu bağlamda tanrısal deterministik sistem olarak sınıflandırılabilir.

Tümelde tanrısal iradeden yoksun olan kozmosun keskin nişancı gibi tanrısal bir rota belirleyemediği halde gene de tikelde tanrısallık (yaratıcı irade) hedefine ulaşabilmesine bakılırsa hedefe isabet edene kadar mermi saçma (yaylım ateşi – mermi enflasyonu) metaforu kozmosa özgü kendiliğinden deterministik sistem görünmektedir. Kozmosa -ve bize- göre rastlantısaldır çünkü yaylım ateşinde isabet etmeyen mermilerin kaderi nesnelde daha tetiği çekerken belirlenmesine karşın ateş eden öznel iradenin öngörü yetersizliğinden dolayı öznelde bundan habersiz olması gibi örneğin dinozorların tutmayacağı baştan belli olduğu halde kozmosun öngörü yapabilecek (veri toplayıp işleyebilecek) bir bilinci olmadığı için önsel olarak dinozorların kaderinden -ve hiçbir şeyden- haberi olamazdı. Onun yerine mermisi hiç bitmeyen kör nişancı gibi kendiliğinden deterministik sistemler enflasyonunu kesintiye uğratmadan işleterek kozmos istikamet buluyor. Canlı evrimi mesela, çok basit: ölen ölür kalan sağlar evrimdir – saçılan mermilerden ne kadarı boşa gitse de isabet eden mermiler hedefin işini bitirir, saçılan canlılardan ne kadarı geri dönüşse de evrimini sürdürebilen yaratıcı iradeye dönüşür…

Kozmos sadece kendiliğinden deterministik sistemlerle işliyorken -bilindik evrende şimdilik sadece iki ayaklı memelinin tanımında şu veya bu dozda bulunabilen- sadece yaratıcı irade tarlaya tohum saçmak gibi hem kendiliğinden deterministik sistemleri ve beyin ameliyatı gibi hem de tanrısal deterministik sistemleri kullanabiliyor.

Üretken ve yıkıcı olmak üzere bir kez daha ikiye ayrılan deterministik sistem son kez öznel ve nesnel sınıflamalarına ayrılır. Nesnel deterministik sistemlere algoritma denir ve örneğin beyin ameliyatı gibi öznel deterministik sistemler örneğin robot teknolojisi gibi olabildiğince algoritmalarla zenginleştirilip nesnelliği kuvvetlendirilerek öznellikten kaynaklı hatalar en aza indirilebilir.

Entropi

Kozmos bir film olsa kozmik kararlılık için duraklatma tuşuna basmak yeterli olur ve zaman dururdu. Kozmosun bir duraklatma tuşu varsa bile şimdilik sır olduğundan kozmik kararlılık ancak kuramsal sınırlar içinde kalır ve örneğin bir atomu sonuna kadar soğutmaya çalışarak tikelde kozmik kararlılık deneyleri yapılabilir. Onun dışında kozmik kararsızlık mutlak esarettir; her şeyin nedenidir ve entropi ile ilgisi diğer her şeyle olan ilgisinden fazla değildir.

Yerdeki ve gökteki sayısız fenomende çokça örneği bulunan düzen ve düzensizlik, doğum ve ölüm gibi olumlu ya da olumsuz algılamamıza göre öznellik anlamında görecedir. Örneğin dolandırıcılık işlerinde dolandıran tarafa göre örneğin çiftlik bank gibi bir yapılanma gül gibi düzen iken dolandırılan tarafa göre ilgili yapılanma bal gibi düzensizlik olur.

En yakın ve en anlaşılır denek kendimiziz. Otuz Beş Yaş şiirine atfen bizler ömrümüzün ikinci yarısında canlılık bilgimizden kesintisiz fire verdiğimiz (canlılık bilgimiz peyderpey eksildiği) için mevta oluyoruz. Entropi bu durumda fire vermek gibi görünüyor. Başka bir deyişle hepimizin ve her şeyin bir entropi bardağı var ve hızlandırabilir ya da yavaşlatabiliriz ama entropi bardağının dolmasını asla durduramayız – entropi bardağımızı dolduran o son damla ile bizi biz yapan canlılık bilgimiz son fireyi verir.

Madde sirkülasyon (geçişme) halinde olduğuna göre entropi -tümel bilgi (evren) kesin değil ama- kesinlikle özerk yapıyı tanımlayan tikel bilginin eksilerek geri dönüşmesidir. Örneğin gene biz hem aşırı şişmanlayarak (maddemizi arttırarak) hem de aşırı zayıflayarak (maddemizi azaltarak) entropimizin artmasına (canlılık bilgimizden eksilmenin hızlanmasına) neden olabiliriz, ölmesek bile yaşam kalitemizden çokça fire vermiş oluruz.

Genel geçer bir entropi tanımı yapılamaz, zaman gibi entropi de ilgili olgulara bağlı olarak heterojen bir manzara sergiler. Yani insan zaman ile bina zamanın aynı yasalarla işlememesi gibi insanın entropisi ile binanın entropisi aynı yasalarla işleyemez.

Entropi ve zaman doğru orantılı işler, entropi arttıkça zaman hızlanır. Örneğin zararlı alışkanlıklara asılıp entropimizi arttırdıkça zamanımız da hızlanır, hızla yaşlanıp erken ölürüz… toplumlar da öyle… Ondandır ki kapitalizm genelevinin bilimci geçinen zıpçıktıları tarafından mitolojiler düzmek için fuhuş yapmaya zorlanan entropi konsepti her alandaki hayat bilgisini her anlamda geliştirebilmek için mutlak ihtiyaç…

Nedensellik

‘Ne var canım, kan davasıymış gibi yatıp kalkıp nedensellik diye yırtınmalara ne lüzum var? Kimin zevkine ne geliyorsa nedensellik rastgelelik düzensizlik vur patlasın çal oynasın isteyen istediği gibi eğlensin mutlu olsun…’ türü özgürlük gibi görünen indeterminist zırvalamalar kimilerine büyüleyici gelebilir.

Öncelikle… dertsiz olmak diye bir şey yok, kafası güzel olmak var… kafası güzel olmak demek bilincin kapalı ya da uyuşturulmuş olması demek…

Bilinci az çok uyanmış olanlar için dert ortada: Deterministik sistem demek salt nedensellik demek ve entropinin belirsiz yıkıcılığıyla mücadelede devrim kavramının tam karşılığı olan hayat bilgisini geliştirebilmek (uygarlığı yükseltebilmek) için en geniş anlamıyla sayısız üretken deterministik sisteme, hem de olabildiğince öznelliği baskılanıp nesnelliği kuvvetlendirilmiş deterministik sisteme ve en çok da rastlantısallığı en aza indiren tanrısal deterministik sisteme ihtiyaç var. Üstelik asıl önemlisi bir de bütün bunları kazaya belaya düşmeden yapabilmenin önkoşulu olarak başta devlet makinesi olmak üzere sosyal yapının aileden şirkete kadar irili ufaklı bütün kurumsal mekanizmalarını en yüksek üretkenlikte işletebilmek için en zorlu mesailer gerektiren temel deterministik sisteme ihtiyaç var.

Şimdi, gene de tutalım ki indeterminizm yeri göğü tutmuş olsun, her yer ve her şey salt rastlantısal olsun… gene de nedensellik de nedensellik çünkü bütün bu nedensellik diye yırtınmaların nedenselliği her anlamıyla birbirini avlayan maymun sürüsü olmaktan kurtulmaktır. Ne bir hastalık salgını ne bir yerküre ya da uzay felaketi ne da başka hiçbir bela, canlı cansız hiçbir tehlike karşısında kovalanan (av) olmamaktır, hiçbir işini şansa bırakmamaktır…

Bebek çocuk nedir bilmeyen vahşi azgınlık kâh alttan alta kâh açıktan açığa şerefsiz Batı’nın güdümünde zaten hükmünü sürdürüyorken bilerek ya da bilmeyerek nedensellikten şaşırtmak için mitolojik zırvalamalara mesai harcamak istikbale kan gütmektir.

Potansiyel

Askerî vesayet bir karikatürdü. Bu kanıtı CIA sundu. Askerî vesayetin yerini şimdi dünya görüşü “acıma yetime…” anlayışından ibaret olan Erdoğan dolduruyor. Karikatürün vesayetini karikatürün karikatürüne verdi bu millet çünkü devleti milletiyle Türkiye bir karikatür. Kimsenin bir suçu yok. Bir şey kendisi olmakla itham edilemez. Şebek şebeklikle itham edilemez, karikatür karikatürlükle… Karikatür olduğunu bilse zaten kıyametleri koparırdı.

İki ayaklı memeli kendi evrimsel aşamasından geçiyor, sorunlarına sahip çıkmaya evrim yaşı yetemediği için sıkıntıları aşıp rahata ulaşma güdüsüyle kestirme yolları (pornografi araçlarını) kullanarak sorunlarından kaçmaya çalışıyor. Şimdiki ortalığı bok götüren bu düzen zaten iki ayaklı memelinin kendine kurduğu cennet, bir de tadını çıkarmak için cebinde yeterli para olsa…[4]

Bir karikatürleşme yarışına tutuştu dünya, bir üçüncü dünya savaşı olsun olmasın salaklık son raddesine kadar zorlanarak deneyimlenecek… Laikçisi mezhepçisi bilimcisi politikacısı vs ülke için bir şeyler yapabilecek yetkinlikteymiş gibi görünen görünürdeki seçkin zümre üç kuruş menfaat uğruna kendini kurcalatmaya kullandırtmaya en yatkın şarklıların en beceriklileri…

Görünürde bilinç yok. Görünürde ümit yok. Ama bir de potansiyel var. Antik Yunan uygarlığından nükleer enerjiye kadar potansiyelin birbirinden nafiz sürüsüyle kanıtı var.

Türkiye’nin başına tam olarak ne geleceği, deprem mi savaş mı… yıkıcı darbeyi nereden ne zaman nasıl alacağı öngörülemez ama en dar açıyla bile olsa hayat bilgisinden her sapmanın bir geri dönüşüm eşiği var: belki on yıl belki yüz on yıl… sosyal bilgisinden son fireyi verdiği o son damlayla nasıl olsa toplumun entropi bardağı dolacak ve -piyango hangi jenerasyona vurursa artık- yeni bir sosyal yapı kurmak için iş başa düşecek.

Bireysel ya da toplumsal… potansiyelin açığa çıkması demek aslında sadece büyümek (erginleşmek – evrimleşmek) demek. Karakterli ve akıllı kadınlar ve erkekler toplumun görünmeyen ayrıntılarında uyuyan hücreler, büyük çoğunluğuyla yeteneklerinin kıymetini bilmiyorlar ve istikbal için elzem olduklarını da… Bütün mesele o potansiyeli açığa çıkarmak ve bunun tek yolu derdine düşmek… Derdine düşmek demek sorunlarına sahip çıkıp tartışmak demek… Sorunlarına sahip çıkıp tartışmak demek ütopyaya yüz vermeksizin devrimi tartışmak demek…[5]

DEMOKRASİ

Varsa eğer Allah tamamen materyalist, bu dünyanın işlerine karışmıyor ve öbür dünyanın işleriyle karıştırmıyor. Somut âleme gelince bizzat biz kanıtız ki kozmos bilen iradeyi bildi biliyor bilecek, ama… o da şimdi hemen değil. Bize bu durumda iyi kalpli uzaylı fantezisi kalıyor ya da iki ayaklı memeliler cehenneminde sahte bilgelik kumkumasıyla kaldık bir başımıza, İvedikler Zübükler falan oy avcılığının sakil gülünçlüklere indirgendiği azgelişmiş demokrasi koşullarında ilgi çekebilmek için çözüme yönelikmiş gibi göz boyamaktan öte hiçbir girişim öngörü gerektirmeyen sorunlar bile asla çözüme yönelik olmayacak. Olsa elli milyar kere depreme karşı dayanıklı olmuştuk. Ve daha pek çok şey.

Geneliyle yereliyle böylesine karanlık veriler ışığında ‘nasıl anlatılabilir?’ sorunsalının cevabı kesindir: anlatılamaz. O yüzden kanıtlama şehvetinin ateşlediği detaylarla şişirilmiş onlarca sayfalık kafa ütüleyici makaleler yerine yön arayışıyla bilen irade potansiyelini ateşleyebilecek put kırıcı provokasyonlar belki etkili olabilir. Ya da bilen irade potansiyeli olmasa bile mallardan bir mal olmak bir seçenek olamayacağına göre iki ayaklı memeliler sürüsünden ayrışmak zaman ve mekân göreceliğini kırabilen beyinsel enerji patlamaları gerektirir. Sonuç olarak yol almanın gündem olabilmesi yön bulmaya bağlıdır ve bir tartışma süreci işlemeden durduk yere yön bulunamaz.

Zımni demokrasiden zımni köleciliğe

Sınıflı toplum demek temsili yönetim demektir. Kölecilik savaş gücünün güdümündeki temsili yönetimken liberal demokrasi siyasal dolandırıcılığın güdümündeki temsili yönetimdir. Boyun eğdirme yöntemi olarak sopalama (kölecilik) ile aptallaştırma (liberalizm) arasındaki fark dış görünüşten ibarettir, boyun eğmek zımni demokrasi iken liberal demokrasi zımni köleciliktir. Ya da Goethe’nin dediği gibi: en ümitsizce köleleşmiş olanlar kendini özgür sananlardır.

Demokrasi yöntem değildir

Lider yatağına dönüştürülmüş üretken eğitim sisteminde yüksek yönetici erginliğinde ve yetkinliğinde yüz binlerce birey kesintisiz yetişebiliyor ise hepsi aynı faydayı sağlayacağı için yönetimsel işleri kimlerin üstlendiği sosyal çıkarlar açısından bir fark yaratmaz. Peygamber’in kimseyi kırmamak için ikametgâhını bir deveye seçtirmesi gibi yüz binlerce lider hazırda sürekli mevcut olduktan sonra içlerinden birilerini bir deveye de seçtirebiliriz, demokrasi ile birebir aynı işi görür.

Ya da sadık köpek üretim çiftliğine dönüştürülmüş dejenere eğitim sisteminde yüksek yönetici erginliğinde ve yetkinliğinde bir tek birey yetişemiyor ise bütün demokrasi girişimleri kaotik savrulmalar eşliğinde soysuzlaşarak en sonu yıkımla final yapar.

Azgelişmişlik ikilemi

Türkiye’deki gibi koruyucu kural ve kurumları gözetmeyen ilkel demokrasi girişimi güvenlik duvarı ve anti virüs programı olmadan internete bağlanmak gibidir, dünyanın en belalı virüsü CIA’ya kapıları yeniden açar – Canhıraş bir telaşla Batı kültürlü görünmeye çalışan şaşkınların üstünkörü demokrasi söylemi ancak emperyalist manipülasyonun propagandası olabilir.

Ya da antiemperyalizm söylemlerini bahane ederek toplumu yasaklarla kuşatıp siyaseti kapalı bir demokrasiye dönüştürmek işletim sistemini virüslerden korumak için internet bağlantısını kesmeye benzer, olası sosyal üretkenliği boğarak sosyal gelişim potansiyeline çelme takar.

Demokrasi tarihsel okuldur

Antik demokrasiler kaybedildi ve o günden bugüne köprünün altından çok sular aktı ama binlerce yıl süren sayısız padişahlık serüveninden sonra tekrar demokrasiye dönülmek zorunda kalındı. Yegâne patron olan halkın işe yarar personeli seçme ve verimli biçimde çalıştırma (patronluk) yeteneğinden yoksun olması nedeniyle Naziler gibi belirsiz tehlikeler yüzünden milyar kez kaybedilse de her seferinde sıfırdan demokrasiye girişmek dışında bir seçenek yok. Ervimsel sürecin en üst evresi olarak demokrasi illa mezun olunması gereken tarihsel mekteptir, mektebi kıran dejenerasyona sürüklenir.

Altmış darbesinde olduğu gibi yerelde en gelişmiş anayasayla dahi olsa ne kadar bozuk olduğu fark etmeksizin demokrasiye darbe indirmek bütün okulları kapatmakla aynı yıkımı yaşatır, sokaklara düşürüp kötü yola saptırır. Ki 21’inci Yüzyılın ilk çeyreği itibarıyla boğuşmakta olduğumuz siyasal kan davası hastalığı Altmışlarda çok daha hafif atlatılabilirdi. Hem de iyi kötü bir 68 Hareketi vardı, şimdi bir tarafta kusursuz hırboluk kasırgası tozu dumana katarken diğer tarafta sağduyu namına yaprak kıpırdamıyor.

Demokrasi sosyal diyalektiktir

Gelecekte bir gün amele fantezisini aşabilen bir kozmik kültür olarak komünist uygarlık kurulacaksa esasını açığa çıkaran tarihin birinci dönüm noktası Solon Yasaları fenomenidir.[6] Yıkıma sürüklenme korkusu sosyal gelişim ihtiyacını dayatarak tartışma sürecini alevlendirmiş, herhangi bir tüccarken Solon o tartışmalar içinde görünür olmuş ve çöküş sorunsalını önleme görevi Solon’a böylece verilmiş olabilir. Ve böylece Yedi Bilge mitinden öte hem töre ve ahlak anlayışının öznellikten kaynaklı belirsizliğini aşabilen sosyal kuralları ilk akıl eden Solon, hem Solon’un bir politik star ve padişaha dönüşmesini gönüllü sürgüne göndererek engelleyen ve yüksek yöneticilik işlerini yürütebilen etkin yönetici işgücü, hem de sosyal kuralların yaşamsal değerini kavrayıp sahiplenebilen yegâne patron halk -hepsi birden- birkaç yüzyıl süresince sürücül diyalektiğe (iktidar çatışmalarına) karşı sosyal diyalektiğin (düşünce çatışmalarının) bir nebze de olsa öne çıkabildiği antik demokrasinin temelini atabilmiştir.[7]

Liberal demokrasinin doğuşu da orta çağ karanlığında antik ihtişamı hatırlama ve o kaliteye ulaşma hevesiyle başlayan mekânda yaygın ve zamanda kesintisiz sosyal diyalektik sayesindedir.

Ve 20’nci yüzyılın son çeyreği itibarıyla artık hepsi çoktan bitti. Sanat bilim felsefe vs sosyal diyalektik adına her ne varsa hepsi artık muskacılık oldu. Zaten belli belirsiz işleyen sosyal diyalektik pazarlanabilir olmadığı için pazarlamacılığa yenildi, liberalizm lağımında boğuldu gitti.

Hastalıklı iktidar güdüsü hükmünde küflü ezberlerin cirit attığı sürücül diyalektikte düşünce işletmeye çalışmak kırık bacaklarla koşmaya çalışmaktan farksız. Boyun eğdirerek işini yürüten devlet, örgüt, şirket, aile vb hiçbir düzen sosyal diyalektiği sağlayamaz, çünkü düşünce gücü meydan okumaktır, boyun eğmek değil. Örneğin tıpta ‘tekrar tekrar kanıtlanmış bir tedavi yöntemine ne diye meydan okunur?’ sorusunun cevabı: ya o tedavi yönteminin daha kalitelisi veya daha kaliteli bir tedavi yöntemi varsa, meydan okumak dışında başka nasıl sınanabilir? Kalitede açgözlülük bütün göreceliklerden azade genel geçer stratejidir ve ne kadar başarılı olduğuna bakmaksızın rutine meydan okumak dışında kalite avcılığının başka bir işleyiş biçimi yoktur.

Demokrasi bireyciliktir

Demokrasiyi halk egemenliği diye kestirip atmanın ahmaklık olduğunu bizzat tarihsel materyalizm haykırıyor. Bireye boyun eğdiren devletten dine örgütten ideolojiye kadar her ne varsa hepsi sürü düzenidir. Çünkü birlik beraberlik gibi görünen yapılar birtakım bireyler tarafından töre, din ve ideolojiler kullanılarak ele geçirilmiş sürülerdir. Hiçbir topluluk sosyal değildir. Aile örneğin, erkek üstün anlayışa göre koca tarafından ele geçirilmiştir. Karı ve çocukların iradesi bariz bir gerçeklik olduğu halde erkek üstün sistem inkâr edip yok sayar, karı ve çocukların iradesini kocanın (babanın) temsil etmesini dayatır. Aileye boyun eğmek demek aslında o da bir birey olan kocaya (babaya) boyun eğmek, onun insafına kalmak ve ona hizmet etmek, kölelik yapmak demektir.[8]

Yazılı tarih, sürüleri peşine takabilmiş birtakım bireylerin abartılmış hikâyeleridir. Ne amaçla olduğu fark etmeksizin birilerinin peşine takılmak sürüden olmaktır. Halk egemenliğinin matematiği basittir: tek tek her birey egemen olursa halk o bireylerin toplamı olduğuna göre halkın egemenliği ancak gerçekleşmiş olur. Sınıfsız toplumu sınıflı toplumdan ayıran belirgin özellik birey tanımı olacaktır. O yüzden devlete karşı birey – dine karşı birey – şirkete karşı birey – ideolojiye karşı birey – örgüte karşı birey – töreye karşı birey – aileye karşı birey – temsili yönetime karşı doğrudan yönetim – temsili iradeye karşı doğrudan irade… Kısacası sürüye karşı birey – sürü düzenine karşı bireysel özerklik… Uygar böyle olunur, her koşulda bireysel iradeyi doğrudan işleterek. Boyun eğip araziye uymak (seleksiyon) Spartaküs’ün yaptığı gibi ilk fırsatta kaçıp kurtulmak şartıyla asgari düzeyde hayatta kalmak içindir, yoksa köleliğe dönüşür.

Özet olarak görevlerin uygulanması da hizmetlerin alınması da bütün sosyal etkileşimler bireyseldir. Devlet veya piyasa fark etmeksizin tek tek her bireyin görevini yerine getirme kalitesi ile tek tek her bireyin aldığı hizmet kalitesi toplandığında işte o sosyal kalitenin formülü olur.

Sonuç olarak

Liberalizm kendini bireyci olarak tanımlıyor diye bu onun bireyci olduğunu göstermez – kendini doğru tanımlayabilecek üstün bir bilinç henüz yeryüzüne teşrif etmiş değil. Ya da Marks’ın dediği gibi: biçim ve içerik aynı olsaydı bilime gerek olmazdı.

YÖNTEM

Kozmos

Yöntem diye ayrıca bir yaratım yok, işleyen akıl var. Evrenin kendisi tümel akıl ve en küçük unsuru tekil akıl nedir bilmiyoruz, tek muhataplığımız bir foton gibi kütlesiz ve bir galaksi gibi devasa olabilen tikel akılla. Tek etkileşimi birbirine geçişmek olan tikel akıl taneciklerinin Dünya’daki kanıtlarına bakılırsa tek mesaisi daha gelişmiş yapıları başarıp daha güçlü akıl taneciklerine dönüşmek görünüyor.

Heterojen bir kuvvet örüntüsü olan kozmos eğer intihar eğilimi taşımıyorsa entropi riskine karşı daha güçlü olmak dışında bir erek benimseyemez. Cansız akıl tanecikleriyle canlı akıl tanecikleri gelecek vadeden altyapısal bir değere sahip olabilir, mevzuyu kavrayıp çözebilen üstün kuvvet bilinçli akıl taneciklerinde var. Bu bağıntıya göre bütün galaksilere yayılıp kozmos adına kaderini ele alabilmek için bilinçli akıl taneciklerinin birbirini kollaması, geliştirmesi ve sayısız çoğaltması tek kozmik strateji olabilir.

Biz

Bir yerden gelip bir yere gittiğimiz yok, işleyen bilgi var. İster Allah’a yamuk yaptığımız için cennetten atılmış olalım, ister bir deney tüpünün içindeki öngörülemez ve tespit edilemez bir cürüm olalım… ve sair tümel önermelerden herhangi bir tanesi kâinatın gerçeği olabilir ama gerçek zamanlı işleyen en yakın gerçek bilgi gene kendimiziz. Rüya, yalan, hologram vs ne olursak olalım o olarak gerçeğiz.

Uzayın hikâyesine baktığımızda mesafesine göre cansız geçmişimiz ve dünyanın hikâyesine baktığımızda tarihine göre canlı geçmişimiz görülür. Canlı geçmişimizin en çarpıcı karakteri Cengiz Han’dır, o bir psikolojik üstünlük destanıdır, Peygamber bile solda sıfır kalır. Ömrünün ilk yarısında en ağır aşağılanmalarla bir kum torbası gibi dövüldüğü halde Cengiz Han tarihin en sarsıcı geri dönüşünü yaptı ve kalan zamanında sorgulanamaz yargılanamaz bir padişah olarak hüküm sürdü. Peygamber istese Cengiz Han ve fazlası olabilirdi. Münasebetsizliklere karşı en fazla ayetleri kalkan yapmak dışında ne taht kurup kimseye tepeden baktı ne de önünde eğilmesini istedi. Peygamber eğer Cengiz Han olsaydı peygamber olamaz, vahşi yaşamda ve yazılı tarihte sürüsüyle rastlanan sıradan bir iktidar düşkünü olurdu; tam tersine yüksek lider olarak Peygamber üstün sosyal eğilim göstererek padişah olmak yerine sıradan kalmayı başarıp tarihsellikte sıra dışı oldu.

Alkolik alkolizmin zarar verici gülünçlüğünü kavrayamaz. Hücresel aklımızın güce duyduğu sonsuz açlık yüzünden Cengiz Han gibi vahşi eğilim gösterenlerin zarar verici gülünçlüğünü kavrayamadığımız için hepimiz Cengiz Han (sorgulanamaz yargılanamaz) olmak istiyoruz ama o bir sanrı, makamlardan şöhretlerden servetlerden (yetkilerden ve yetkinliklerden) bir ya da birkaçına sahip olabiliriz ama Cengiz Han olamayız… Kimse Cengiz Han olamaz. Cengiz Han da Cengiz Han olamadı, bütün düşkünler gibi yoksunluk krizleri eşliğinde hekimlerinden iksir dilenerek gözü açık gitti.

Merkez olma eğilimi başka bir şey, merkez olduğunu sanmak başka. Bu bağlamda Kopernik’in düşünsel atağı merkez olma zannına karşı sezgiye dayalı felsefi bir meydan okumadır.

Kuvvet

Bir sonraki jenerasyonu geliştirirken geri dönüşüme uğramak dışında hiçbir akıl taneciğinin başka bir mesaisi yok, kozmik kölelik düzeni var. Bütün canlıların evrimi kendini tekrar etmeye yakın bir sarmalda işliyorken sadece iki ayaklı memelide bir sonraki nesil daha kuvvetli geliştiği için dünyanın en kuvvetli türüne dönüşebildik. Vahşi yaşamdan niteliksel kopma yaşayıp böylesi muazzam bir kuvvete ulaşabilmemiz sosyal eğilimimiz sayesindedir.

Baştan başa vahşi eğilimden ibaret silahlı kuvvetlerin siyasette on yıllarca tek belirleyici erk olması Türkiye gibi toplumların belki yüzlerce belki de sonsuza kadar karakterini toparlayamamasına ve sosyal yapı kuramamasına neden olabilir. İslamiyet’in yoğun sosyal eğilimini kavrama erginliğine erişemeyen mezhepçi tayfa Peygamber’in yaşadığı çağdan kaynaklı vahşi eğilimini esas aldığı için Türkiye’yi bir vatan değil bir ganimet görüp yağmaladı ve şimdi çöküşün kaçınılmaz eşiğine sürüklenmesiyle kesintisiz aşağılanarak bilenmiş laikçilerin bir karabasan gibi tepesine çökmesini korku içinde bekliyor… Örnekler sayısız çoğaltılabilir ve kendini imha etmesi kaçınılmazken vahşi eğilimin etki alanını da feci şekilde yozlaştırıp zayıflatarak sosyal işlevlerini körelttiği rahatça gözlenebilir – Yaşamak denirse vahşi eğilimle anca bir vahşi olarak yaşanabilir. ABD şirin görünmek için hep sosyal eğilimiyle göz boyarken vahşi eğilimini el altından sinsice yürütmeye çalışıyor ve bu ikiyüzlülüğü bir yerde vahşi eğilimi baskılayıp sosyal eğilime alan açıyor; o yüzden süper güç, dünyanın geri kalanına göre sosyal eğiliminin bir nebze daha baskın olması sayesinde.

Devrim

Zamanda ve mekândaki sınırları belirsiz ve sayısız detaylarla kuşatılmış çok katmanlı bir yöntem olması dışında devrimin herhangi bir şey örneğin çay demlemekten bir farkı yok, doğru ya da yanlış işleyen kurallar var. Herhangi bir iş ters gittiyse, örneğin çay içilmeyecek kadar kötü çıktıysa ya da devrim yenilgiye dönüştüyse atom altı veletler pislik yapmış olabilir ama biz ancak ilgili olgunun, örnekteki çay demlemenin ya da devrimin kurallarını muhatap alabilecek seviyedeyiz.

Devrime en büyük zararı yöntemi işçi sınıfına indirgeyerek Marksizm verdi. Köylülüğe eğilim gösterenler silahlı mücadeleye sürüklenirken kentliliğe eğilim gösterenler liberal demokrasinin işlevsiz altkümesine dönüştü, çünkü işçi sınıfı devrim yöntemi beklentilerinin zerresini karşılayabilecek içeriğe sahip değildi. Dünyayı dönüştürmek için yöntem geliştirebilecek üstünlükte bir akıl olmasına karşın Marks birinci koşulu öznel iktidar beklentisini hiçe saymak olan devrim teorisinin karanlık ve ümitsiz mesaisine girişmek yerine Almanya’nın müşfik başkanı olma hayalinin pençesinde iktidara giden kestirme yolu seçerek savaş gücü olmaktan başka politik bir kuvvet içermeyen işçi sınıfına mitolojik bir yorum getirdi ve böylece işçi sınıfı dogmasıyla sonsuza kadar kaybetmeye mahkûm feodal bir din kurmuş oldu. Olan komünizm kavramına oldu, ayağa düştü.

Bizim için yöntemin kaynağı tek tek her birimizde mevcut olan sosyal eğilimimizdir ve bugün artık hukuk kavramı olarak somut karşılığını yaratmıştır. Evrim yaşı gelişememiş şaşkınlar yeni fikirlerin yumurtlanması yönünde mucizevi doktrinler bekleyecek, onun dışında devrim yöntemi olarak hukuk kavramı görünen köyü göremeyenlere kılavuz olmak gibi kasvetli berbat mesailerle tekrar tekrar işlenecek ve gökten üç elma düşmeyecek, hayır, ilkeler ve algoritmalarla zenginleştirilip uzayın dört bir yanına yol alan kozmik kültüre dönüştükten sonra da işlenmeye devam edecek. Her şeyimiz hukuk kavramının süzgecinden geçmeye sonsuza kadar muhtaç, ama ondan önce sınıflı topluma özgü ilkel yorumunu aşmak gerek.

BİREYCİLİK

Soyağacı

Birinci terimi 1 (soyağacı sahibi) ve çarpanı 2 (1 yumurta 1 sperm) olan geometrik dizidir ancak -kadın ve erkek tabii- ortak atalar yüzünden sürekli küçülme yönünde düzensizlik gösterir. Örneğin kuzen evliliğinden doğan -birinci terim olarak 1’inci nesil kabul ettiğimiz- çocuğun 3’üncü nesil atalarından 2’si kardeş olacağı için 2 büyükanne ve 2 büyükbabanın anne babalarından oluşan 4’üncü nesil ataları 8 yerine 6 olur ve yeni ortak ata çıkana kadar soyağacı 6’yı baz alarak 5’inci nesil 12, 6’ncı nesil 24… diye devam eder. Hiç ortak ata olmasa örneğin 2 bin yılı 40 nesil kabul edersek İsa zamanındaki atalarımız 239 (yarım trilyondan fazla) ederdi. Bir önceki 41’inci nesil ise 1 trilyondan fazla ve bu böyle her bir önceki nesilde 2’ye katlanarak sonsuzluğa yol alırdı. Geleceğe dönük düşündüğümüzde örneğin 40 nesil sonra -4500 5000 yıllarında diyelim- doğan bir çocuğun bugünden o güne hiç ortak atası olmaması için bugün gene yarım trilyondan fazla nüfus olması gerekir, 41’inci nesilde 1 trilyondan fazla ve her bir sonraki nesilde 2’ye katlanır.

İlgili hesaplamalar ile nüfus hareketlerinin ekstrem çelişkiler içermesine bakılırsa kayıtlar biriktirildikçe uzak ortak atalar ve umulmadık akrabalıklar gibi şaşırtıcı verilerle zenginleşerek soyağacı hikâyesi çok tartışma götürecek.

Şovenizm

Geometrik diziden (yumurta ve sperm ikilisinden) bir sapma olamayacağına göre rezilinden vezirine âliminden zalimine birçok sürprize gebe çok geniş ata çeşitliliği içeren soyağacı örüntüsü ecdat sorunsalının tek bilimsel kaynağıdır ve geriye kalan ne varsa kutsal kitaplardaki peygamberler soyu zinciri gibi cinsiyetçi üstünlük kompleksi başta olmak üzere ırkçı mezhepçi ideolojik diye devam edip semtlere mahallelere hanelerin içine sızarak kılcal damarlarına kadar toplumlara nüfuz etmiş olan şovenizm oğlu şovenizmdir, kan davalarını besleyip canavarlaştıran ve insanlığa yükselişi baskılayan kültürel toksinlerin en kuvvetlisidir.

Ne yani çoluk çocuğunu her anlamıyla zayıflatarak parça parça imha eden şoven soytarıların ataları ve tarihi boydan boya şan şeref olsa ne yazar… ya da bütün risklere ve ıstıraplara meydan okuyarak nesilleri en yüksek hayat kalitesine ulaştırıp gücün zirvesine taşımak için var gücüyle mücadele veren sağgörü sahibi uygarların ataları ve tarihi şansızlıktan şerefsizlikten kırılsa… ne?..

Öz evrim

Yaşayan ya da ölmüş ataların ve yakın ya da uzak tarihin veya kişisel geçmişin hiçbir önemi olmaksızın sezgisel düşünceyi aşıp bilinç eşiğine tutunabilmek, bireyin nesnellik masasına kendisini alıp tanımlamaya çalışmasıyla mümkün olabilir. Tedavi nasıl ki teşhise dayanır, özelliklerini geliştirip kullanabilme ve arızalarını güncelleyip onarabilme ereğiyle kendi evrimini ele alabilmek de kendini tanımaya dayanır ve zaten her şeyle bağlantılı (görece) olduğu için kendini tanıma meselesi kendiliğinden her şeyi tanımlama mesaisine dönüşür.

Evrimse budur, evrim hikâyesini magazinleştirip esnaflığını yapmak değil işlemekte olan gerçek -zamanlı- evrime iradi müdahalede bulunup evrimsel verileri kendine mal ederek bizzat kendini ve toplumu erginleştirmeye çalışmaktır – Bireyin kendi özünde kozmik işleyişe hükmederek evrimine yön vermesi dururken başka zaman ve mekânlarda kanıt aramak ve kırık dökük verilerle evrime ikna için çabalamak tavuktan hallice olsa da özünden haberi olmayan (evrim yaşı küçük) şaşkınlara özgüdür.

Bireylik bilinci

Yumurta üretim plantasyonuna tıkıştırılmış tavuk yığınları arasından kendini ve içine hapsedildiği alçaklığı idrak eden bir tavuk öfke patlamalarıyla çıldırmaz mı cinnetler getirmez mi gelmişine geçmişine alayının saydırmaz mı ne yapmaz… dünya başına dar gelmez mi ne olmaz?.. Kendimizi sonsuz bolluk sandığımız için daha vurucu olsun diye kendini tanrı sanan dejenere derintisine ait ve birebir aynı çirkef eğilimlere sahip olduğunu idrak etmenin metaforu olarak güya empati kurduğumuz tavuğun içler acısı durumunu sezmesiyle yaşayacağı lanetli duygular ve tarifsiz şok, bilinçdışında saklı kriz fırtınalarının bilinç düzeyine doğru hareketlenmesiyle baş gösteren bireylik bilincinin ancak hoş geldin dayağı olabilir.

İyisiyle kötüsüyle duygusal tatmin aracı işlevini yerine getiren bir köle ve zaman öldürmeye yarayan yalnızlık savar bir oyuncak olduğunu sezinleyen ama elinden de bir şey gelmeyen bir ev köpeğinden farksız, sınırları ve içeriği bilinmeyen kriz fırtınaları karşısında bir çeyrek bir bilinç olduğunu sezmek cehennem azabından beter ama dünyanın en mutlusu da olsak bir köpek gibi sabah kalkıp akşam yatmak daha da beter. Akıl gücünde evrimsel bir gerilikleri olmadığı halde binlerce yıl sabah kalkıp akşam yatmaktan ibaret bir kısırdöngüde kriz fırtınalarından bihaber bir yaşam süren kabileler hiçbir krize karşı bir savunma mekanizması geliştiremedikleri için şimdi diğer orman yaratıklarıyla birlikte yağmur ormanlarının derinliklerine kaçarak liberal sömürü krizinin fırtınalarından korunmaya çalışıyorlar ve artık her şey için çok geç.

Tercih yapmanın söz konusu olmadığı dünya özgülünde acı gerçek ve müthiş acı gerçek dışında bir canlı katman yok. Bilinçdışına özgü kendini tekrar etme kâbusundan (müthiş acı gerçekten) uyanıp bir kez bireylik bilinciyle (acı gerçekle) temas yaşandıktan sonra atalarımızın asil ya da alçak ve tarihimizin asaletle ya da alçaklıkla örülmüş olması artık bir anlam ifade etmez çünkü ne asalet ne alçaklık miras olamaz -olsa Yunandan Mısırdan önce medeniyetin doğum yeri Ortadoğu’nun ihya olması gerekirdi- o yüzden o anda ne isek o kadarlık bir kuvvet olarak asalet de alçaklık da salt kişisel meselemiz olur. Ve bundan böyle atamızın en asil şahsiyet ya da en alçak yaratık veya ne olursa olması milim fark yaratmaksızın sabah kalkıp akşam yatana kadar kriz fırtınalarıyla boğuşarak üstünlük geliştirmeye çalışmak dışında kriz fırtınalarının altında ezilerek kafayı sıyırabilir ya da paso kafa çekerek algılarımızı kriz fırtınalarına kapatmaya çalışabiliriz ama ne bilinçdışına geri dönebilir ne de bilinç düzeyine erebiliriz, ulaşabileceğimiz en yüksek mertebe kriz fırtınalarıyla boğuşarak yaşamak ve boğuşurken ölmek olabilir.

Liberalizm personelcidir

Liberal sistemin merkezinde şirket kavramı vardır, liberalizm şirketçidir. Düz köylülerle işini yürüten derebeylikten farklı olarak şirket işlerinin çeşitli uzmanlıklarla donanmış personel gerektirmesi bireycilik yanlış algısının nedenidir. Liberalizmde yalnız yönetilenler değil başkan patron CEO rektör papa star vs herkes personel olmaya mahkûmdur, personel olmayı beceremeyen evsiz mahpus anne evinde sığıntı vb gibi sosyal atık olur. Bireycilik başlığı altındaki tartışmalar şirketçi yanılsama ya da siyasal dolandırıcılık değilse bireyci sistemin (sosyalizmin) altyapısıyla ilgilidir – liberalizmin personel yetiştirme zorunluluğu aynı zamanda bireyci sistemin altyapısını düşe kalka geliştirmektedir.

Bireycilik toplumculuktur

Liberalizm devlet erkinin kaçınılmaz parçalanma süreci olarak bireycilik propagandasıyla göz boyayan ekonomik ve politik spekülatörlük iken devletçilik ekonomiyle birlikte her şeyin manipülasyonu olarak toplumculuk propagandasının ardına sinmiş salt politik spekülatörlüktür ve devlet erkiyle toplum iradesini ikame etmeye çalıştığı için her seferinde feodalizme yuvarlanıp imha olması kaçınılmazdır.

Kavram tecavüzcülüğünde birbiriyle yarışan liberalizm ve devletçilik arasındaki kan davasının birebir yansıması olan bireyciliğin galatımeşhur tanımında bireyin çıkarları ile toplumun çıkarları karşı karşıya getirilip çatıştırılır. Bunun nedeni kavram olduğu halde birey vurgusunun kelimeye indirgenmesidir, halbuki bireycilik tanımlanırken birtakım bireyleri işaret etmediğine göre birey kavramı bütün bireyler anlamında zaten toplum vurgusuna karşılık gelir.

Kavram, adı üstünde, örneğin insan hakları başlığındaki insan kavramı tüm insanları kavramak zorundadır ya da kelimeler yeterli olsaydı kavramlara gerek kalmazdı. Kavram ilgili fenomeni ortak payda dışındaki bütün özelliklerinden soyutlayıp tekleştirmek demektir. Örneğin insan kavramına kendimizi soyutlayarak ulaşmak istersek bir nevi kimlik striptizi yapmamız gerekir: Ad soyadı ırk cins vs vb kimliğimizi oluşturan özelliklerimizi tek tek çıkarıp atarsak en sona kalan insan özelliğimiz bütün insanlarla ortak payda olduğu için tekleşmiş ve böylece insan kavramı kimseyi işaret etmeden herkesi kapsamış olur. -Anlayışsızlara karşı fazladan bir not olarak ırksal sınıfsal vd ayrımcılıklar ayrı mesele- tarihsel materyalizmde insan hakları ilk başta sadece erkeklerin tekelindeyken dikenli kadınların tarih sahnesine çıkmasıyla kadın hakları da eklendi ve 20’nci yüzyılın sonlarında çocuk hakları diye bir işlevsizlik iliştirilerek sözde olmak kaydıyla insan kavramına karşılık gelen bütün sosyal unsurlar insan hakları başlığında kapsanmış oldu.

Birey kavramını karşılayabilecek insandan başka bir olgu şimdilik mevcut olmadığı için birey kavramına varsayımsal soyutlama yaparak ulaşabiliriz. Örneğin bütün tavuklar bir gecede bilinç kazanıp iki ayaklı memeliye hesap sorsa cinsel ve sınıfsal mücadeleye bir de türsel mücadele eklenmiş olur ve işte o zaman tavukları da kapsayabilmek için son bir striptiz hareketiyle -soyutlama sürecinde tabii- tür özelliğini de sıyırıp atarak böylece birey kavramına ulaşmış oluruz. Bilinçle tanışmış uzaylı canlılar varsa insan olmayacağına göre onları kapsayabilmek gene birey kavramı ile olanaklı olabilir. Bu akıl yürütmeye göre o halde bir meslek ya da bilim sınırları içinde bir terim olarak kullanılmıyorsa birey bu dünya öbür dünya paralel evrenler vs mekânsal ve zamansal hiçbir sınır tanımaksızın kavram olarak bütün bilinçli irade eğilimini kapsar.

Konumuz gereği toplum olgusuyla sınırlı kalırsak kavram değil de birini ya da birilerini işaret eden kelime anlamıyla bireyciliğin günümüzdeki egemen ideolojilere benzeyen yamru yumru tanımına göre bireyin çıkarları ile toplumun çıkarlarını karşı karşıya getirip çatıştıran sistemin orijinaline monarşi denir. Bireylik bilinci ışığında peygamberler filozoflar önderler komutanlar vd gürbüz karakterler gibi o da bir birey olan padişahın çıkarları monarşide toplumu oluşturan diğer bütün bireylerin çıkarlarından üstün tutulur, toplumdan üstün değil çünkü padişah da topluma aittir. Gene monarşiden bozma liberalizmde kuvvetli bireylerin çıkarları zayıf bireylerin çıkarlarından üstün tutulur, toplumdan üstün değil çünkü kuvvetli bireyler de topluma aittir vs.

Mevzuyu şöyle bir toparlarsak devletçilikte merkez devletin, liberalizmde şirketindir. Bireycilik ise vurgusundan rahatça anlaşılacağı üzere birey kavramını merkeze almaktır ve toplumculuğun birey kavramını merkeze almak dışında bir işleyiş biçimi yoktur çünkü bizler kozmik sistemin çöplüğüne aitiz ve kozmik sistem işini unsurlarıyla yürütür. İstisna olduğumuza dair bir ipucu olmadığına göre kozmik sistemin beyinsel enerji üretebilen en gelişmiş unsurları payesiyle sınırlanan bizler her ne iş yapıyorsak o işin unsurlarını ele alarak ancak bütünlüğe ulaşabilir, projeyi gerçekleştirebiliriz. Dolayısıyla sosyal yapının insan veya değil bireyden başka bir unsuru olamayacağına göre birey kavramını ele almak dışında sosyal yapıyı geliştirmenin başka bir yolu olamaz. Hukuk kavramını esas alıp yöntemin merkezine birey kavramını oturtmak anlamında gerçek bireyci sisteme göre örneğin eğitim sisteminde sınav olamaz çünkü başarmanın koşulu tanımlamak olduğuna göre ebeveynlerle birlikte pedagog psikolog vd eğitim uzmanları çocuk yetiştirmenin koşulu olarak hangi dersten ne not alabileceği de dahil tek tek her çocuğu her anlamıyla zaten tanımak zorundadır.

Sonuç olarak

Birey kavramını merkeze almayan hiçbir sistem hukuk kavramı sistemi olamaz. Hukuk kavramının yegâne işlevi birey kavramının egemenlik sınırlarını en yüksek üretkenlik ortaya koyabilecek şekilde belirlemektir. Böylece hem her bireyden en yüksek fayda ve hem de her bireye en yüksek özgürlük (bireysel özerk yönetim – has anarşizm) sağlanmış olur.

BİREY KAVRAMI

Kurallar hapishanesi

Kural işletmek ölüm kalım meselesi. Eroin bağımlısının kendini kalorifere kelepçelemesi gibi zayıflığa düşmemizi engelleyecek kural duvarları örebilirsek o zaman güçlü olmak dışında açık bir istikamet kalmaz – ya kural işletensin ya da güdülen.

Hukuk kavramının yöntemi

“Her sınırlama bir eksiltmedir” önermesi sonsuz olanın tanımlanamaz oluşuna dahice bir vurgudur ama bizler için asıl önemlisi öğrenme süreciyle ilgili olmasıdır. Örneğin teşhis ve tedaviyi öğrenmek hurafeleri yadsımadır ya da tersi. Cehalet ya da üretkenlik, öğrenmek, tedavi olurken doktorun reçetesine ya da yemek yaparken aşçının tarifine biat etme gerekliliği gibi mevcut bilgi birikimi tarafından güdülme bilincidir. Bir tek hukuk kavramı kurala uymaz, yemek tarifi ya da reçete gibi ne yapacağımızı belirlemez, bizi gütmez; sadece yapmamamız gerekenleri dayatır. Yani hukuk kavramı çalamazsın dövemezsin öldüremezsin gibi olumsuz önermeler temelinde yapılanır, dolayısıyla hukuk kavramının yöntemine ulaşabilmek için Spinoza’nın ufuk açıcı tespitini ters çevirmek yeterli olur: Her eksiltme bir sınırlamadır.

Devlet

Olageldiği evrimleriyle devlet ve toplumu karakaçan ve sahibine benzetirsek sahibi karakaçandan daha eşek olduğu için oldu olalı karakaçan sahibine binmektedir.

Teşhis anarşizmden gelir: Adaletsizliğin nedeni kuvvetin yığılmasıdır, kuvvet bir merkezde ne kadar çok birikirse o kadar tahripkâr olur. Çözüm ise insanlık için en büyük nimeti ürettiğinden habersiz Montesquieu’de ilkesel ifadesini bulur: Kuvvetler ayrılığı.

Atanmış ya da seçilmiş olması fark etmeksizin ilgili görevlilerin hiçbir adaletsizliğe maruz kalmadan ve engellenmeden görevini hakkıyla yerine getirip tam hizmet vermesini sağlamak anlamında kuvvetler ayrılığı ancak görevsel özerklik ile olanaklı olabilir. Az bir kısmıyla Batıda filizlenmeye başlayan ve birazı da kâğıt üstünde mevcut olan görevsel özerkliğe tek cümlede vurgu yapmak gerekirse şimdilerde tanrıcılık oynamak için mastürbasyon aleti olarak kullanılan devlet başkanlığı makamı birkaç yüz ya da birkaç bin yıl sonra putperestlikten tümüyle arındırılıp bütün kutsamalardan azade olduğunda, yani liyakati yerine getirmeye çalışan diğer görevsel özerklik sınırlarına tecavüz edemeyecek şekilde hukuk kavramının geçit vermez kurallarıyla görev tanımının sınırlarına hapsedildiğinde kimse devlet başkanı olmak istemeyecek çünkü devlet başkanlığı zorunlu yaşamsal ihtiyaçlardan arta kalan zamanlarda it gibi çalışmaktır.

Suç

Cinsel sınıfsal gibi kapsamlı ve iklimsel gibi liberal sınırlar içinde kalan bütün mücadele mecraları devrimcilik içerir ama pirüpak bile olsa ötekileştirme illetini aşamayacağı için hiçbiri sınıflı topluma özgü kan davasına sürüklenmekten kurtulamaz. Adaletin tanımı tektir: suçu engellemek ve cezanın da suçluya karşı işlenen suç olması veya çocuğun sözünü kesmenin de suç olması gibi iki ayaklı memeliye suç gibi görünmeyenlerle birlikte ufak büyük olduğuna bakmaksızın bütün suçları tanımlayıp suça karşı evrensel örgütlenmeyi başararak küçücük bir kabahat dahi olsa son kırıntısına kadar her anlamıyla suçu sosyal işleyişten kazıyıp atmak sınıflı toplum anlayışına (kan davasına) düşmesi olanaksız dört başı mamur devrimciliktir.

Sokrates bir imaj ve pazarlama dolandırıcısı olmadığına göre “haksızlık yapmak haksızlık görmekten daha acıdır” sözünü milleti ayartmak için kullanmış olamaz, yıllar süren öz okumaların sonucu olabilir. ‘Haksızlık yapmanın acısı nedir, nereden gelir?’ soruları sonuna kadar üretken engin bir tartışmadır; şimdilik haksızlık yapmaktan (suç işlemekten) acı duymanın devrimcilik için kesin gereklilik olduğunu vurgulamak yeterli olur, suç işlemeye karşı içte bir acı yoksa kendini kandırma ve yenilgi vardır. Diğer bir deyişle devrimci olabilmenin bir numaralı kuralı kendi içindeki suç potansiyeliyle yüzleşip öznelliği aşmak ve sadece kendine yönelen değil bütün haksızlıkları kavrayabilmektir yoksa olageldiği haliyle suç işleme yetkisinin el değiştirmesi gibi bir ilkellikte devrim tekrar tekrar yenilgiye dönüşerek kapitalizme takviye olur. Suç bitirilemediği sürece hukuk kavramı asıl işlevini asla yerine getiremez, insanlık komünist uygarlığa kesinlikle yükselemez.

Mülkiyet

Fiili yönetmektir, o yüzden bilindik evrende mülkiyet meselesi olmayan hiçbir şey yoktur. Şu salgın belası mesela, biz virüsü yönetemediğimiz için virüs kendi kurallarına hapsedip bizi güdüyor.

Sorunlarımız üstünde iz sürersek her seferinde iş gelip bizde düğümlenir, birbirimizi yönetmeye çalışmaktan kendimizi alamadığımız için sorunlarımıza odaklanacak zaman ve enerji bulamıyoruz ki yönetebilelim. Hukuk kavramı bireylerin birbirini yönetmeye çalışmasından kaynaklı entropiyi engelleyerek her bireyin kendini yönetebilmesi için alan ve zaman yaratır.

Kendi bireysel özerkliğinde her şey -ama lafın gelişi değil kabul edilemez görünen sapıklık gibi eğilimler de dahil aklınıza ne gelirse hepsi- haktır. Tabii işin gerçeği kimsenin özerkliğine tecavüz edemedikten sonra baştan ayağa nefret gibi sapıklık gibi yıkıcı eğilimlerle dolu olsa bile kendi özerkliğinde birey kendine zarar vermekten fazlasını yapamaz.

Bireysel özerkliğe bir tecavüz olmadıktan sonra ahlaklılık ya da ahlaksızlık olduğuna bakmaksızın hukuk kavramı bütün eğilimleri kabul eder. Örneğin biri şeytana tapmak isterse hukuk kavramı bir şey yapamaz ama ayin adı altında kedi köpek kesmeye yeltenen olursa hukuk kavramı izin vermez çünkü dört ayaklı memeli de iki ayaklı memeli gibi olmamakla birlikte bireysel özerkliğe sahiptir ve inek koyun kesmek gibi olmadığı için başkalarını kesmenin önündeki psikolojik duvarı yıkabilir. Ya da Müslümanlık iddiasındaki biri kendi bireysel özerkliğinde inancını istediği gibi yaşayabilir ama Allah izin verdi diye karısına hafif darp yapamaz çünkü karısı da aynı kendisi gibi bireysel özerkliğe sahiptir vs. Hukuk kavramının başlangıç ilkeleri açık ve kesin: isterse Allah’ın emri olsun hukuk kavramıyla çelişen elenir, isterse iblisçe olsun hukuk kavramıyla uylaşan baş tacıdır.

Buradan hukuk üstündür anlamı çıkmamalıdır. Kuvvetliler en elzem insani değerleri ayaklar altına alıyorken hukukun üstünlüğü söylemi psikolojik savaşta zayıfları böcek gibi küçülterek kuvvetlilere hizmet ediyor. Hukuk kavramının kuralları kişiseldir; en erdemli en akıllı en uzman biri ya da birileri tek tek her bireyin haklarını bilebilme üstünlüğüne sahip olamaz ve gerek de yoktur. Hukuk kavramının yapıcıları ister dağdaki çoban ya da manav Osman ister ırgat ister genelev sermayesi ister evsiz… model ya da türkücü veya kim olursa olsun bir mülkiyet olarak kendine sahip çıkabilmek (yönetme yetkisini geliştirebilmek) için mücadele veren herkestir.

Dayanışmak zorundayız ve rekabet halindeyiz. Hiç öyle filozofların zıtlarla ilgili zorlu anlatımlarına girmeye gerek yok, pil gibi aynı, dayanışma ve rekabet sosyal yapının üretkenlik için gerekli iki kutbu ve birey kavramının sınırları hukuk kavramının kurallarıyla belirlenmeden hayat bilgisinden sapmalar kaçınılmaz olacağı için dayanışma ve rekabet tam üretken olamaz.

Kutsal dava

Her şey kozmosun düşüncesiyken dört harflilerin en gelişmiş unsurları olarak sadece biz düşüncede yolculuk yapabiliyoruz. Düşüncede yolculuğu sürdürebilirsek Mars’a da yolculuk yapabileceğiz ve medeniyeti yükseltebileceğiz. Şimdilik hayatta kalmak dışında komplekslerimizi doyurabilmek için liberalizmin de fişteklemeleriyle çılgınca debeleniyoruz.

Yetişkin olmak belli bilinç ölçütleri gerektirir, en önemlisi -çocukları ve gençleri hiç ilgilendirmeyen- ölüm bilincidir. Kendimiz için ne yaparsak yapalım neyi zorlarsak zorlayalım neye ulaşırsak ulaşalım biyolojik yasalar öyle bir handikap ki en çok ulaştığımız şeyin yoksunluk krizleriyle final yapmak tek kaderimiz.

Düşüncenin akabileceği tek açık istikamet bebek. Bir ya da birkaç özel bebeğe odaklı annelik bilgisi ve babalık bilgisinde somutluk kazanan kozmosun düşüncesini biz düşünebilenler soyutlama sürecinde devam ettirip kapsayıcı bebek kavramına ulaşarak bir adım öteye taşıyabiliriz.

Tarihi okuyabilenler için kural tek: bebeklerini en kuvvetli yetiştirenler kazanır. “Hak verilmez alınır” iddiasından önce çocuk yetiştirmenin hakkını vermek vardır. Bizden önceki ata denilen gulyabaniler irademiz ve istidadımız üstünde geliştirici çalışmalar yapıp en donanımlı ve en kuvvetli olmamızı sağlamak yerine irademizi ve istidadımızı budayarak bizi dört ayaklı memeliymişiz gibi kendilerine mülkiyet olarak yetiştirdikleri, eğitimimizin ve öğrenimimizin hakkını vermedikleri için bizler şimdi köpek sürüsünden farksız yönetme yetkimizi kullanamıyor, hakkımız olanı söküp alamıyor, esenliğe çıkamıyoruz.

Bütün mesele liberal anlayışı aşabilmiş (para diye kudurmayan) ergin ve yetkin kadrolarla hukuk kavramını öğretme yöntemi olarak her bebeği her şeyiyle kendi mülkiyeti olarak yetiştirebilmektir. Anaokulu çağında bir çocuğa yapısını oluşturan uzuvlarını ayna karşısında tek tek anlatarak bedensel mülkiyetini tanıtma ve kendi bedeninin tek sahibi olarak anne baba da olsa izni olmadan kimsenin hiçbir yerine saçının ucuna bile dokunamayacağını -tabii ki çeşitli oyunlarla- öğretme mesaisi devrimin ancak başlangıcı olabilir.

Her şey bebek için. Kendi mülkiyeti (kendine mülkiyet) olarak çocukları yetiştirmeyi başarmak dışında devrimin diğer bütün tanımları yenilgidir. İktidarı ele geçirmenin şartlarına devrimin şartları dendi. Devrimin şimdiye kadar saman alevi gibi yanıp sönmek dışında hiç gerçekleşememiş tek şartı liderlik. Az gelişmiş çok gelişmiş olduğuna bakmaksızın dünyanın neresinde liderlik açığa çıkarsa devrim orada olacak ve dünyanın geri kalanına öncülük edecek. Önümüzdeki yakıcı sorun zamanda kesintiye uğramayan ve mekânda kesintisiz yayılabilen sonsuza kadar sürecek liderlik atağını başlatabilmektir.

LİDERLİK

Devrimcilik

Sudan karaya geçiş eşiğinde karada yaşam bilgisine sahip olamadığı için suda yaşam ile karada yaşam arasında gidip gelen ilk ilkel amfibiler gibi vahşilikten uygarlığa yükselme eşiğinde kozmik uygarlık bilgisine sahip olamadığımız için vahşi yaşam ile uygar yaşam arasında bocalayan yeni tür ilk ikiyaşayışlı canlılarız, vakti zamanında suda yaşam ortak payda iken sadece ilk ilkel amfibilerde karada yaşam umudu olması gibi şimdi bizim zamanımızda bilinçdışı ortak payda iken bilinç umudu sadece bizde var.

Denizlerdeki yaşamın kendiliğinden bir uygarlık şansı olamayacağı kesin ise bilinçdışına özgü ilk devrimciler payesini hak eden ilk ilkel amfibiler sayesinde uygarlığa ilk adım olarak karada tutunmayı başardıktan sonra dünya kadar evrim ve gene bilinçdışına özgü sayısız devrimle en sonu bilinçdışından çıkış eşiğindeyiz. Bundan böyle bilinç kavramına özgü ilk devrimciler olabilme yolunda bilinç eşiğine tutunabilmek için evrimsel göreceliğe iman edip zan ve gerçeği ayrıştırma mesaisine girişmek zorundayız.

Tarihsel materyalizme meydan okumak

Tarihsel materyalizmin raconuna kalsa bir karadelikte dünyaya geldiği için geldiği gibi gitmeliydi ama Peygamber tarihsel olayların ürünü değil başlı başına yaratıcısıydı.[9]

Yıllarca zorladığı akıl gücüne dayalı yüksek liderlikten umudunu kesen Peygamber iki ayaklı memelinin anladığı dilden konuşmak için liderliğini komutanlık seviyesine indirgeyip barış dinini hicretle savaş düzenine almak zorunda kaldı ve milleti anca İslam’a çekebildi. Ne var ki yetersiz liderlikten dolayı bütün devrim girişimleri gibi İslamiyet de iki ayaklı memelinin aletine dönüşmekten kurtulamazdı. Liderlik yoksunluğuna fıkra gibi bir örnek olarak Kuran’a konu olması sayesinde sahabenin hem de Peygamber konuşma yaparken panayırda eğleşmek için Cuma namazından kaçtığını öğrenebiliyoruz.[10] Münferit gibi görünebilir ama -sendromların tabiatı öyle, hep münferit gibi görünürler- asrısaadette yaşadı diye zorunlu çalışma dışındaki bütün hayatı oyunlar ve oyuncaklarla çevrelenmiş günümüzün İvedikyen popülasyonundan daha ergin olamayacağına göre on yaşlarındaki çocukları amfiye doldurup nöroşirurji dersi vermenin çocuklarda yaratacağı bayıltıcı bunaltı gibi can kulağıyla dinlemeye çalışsa da Peygamber’in ergin akıllara hitap eden söylevleri sahabeyi bunaltmaktan başka bir işe yarayamazdı.

Anlayamayan anlayamaz totoloji neyse ne de asıl facia anladığını sananlar. Müşrik Mekke ile anlaşmaya çalışırken fetih sözünden caydı diye Peygamber’e cephe alan Ömer kurmaylardaki liderlik eksikliğine sarsıcı bir örnektir. Ömer yerine Mao ya da Atatürk olsa Peygamber’i hemen anlardı çünkü kuvvetli komutanlar zafere düz yoldan gidilemeyeceği bilinciyle avantajlar ve dezavantajlar ağını yöneterek dolambaçlı yollarda uzun uzadıya iz sürer. Geçelim liderliği Ömer’de yüksek risk içeren birinci derece dezavantajı bir süreliğine etkisizleştirme fırsatını değerlendirip sırtını sağlama aldıktan sonra ikinci derece dezavantajları alt etme stratejisini anlayabilecek komutanlığa özgü asgari liyakat dahi yoktu.

Liderlik yoksunluğuna gelmeden Peygamber’in nasıl bir evrimsel yetersizlikle boğuştuğuna gerçekten anıtsal örnek bildiğimiz şu basit aptes, manevi temizlik bahanesiyle millete temizlik alışkanlığı aşılamak için günde beş kere temizlenme oyunu oynatmak dahilikle açıklanamayacak üstünlükte bir gerçeklik algısı ve soyutlama kuvveti gerektirir.

Tabii bizi asıl ilgilendiren Peygamber gibi sosyal gelişim namına yaprak kıpırdamayan bir zamandaki bir mekânda hareketi yoktan var edip tarihsel materyalizme hükmederek zamanı bükecek kadar kuvvetli olsa bile tek başına bir liderin -bilinç kavramına özgü- devrim söz konusu olduğunda bir anlam ifade etmeyeceğidir.

Yüce liderle pis kaybetmek

Masalımsı algı yüzünden bizden gördüğümüzü destanlaştırma ve öteki gördüğümüzü itibarsızlaştırma çocuksuluğumuz bilinç gelişimini baskılayan püsküllü belamız. Destansı karakterlerden örneğin Atatürk’ün komutanlığı ne kadar kuvvetliyse liderliği de o kadar zayıftı; ulu önderi oynarken lafta kaldığı için ama, yoksa savaştaki çalışkanlığıyla savaşırken yaptığı gibi uygulamanın başında ve her yerinde olsaydı böyle olmazdı. Ya da yine komutanlığı çok kuvvetli Mao’nun liderliği o kadar zayıftı ki milletin tek şansı yönetici işgücünü aşağılama ayinlerine kurban edip üretkenliği tahrip etmenin sonucunda millet ağaç kabuğu kemirmeye başlayınca o korkuyla can düşmanı liberallere kendini aşağılatarak halkının sömürülmesini dilenmek zorunda kaldı.

Bir birey teori yumurtlayacak, kalanlar işçiliğini yapacak… karınca kolonisi gibi… cidden?.. Alçakgönüllülük öznel bir meziyet değil sıradan ve sınırlı olduğumuz nesnelliğini idrak edip kendini bolluk sanma kompleksine meydan okuyabilmektir. Her şeyi bilse ve kusursuz liderlik özelliğine sahip olsa bile bir birey aynı anda her yerde olamayacağına göre sorunların yönetimini başaramayacağı gibi girişimi de pis geri teper çünkü o da laf bu da laf, iki ayaklı memeli hangisinde elmaşekeri varsa döner dolaşır o lafa gider.

Liderliğin esası

Kesintisiz ihanet halidir. Hain olmadan lider olunmaz. Köpeğin kaybedenlerden olmasının nedeni nasıl ki kendi köpeklik bilgisi, trilyonlarca hücrenin sıkı sıkıya organize olmasıyla çılgın bir mafyaya dönüşen genlerimiz başta olmak üzere verili olan ne varsa bize kaybettiren de o ezberler. İhanet olmadan ezber bataklığında uygarlığa yükselme şansı olamaz.

İhanet demek önce şüphecilik demektir ve şüpheciliğin fiili sorgulamaktır ama iş kitaplarda yazdığı gibi o kadar kolay değil çünkü zan ve gerçek ayrışımı kanıtlanabilir değil. Kendini kandırma değilse okuma anlama öğrenme geliştirme (yaratıcılık) süreci olarak üretken şüphecilik ilgili önermenin sayısız kez sağlamasını yapmaktır, kusana kadar. Tabii önce bütün yanılsamaların tek kaynağı genlerimiz başta olmak üzere türümüze ırkımıza cinsimize dinimize ideolojimize geleneğimize tarihimize atalarımıza vd verili olan her şeye ihanet etmek zorundayız. Örneğin erkek olarak cinsimize ihanet etmezsek -işçi sınıfı ve kadınlığı temsil eden- hizmetçiyi cinsel emellerinin nesnesine dönüştüren Marks gibi cinsel ayrımcılığı aşmak anca lafta kalır. Marks kendine ihanet etseydi ihanet ettiği zayıflığı olacaktı. Ya da kadın olarak cinsimize ihanet etmezsek Marks’ın hanesindeki hizmetçi gibi üst üste bindirilen binlerce yıllık zayıflığımızla hesaplaşma şansımız olamaz ve köle ve oyuncak olmaktan kurtulamayız. Kendimize ihanet edersek ihanet ettiğimiz zayıflığımız olacaktır.

Bilgi bir orman ve bizler yemişlerine muhtaç maymunlarız. Sınırları belirsiz bir ormanda yaşama tutunmaya çalışırken bir ağaca tüneyip tek çeşit beslenmek öldürmezse süründüren bilinçdışına özgü cahilce bir sadakat. Sadakatle devrim yapılamaz ve yükseltilemez. Devrimci demek tümden askerliğe elverişsiz demektir, kutsalmış yüceymiş kimseye bir şeye bir sadakat göstermeksizin her emri her önermeyi her şeyi, Allah yeryüzüne inip kendini kanıtlasa onu bile sorgulamadan edemeyen demektir. Devrimi kaybettiren yanlış strateji karşı devrimdir. Niyet de cesaret de hepsi hiçbir şey, yöntem her şey. Bir yetişkine tutunmadan yapamayan çocuk gibi çocukça duygusal bağ kurup özdeşleşerek eğrisine doğrusuna bakmadan kutsamaya çalışmak yerine kökenine bakmaksızın bütün ezberlerin çürüğünü atıp sağlamını almak dışında komünist uygarlığa yükselmenin bir yolu yok.

Esas strateji

Tarihsel materyalizmin her tür kötü sürprizini öngörüp stratejiye yön verebilecek sayısız lider yetiştirmek (liderlik geliştirmek) zaman ve mekân göreceliğinden azade önsel strateji olmak zorundadır çünkü öngörü bir ya da birkaç aklın yeterli olamayacağı sıkı konjonktür okumaları sonucunda elde edilebilen mutlak üstünlüktür.

Kozmik işleyiş basit: evrim belirli bir bilinç seviyesine ulaşabilmeli ki devrimci siyaseti ateşleyebilecek ilk liderlik patlaması gerçekleşebilsin. Sonrasında devrimci siyaset salt lider yatağına dönüştürülmeli ki liderlik çoklu öngörü yeteneğiyle tarihsel materyalizmi hükmüne alıp insanlığı kozmik uygarlığa evrimleştirebilsin.

Önce sağda solda tek tük açan çiçeklerle kendini gösterip sonra her yan çiçek kesilerek baharın gelmesi gibi tek tük liderlik ataklarıyla işleyen evrim dünyanın dört bir yanında birdenbire sayısız liderlik atağına dönüşerek sınıflı toplum kolaylıkla aşılabilir ya da binlerce berbat yıl sürebilir veya fütürist anlayışa bakılırsa teknoloji ne kadar evrimleşse de bilinçdışına özgü vahşi eğilimi aşabilecek bir canlı evrimi sonsuza kadar gerçekleşmeyebilir. Nerden baksak işimiz önce evrime kalıyor, babalıkmış reislikmiş başkanlıkmış saltanatı birkaç kükremeden ibaret sürü liderliği meselemiz olmadığına göre lider olabilmek için lider doğmak gerek.[11]

Liderliği öğrenebilmek, yüzme öğrenmenin kendi kulacını atmayı gerektirmesi gibi öz yetki ile siyaset yapmayı gerektirdiğine göre liderlik geliştirme yöntemi olarak üretken siyaset yapma isteğinde olan herkese siyaset yapabilecek koşulları sağlamak dışında devrimci siyasetin bir misyonu olamaz. Diğer yandan siyaset süreci yaşamın her alanında esas belirleyici olduğuna göre siyaset yapabilmenin (yönetme yetkisini kullanabilmenin) kuralları hukuk kavramının esasını oluşturur. O halde liderliğin öncelikli misyonu hukuk kavramının esasını başarıp siyasal dokunulmazlığın sıkı sıkıya korumaya alındığı güvenli bir siyaset alanı açmaktır.

İşler yolunda giderse gün gelecek Güneş Sistemini yönetmek ve Güneşi hidrojenle şarj etmek liderlik meselesi olacak, şimdilik liderlik meselesi hayat bilgisinin ilk basit ilkelerini başarmaktan ibaret ve dört ayaklı memeli gibi hiçbir şansı olmayan bir bahtsız değil de iki ayaklı memeli olarak dünyaya geldiğimize göre hepimiz lider doğduk demektir. Oldu olalı liderlik için gerekli görülen çene kuvvetinin politikada ve ekonomide çoğunlukla spekülatörlük için kullanıldığı bilinciyle sağır kör otistik nevrotik vb psikolojik ve veya fizyolojik arızalarından dolayı iletişim (öğrenme) zorlukları yaşayan en uçtakiler de dahil ‘lider nasıl olunur?’ sorunsalının peşine düşüp sonuna kadar zorlamadan kadın veya erkek ya da sağır ve dilsiz veya disleksi… kimin ne çeşit bir liderlik potansiyeli içerdiği kesinlikle bilinemez.

Bizler; düşman algısını aşıp sorun algısına yükselebilmek… farklı düşünmenin (fikir ayrılığının) suç değil kozmik işleyişin kendiliğinden özelliği olduğu bilinciyle teori ve uygulama sürecini kesintiye uğratmadan bir arada barınabilmek… liderlik potansiyeline gölge etmemek, askerliğe zorlayarak toy liderlik ataklarını boğmamak… tarihsel hikâye, karakter, ideoloji ve sair kimse ya da bir şeyle özdeşleşmeden (bir ezbere tutunmadan) bağımsız akıl yürütmeyi başarabilmek… gibi basit olduğu kadar sınırsız tartışma gerektiren liderliğin birbiriyle bağlantılı başlangıç ilkelerini başarmaktan henüz çok uzağız.

Asgari liderlik

Askerî vesayetin sergerdelerini harcayan sistem askerî vesayet sistemiydi. İkamet ettiği binanın kolonlarını kesen gafil gibi en büyük kumpası askerî vesayetin kendisi istediğini harcayabilen dejenere bir sistem kurarak kendine kurmuş oldu.

Saçmalıkta destansı devlet başkanlarından Erdoğan sınırsız yetkiyle uçurulduğu için Türkiye yapısına askerî vesayetin kaldığı yerden ağır zararlar verdi veriyor verecek. Erdoğan’dan bile saçma bir tip olan Trump ise ABD’nin uygulamada görece sorun olmayan yasalarıyla sınırlandığı için yeniden seçilse ve seçmenleri tanrı diye tapsa bile ABD yapısına onarılamayacak türden zararlar veremeden kendi kendine ıskartaya çıkacak ve sonrasında en fazla itin götüne sokarlar. Iskartaya çıktıktan sonra Erdoğan ve askerlerinin başına neler geleceği ise dejenere sistem yüzünden belirsiz.

Eskiden askerî vesayette ve şimdi mezhepçi tayfada görüldüğü gibi yasa masa takmadan yapabildiğini yapmak bilinçdışına özgüdür. Mezhepçinin hâlâ bir şansı var; arsızca çöreklenip biçimsellikle göz boyamaya bile tenezzül etmeden uyguladığı askerî vesayetin dejenere sistemini kimsenin kimseyi harcayamayacağı şekilde onarmaya girişmek tek çıkış yolu. Ya da bilincin ilk göstergesi kendini sınırlayabilme iradesidir.

İslam terminolojisindeki zalim tanımıyla birebir örtüşür biçimde askerî vesayet işi sapıklığa vardıracak kadar kendini sınırlamak nedir bilmeden kendini öldürürken Türkiye’yi de öldürüyordu. Şimdi mezhepçi, bir kula tanrı kafası yaşatacak kadar kendini sınırlamak nedir bilmeden kendini öldürüyorken Türkiye’yi de öldürüyor. Sırada laikçi var, nasıl da sabırsız.

Eroin bağımlısının eroin fabrikasına müdür olması ne ise iktidara çöreklenmek de odur, sonun başlangıcıdır. Bizler özlemlerimiz ve intikamlarımızdan ibaretiz. Muhalefette böylesine yozlaşmışken iktidara çöreklendiğinde laikçi de intikam alırken çalacak, çalarken intikam alacak… Türkiye’yi ayakta tutan kolonlardan birini de o kesecek.

Ortaçağ kaçkını dalavereci lavuklardan biri gidecek biri gelecek, kaka ile mamayı ayıramayan bir bebekten farksız iki kalem kural işletip siyasete sınırlamalar getiremediği için Türkiye milleti soysuzlaştıkça soysuzlaşarak parça parça ölecek. Belki PKK’nın işine yarayacak, o da belki.

Bir şokla bir hiç olan Osmanlı orada, Atatürk’ün kaybedilen yarım yamalak devrimi orada, eloğlunun bir şamarıyla tarumar olan askerî vesayet orada… kendi yarattığı politik cehennemle cebelleşen mezhepçi burada, yabancılaşmanın yabancılaşmasının yabancılaşması oportünist laikçi burada… her alanda her anlamıyla yıkıma sürüklenen Türkiye ortada… avantasına laklakiyat her yerde, örgütlü bilinç hiçbir yerde… yüzlerce yıllık terane.

SİYASET

Açık ve kapalı yasası

Tikelde sadece kapalı yasasına sahip bir olgu çevresiyle hiçbir etkileşime giremeyeceği için ne artan ne eksilen salt kendine ait bir mutlaklık olabilir, ki veri alışverişi de olamayacağı için bilinemez. Örneğin karadelik varsayımına bakılırsa çevresiyle alışverişinde içten dışa veriş yolu kapalı olduğu için olay ufkundan sonrası bilinemiyor. Dıştan içe alış yolu da kapalı olsa, yani -çevresindeki olgularla birlikte- olay ufku da olmasa hiç bilinemeyecekti. Sadece açık yasasına gelince âdeta hiçlik olabilir, ki hayalde bile tasarlanamaz. Olsa olsa telleri parçalanıp dağılmış bir elek gibi hiçbir şeyi tutamayan boşluk anlamına indirgenebilir. Örneğin uzay boşluğu sadece açık yasası ile işlese, yani gerçekten sürtünmesiz olsa ışık yol aldıkça mesafeyle doğru orantılı zayıflamazdı; diğer bir deyişle bir mekân olan ışık diğer bir mekân olan uzay boşluğuna mesafeye bağlı bir sistematikle yapısından peyderpey kaybedip eksilmezdi. Bu akıl yürütmeye göre hiçbir tikel yapı sadece kapalı yasasına sahip olamaz, olursa yok hükmünde olur ya da sadece açık yasasına sahip olamaz, olursa ne olur Allah bilir.

Tümelde ise şu an sadece kapalı yasası geçerli olsa hiçbir şey birbirini tutamayacağı için kozmos tekil yapılara dağılarak kurallarını kaybeder. Ya da sadece açık yasası geçerli olsa her şey birbirine geçişeceği için kozmos kurallarını bu sefer homojen tekilliğe çökerek kaybeder. Birbirine tutunabilmesi için tekil yapıların (kozmik dokunun) gözenekli olması ve katı sıvı gaz plazma ışık ısı bilinen bilinmeyen farklı tür ve boyuttaki sayısız kuvvetin çoklu geçişmesini sürdürebilmesi için kozmosun iç içe geçmiş elek ve süzgeç (filtre) benzeri yapılardan oluşması gerekir. Örneğin Dünyanın manyetik alanı iri tanelere kapalı bir elek gibi bizi yüksek enerjili ışınsal mermilerden korur ama eleğin ince tanelere açık olması gibi ışıksız da bırakmaz.

Belli bir frekansın altındaki ve üstündeki ışık türlerine kapalı olan gözümüzden seçici geçirgen diye nitelenen hücre zarımıza kadar bittabi biz de açık ve kapalı temel yasasıyla işleyen ve işini gören kozmik şeyiz. Örneğin yapay zekâ teknolojisi, açık ve kapalı yasası -sanayi devriminin talebini karşılayan algoritma tasarımı darlığında- dar anlamda keşfedildikten sonra geliştirilebildi. Dijitalde 0 kapalı ve 1 açıktır, trafikte kırmızı ve yeşil… Sosyal yapının işleyişinde yasaklar kapalıdır, olumsuz önermeler kapalıdır vs… Bireysel ya da toplumsal başımıza her ne bela geliyorsa hepsi açık ve kapalı temel yasasını doğru işletebilecek bilgi kümesine ve veya irade gücüne erişimde yaşanan arıza nedeniyledir.

Bizim yasamız

Hümanizm halkçılık yurtseverlik milliyetçilik ırkçılık ümmetçilik kardeşlik yoldaşlık vb söylemler siyasal pazarlama oyunlarından değilse masumca yanılsamadır. Başkalarının refahı huzuru mutluluğu için çalışmak (gönüllü kölelik) ne genetik ne kültürel hiçbir kitapta yazmaz, kimi ve neyi seversek maddi ve veya manevi fayda olarak ve fayda olduğu kadar severiz ya da maddi ve veya manevi zarar olarak ve zarar olduğu kadar nefret ederiz.

Mutlak yaşamsal iletişim yöntemi olan tek kozunu her ihtiyaç duyduğunda etkinleştirip yürek dağlayıcı duygu sömürüsü estirerek yaşamsal ilgi avlayan bebek de dahil tüm canlılar için çalmak tek boyutlu bir süreç iken hırsızlık işlerini çok boyutlu ele alabilen biz gibi kozmik harikalara gelince topla tüfekle birbirimizi avlamak gibi sıradan vahşiliklerden arta kalan zamanlarda uygarlığa özgü her çeşitten iletişim aracını vahşi yaşama özgü her çeşitten hileyle güzelleştirip sonuna kadar zorlayarak birbirimizden çıkar sağlamak için birbirimizin ilgisini avlamaya çalışıyoruz. Şimdiki meselemiz yabancılaşmaya bağlı yıkım tehlikesine açık olduğu için birbirimizden çalmayı kapalı yasasına bağlayamasak bile olabildiğince zorlaştıran bir sosyal yapı geliştirebilmektir, onun dışında diğer canlılardan çalabildiğimiz kadar çalmayı açık tutmak tartışmaya kapalıdır.

Liberal asalet

Lebalep erkeğin orospusu ile dolu küçük kürede kimse liberalin eline su dökemez ama bir yanıyla da asalet sahibi tek zümre çünkü ‘ben padişah olamayacaksam kimse padişah olamasın’ uyanıklığıyla kendini ezdirmeyecek bir sistem işletmeyi başarabilen tek erk; o yüzden liberal herkesi ezerken liberali kimse ezemiyor, artıklarını kapışmak için herkes liberalin eline bakıyor. Bir padişah yerine birçok padişahcıktan oluşması ve becerikli olanlara padişahcık olma yolunun görece açık olması liberal üretkenliğin açıkça motoru iken kulluk düzeninde sıkışıp kalan dünyanın geri kalanı liberalizmin kaba bir taklidini dahi yönetmekten aciz olduğu için liberale ucuz işgücü tellallığı yapmak dışında bir ekonomi politikası yok.[12]

Asıl önemlisi cinsel sınıfsal vd mücadelelerde ne kadar kazanım varsa liberalin vahşi bir av partisiymiş gibi her çeşitten zalimlik ve kurnazlıkla engellemesine rağmen gene o liberalin kanun benim hikâyesini alaşağı edip -sadece kuvvetli beyaz erkeklerin özgürlüğüne açık ha- kısmen hukuk kavramını merkeze alarak feodalizme kısmen kapalı ve sosyalizme kısmen açık demokrasi sistemini işletebilmesi sayesindedir.

Liberal handikap

Milleti sömürebilmek için sürekli aptallaştırmak zorunda ama hırsızlığın ölçüsünü kaçırıp çok aç bırakır ve pornografinin ölçüsünü kaçırıp çok aptallaştırır ise feodal eğilim baskın kuvvete dönüşeceği için Tramp musibetiyle şöyle bir yokladığı gibi kanun benim hikâyesi tekrar merkezdeki -kısmen hukuk kavramı olarak- yasaların gücünü gasp edebilir ve ip üstünde hata yapan cambazın betona çakılması gibi daha ne olup bittiğini anlayamadan feodalizme çakılınca havasından geçilmeyen Amerikan liberalden geriye Türkiye’deki gibi acıların kavruk liberali kalır. Feodal eğilime özgürlüğünü kaybetmemek için sosyalist eğilime (hukuk kavramına) kaybetmekten başka liberale bir çıkış yok.

Merkeziyetçilik ve otorite

Küçük kürede güya birçok merkezî devlet otoritesi var, oysa evrensel çapta gerçek merkezî otorite olarak kırmızı ışık yasağı tek ve tabii ki sadece insanlığın iradesi sayesinde -hukuk kavramının metaforu olarak- kırmızı ışık yasağı tüm dünyada uygulanabilir ise merkeziyetçiliğin başarılmasıyla birlikte otorite (hukuk kavramı) kurulmuş, yani sosyalist uygarlık (dünya devleti) başarılmış ve o oranda yüksek hayat kalitesine ve asgari kozmik güce ulaşılmış olur.

‘Neden sosyalist uygarlık?’ sorunsalının cevabı vahşi yaşamdan kategorik kopuş için gereklilik olmasıdır, evrimin kritik eşiğinde ateşe hükmetmenin medeniyet için ihtiyaç olduğunu idrak etmek gibi sınır tanımayan fiziksel ve biyolojik belalara hükmedebilmek için dünya devletinin (evrensel örgütlülüğün) ihtiyaç olduğunu idrak edebilmektir.

Örneğin Dünya Sağlık Örgütü yerine Amerika imiş Çin imiş süperine hiperine bakmaksızın görev tanımı uyarınca emir verme ve müdahale etme yetkisine sahip Dünya Sağlık Bakanlığı olsa küresel çapta önlemler çok daha hızlı ve etkili uygulanmış, bütün laboratuvarların eşgüdümlü çalışmasıyla aşı çok daha hızlı geliştirilip o hızla üretilerek aşılama tamamlanmış ve çoktan normale dönülmüş olurdu ama ondan önce asıl can alacak nokta bulaşıcılığı ve öldürücülüğü %100 olan biyolojik bir belayı en az kayıpla etkisizleştirmenin tek yolu olarak daha ilk salgın belirtisi görüldüğü an o hızla karantina önlemlerini alıp kaynağında kolayca kurutabilirdi.

Yerelde ise örneğin Almanya ve Türkiye arasındaki uçurum -kısmen hukuk kavramının metaforu olarak- kırmızı ışık yasağının Almanya toplumunda iyi kötü uygulanmasıyla dar anlamda merkeziyetçilik başarılarak sosyal iradenin hükmünde iyi kötü bir otorite kurulmasına karşılık Türkiye toplumunda yasalara uymanın zayıflara yüklenmiş bir angaryaya dönüştürülmesiyle hiçbir anlamda merkeziyetçiliğe geçit vermeyerek mafyalaşmanın (kabileciliğin) pençesinde otorite boşluğuna sürüklenmesinden kaynaklıdır.

Radikalizm

Traktör fabrikası tabelası yerine uzay gemisi fabrikası tabelasını asmakla fabrikadan uzay gemisi çıkmaz. Padişahlık tabelası yerine cumhuriyet tabelasını asmakla kulluk düzenine gedikler açamadıktan sonra liberal bir devrim çıkmaz. Ya da köylü devriminin üstüne sosyalist devrim etiketini yapıştırıp kulluk düzenine sadece ideoloji giydirmekle feodalizmden sosyalizme bir sıçrama olmaz… tıpkı sosyal demokrat yazısının üstünü boyayıp komünist yazarak sadece ismini değiştirmekle komünist parti olunamayacağı gibi.

Ne kadar radikal olmamız gerektiği ne kadar dibe battığımızla ilgilidir. 200 kiloluk biri sağlıklı kilosuna kavuşabilmek için 100 kiloluk birine göre çok daha radikal önlemler alıp uzun ve zorlu bir süreçten geçmek zorundadır. Ya da kuyuya düşen biri çukura düşen birine göre o kuyudan çıkabilmek için radikal çözümler üretebilecek yetenek patlamaları yaşamak zorundadır…

Potansiyelinde dünyanın en kuvvetlisi liberal örgütlülüğü bir lokmada yutabilecek yırtıcı bir kuvvet barındıran feodalizm hastalığından (kula kulluk eğiliminden) kurtulmak Atatürk gibi Lenin gibi muazzam karakterlerin bile yaya kaldığı has radikalizmdir. Feodalizm hastalığından kurtulmak için -liberalizmin feodalizme alternatif değil de Tramp öcüsünden kurtulur kurtulmaz dünyayı kötülüklerden ve kötülerden kurtarma işlerine el atan Co Baydın feriştesinde görüldüğü gibi feodal gericiliğin tehdidi altında kalınca dış görünüşü kurtarmayacak kadar zayıfça sosyalizme ve göçmen sorununda kalıcı çözümler üstüne kafa dahi yormazken açlıktan ölümler de dahil bebek çocuk canı nedir bilmeyen AB’nin sinsi Nazi uygulamalarında görüldüğü gibi sıkıya gelince içten içe çürümeyi dışa vurup faşizmi coşturacak kadar kuvvetlice feodalizme eğilim gösteren sınıflı toplumun çözülme süreci olduğu bilinci ile- kendimizi ve herkesi radikal çözümler üretebilecek yetenek patlamalarına heveslendirip zorlamak ve eğitim öğretimin hakkı verilerek yetiştirilmiş irade sahibi nesiller siyaset işini inisiyatifine alana kadar her türden hırsızlığa karşı radikal önlemler alıp uzun ve zorlu süreçlerden geçmek zorundayız.

Çağ atlamak

Taş devri koşullarına takılıp kalmış bir kabileden bir bebek alınıp eğitim öğretiminin hakkı verilerek yetiştirilse çağ değil çağlar atlamış olur, taş devrinden günümüze ne kadar devrim varsa o bebeğin özgün hikâyesinde hepsi tek seferde gerçekleşmiş olur. İlkel ve kanlı feodal milliyetçilik patlamalarıyla çöküşü tamamlanan SSCB kulluk düzeni değil de gerçekten sosyalist eğilimde olsaydı 70 yıllık zaman diliminde dünya devrimini başarabilecek ejderhalar ordusunu çok rahat yetiştirebilirdi.

Birbirini tetikleyen ve besleyen devrimci atılımlarla geçen Aydınlanma Çağının gösterdiği gibi bugünlere uygarlık zaten bir çağdan diğerine atlayıp gelmiş ama bir de hâlâ daha Orta Asya steplerinde at koşturan koyun çobanı kafasını aşamamışken liberal ile aşık atmanın ağır bedellerini ödeyen ve daha çok ödeyecek olan Türkiye gibi feodal ve öncesindeki binlerce yıl gerilere gidecek kadar ilkel geleneklere takılıp kalan Gayya kadar çok korkulası örnekler var. Aydınlanma Çağının kanıtladığı gibi bir süreç olan çağ atlamayı (devrimi) hızlı ve sağlıklı bir biçimde nasıl yönetebileceğimiz üstüne kitlesel soyutlama fırtınası başlatıp üretken istikamette yürütemezsek evrim yarışında birinci olması nedeniyle besin zincirinin tepesine kurulan liberal örgütlülük karşısında karşı ya da taraf olduğuna bakmaksızın her halükârda nal toplayan olmak dışında neye istinaden bir üstünlük şansımız olsun ki.

Ortadoğu’nun ortaçağı

O bir yürüyen oksimoron, eğer birinci masum olmasaydı şahsını ve mezhepçiliği kökünden dinamitlemek için AKP’ye sızmış laikçi ajan diye damgalanırdı. Liberalin bundan böyle Erdoğan’a göstereceği tek nezaket Kırım Kongo kanamalı ateşi kenesini deriden sökerken gösterilen tıbbi incelik gibi olacak çünkü iş yapabilmek için gerekli olan asgari standartlara sahip değil. Liberal adam gibi el pençe divan uşak ister, ‘liberalin burnu akarsa ben zatürre olurum’ duyarlılığıyla uçarcasına işe koşan jet motorlu uşaklık ister ve bir de zaten mikrobiyotanın hışmına uğrayan kurtulamaz. Uzaylı Osmanlılar yardımına gelmiyorsa askerî vesayet gibi bütün mesaisi makam kabadayılığıyla kendinden ikrah ettirip düşman biriktirmek olan mezhepçinin çöküşü durdurulamaz,

Şimdi esas mesele laikçi. İktidarda yozlaşmak bir bela ise muhalefette yozlaşmak bin bela. Muhalefet gelecektir, yozlaşmış muhalefet kâbus gibi bir gelecek. Muhafazakârlık tarihte ilk kez seçmen iradesiyle yönetimden alınacak ve Türkiye’nin sıçrama yapabilmesi için emsalsiz bir fırsat yakalanmış olacak. Ne var ki CHP tarihsel misyonunun farkına varacak gibi görünmüyor. Fransız kültürüne özenerek dünyaya gözünü açan ama o gün bugün Fransız Devriminin sonuçlarını dahi taklit etmek için en ufak bir çabası olmayan laikçinin geçmişten sabıkalı olduğu üzere Atatürkçü pozuyla sırıtarak hırsızlık yapmaya ve Batı kültürlü pozuyla kırıtarak üstünlük taslamaya duyduğu açlık ölümcül sınırlarda ve torbacı ihtiyarların ve fırsatçı gençlerin şovundan başka muhalefetin görünürde bir eylemliliği yok. Partinin kendisinde bütün bir toplum gibi boydan boya feodal eğilim hüküm sürüyorken güçlendirilmiş parlamenter sistem önermesi -ilkokul matematiği bilen bilir ki zayıfken bir götüren güçlendirilince üç götürür beş götürür- ötesinde gerçeküstü bir formül icat edemediyse CHP bu topraklar için hayat memat meselesi olan tarihsel fırsatı laikçinin sığ ve sakil emellerine kurban edecek, bir çuval inciri berbat edecek.

Jüpiter’in Büyük Kırmızı Lekesinden eski laubalilik fırtınasıyla zengin fakir mebus kul koca ülke toptan zom olduk. Rakıyla zom olan şair gibi laubalilikle öyle bir zom olmuşuz ki sarhoşken belediyenin kazdığı çukura düşüp şairin yanlış teşhis yüzünden öylece ebediyete intikal etmesi gibi imkân dahilinde olduğu halde kuvvetle muhtemel Ortadoğu foseptiğinden çıkışa geçtiğimizi görmek nasip olmayacak.

Ortaçağda Batı içsel dışsal çoklu baskı altındaydı, kendi ortaçağında bugün 21’inci yüzyılda Türkiye de çoklu baskı altında ama ortaçağın Batısından farklı olarak aynı zamanda liberalin karadelikten bile masif öyle yoğun manipülasyonu altında ki Batılılaşma ile başlayan birkaç yüzyıllık eziklik tufanı Ağrı Dağını aştı, seksen küsur milyonluk koca ülke operasyon yönetebilecek küçük bir ekip dahi çıkaramayan bir çöl. Yeni bir CIA operasyonu bir Güney Kore yaratmasa da 2000’lerdeki gibi birkaç yapısal önlemle muhasebeyi bir nebze düzgün tutarak Türkiye’nin batmasını durdurabilir. Ya da diğer şans köpek eğitir gibi gâh canını yakarak gâh şeker vererek İspanya’yı faşizm genelevinden çekip çıkaran AB sindirip kullanmak yerine bir parça toparlamak için bir elinde havuç bir elinde sopa Türkiye’yi ele alabilir. Tabii bunlar kendini kâinat sandığı için her şeyi benlik davasına indirgeyen lümpenlere seçenek olabilir.

Kelebek etkisi

Borandan Güneş rüzgârına volkan patlamasından süper novaya yersel ya da göksel, salgından tedaviye depremden inşaata doğal ya da sosyal bütün fenomenlerde rahatça gözlenebileceği üzere kümülatif olsun olmasın her iş kelebeğin kanat çırpmasından küçük kuvvetlerin birikmesiyle gerçekleşebilir ve süreç diye kavramlaşır. Orijinal metaforunda vurgulandığı gibi örneğin enerji havada birikir ve birikim o hâle gelir ki fırtınaya dönüşmesi için kelebeğin kanat çırpmasından bile küçük son bir enerji yüklenmesine kalır iş.

‘Her an fırtına patlayabilir’ diyemeyiz çünkü hava olaylarındaki birikimin izlenmesinde ilgili bilimler birkaç günlük öngörü yapabilecek bir manipülasyon için teknoloji geliştirmeyi başardı ama ‘her an deprem olabilir’ diyoruz çünkü ilgili bilimler yer hareketlerindeki kuvvet birikiminin izlenmesinde henüz kayda değer bir manipülasyon için bir teknoloji geliştiremedi.

Yüz yıl öncesine kadar biriken veriler yüz yıl öncesinden günümüze kadar biriken verilere oranla devede kulak bile olmadığı halde birbirinden kıymetli yaşamsal verileri magazinden bin kat küçültücü ve köreltici bilim pornografisinin suistimaline terk edip onca yenilgiden bir iki bir ders çıkarmaya çalışmaksızın yüz yıl öncesindeki küflü verilerle liberalin gülüp geçtiği taklit makaleler üretmenin ötesinde işçi sınıfının işi uyanmasını bekleyen yanlış yorumlanmış pasif strateji yüzünden devrim yolunda iz sürmenin mutlak koşulu kitlesel soyutlama fırtınası işletemediği ve ona bağlı olarak enternasyonal örgütlülük ilkesinin tam tersi sekter bir tahammülsüzlükle yerelde bile bin parçaya bölündüğü için üzerine ölü toprağı serilmiş gibi özgüvenini ve iradesini kaybeden devrimci eğilimin nasıl ve ne kadar biriktiğini depremi bilemediğimiz gibi bilemesek de katkı yapmaya çalışmak dışında bir umut olamaz.

Zamanda ve mekânda sınır tanımayan kitlesel soyutlama fırtınası başlatabilmek için devletçi yobazlığa tutulmuş ya da aktivizm işleriyle sağda solda kendini avutmaya çalışan veya başka bir istihdam seçeneği olmadığı için boyun eğmiş görünen devrimci eğilimi şahlandıracak belki kuarktan bile küçük o son devrimci enerji yüklemesinin hangimizden geleceği asla bilinemez.

Yabancılaşma

Deprem fırtına salgın vb felaketlerde değil sadece, kozmostan sürekli çıkan ses hep aynı nakarat: bana hükmedin… Hükmetmek bilmeyi, bilmek evrimi gerektirir ve evrimin motoru kesinlikle seleksiyon olamaz, illa bir devrimci enerjiye gerek duyar. Darvinci evrim teorisini aşabilen için evrim kozmosundur, bizler unsuruz. Bütünsel bir organizasyon olarak evrim her şeyi ve hepimizi kapsayan kozmik bilgi işlemdir.

Bir zamanlar bizim de kozmik bir potansiyel olmamız gibi kozmosun potansiyelinde akla hayale gelmedik sınırsız güç ve teknoloji çekip çıkarmamız için bizi bekliyorken 150 milyon yıllık sözde hükümranlığı kozmik ölçekte kıytırık bir göktaşıyla son bulan dinozor türü gibi biyolojik ya da fiziksel bir belaya çatıp zaten hiç olmamışız gibi kozmostan silinip gittikten sonra trilyonlarca trilyonlarla hüküm sürmek bir anlam ifade etmez.

Travmalar ve ihtiraslardan kaynaklı gerçekdışı beklentilerle bozgunlara neden olan hayalperestliğe kafa tutabilmek için piyango satın almaktan vazgeçmek gibi devrimci mücadele önce ümitsiz vaka olduğunu kavramakla başlayabilir. Ölüm olduğu için yaşam ümitsiz vaka, pattadak olmadığı için evrim ümitsiz vaka, kapsanamaz kavranamaz olduğu için kozmos ümitsiz vaka…  Yaşama pamuk ipliğiyle bağlanmaktan öte bir evrim motivasyonu içermeyen seleksiyon eğilimini aşamadığı için Türkiye dinozor türü kadar ümitsiz vaka… Ama mevcuduz.

Ve seçeneksiz: ilgili deneylerin kanıtladığı gibi sırf çoğunluğa uyum sağlama dürtüsüyle göz göre göre yanlışa doğru dedirten seleksiyonun boyunduruğunu kırıp irademizi sahaya sürerek bizler bugün de milyar yıl sonra da Ortadoğu foseptiğine sıkışsak da galaksiler kümesine hükmetsek de kozmosun kendiliğinden kaderini aşabilmek için kendimizi ve herkesi salt devrimci mücadeleye alıştırarak ancak evrimimizi sürdürebiliriz. Devrimci mücadele verirken de bir felaket defterimizi dürebilir -öyle ümitsiz vaka- ama seleksiyon kapsamındaki diğer her yönelim yok edici felaket gelene kadar dinozor türü gibi boşa zaman harcamak anlamında hayat bilgisinden sapma olacağı için yabancılaşmadır.

‘Neden kozmik uygarlık?’ sorunsalının cevabı hayat bilgisinden sapma anlamında yabancılaşmaya karşı sayısız bilinçli iradeye gereksinim duyan sonsuz ekonominin (bilgi endüstrisinin) ihtiyaç olduğunu idrak edebilmektir.

Mutlak hırsızlık

Öldürmenin ötesinde bir hırsızlık olamaz ama birinin canını alabilmek ya da herhangi bir şeyini çalabilmek için önce cebren ve veya hile ile kısmen ya da tümden öz yetkisini ele geçirmek gerekir. Hırsızlık işlerinin toplumculuk (kamuculuk) adı altındaki ideolojik kutsamalarla yürütüldüğü devletçilikte yönetme yetkisi doğrudan doğruya gasp edildiği için yönetme yetkisini alengirli oyunlarla elinde tutmaya çalışan liberalizme nazaran hırsızlık mutlaktır. Ondandır ki gelişmiş ülkelerdeki sosyal yapının işleyişinde kısmen sosyalist eğilimin belirleyici olması nedeniyle içine atmak zorunda kaldığı vahşiliğini, kulluk düzeninde hiçbir savunma mekanizmasını hiçbir yönde geliştiremediği için sudan çıkmış balığa dönen devletçi toplumlara boşaltarak kapitalist eğilim kendini tatmin etmeye çalışıyor.

Liberal ne kadar dominant olsa da sosyal yapı düzenlenirken sosyalist eğilimin görece etkin olması sayesinde Batının Nordik ülkeler gibi usturuplu örneklerine karşın devrim kavramının içini boşaltmaktan başka bir sonuç üretemeyen Doğu Blokunun eski kulluk düzeninde millet iki lokma karnını doyurabiliyordu diye kimi kuvvetli akılların hâlâ devletçiliğe övgü düzmeye çalışması feodal eğilimin kök söktüren bir hastalık olduğunu gösterir.

Kendini akıl küpü sanan Gorbaçov’un meseleyi liberal dünya ile ilişkilere indirgemesi ve liberal dünyaya yönelmesi tam da kendi toplumunu aşağı gören (muhatap almaya layık görmeyen) feodal (devletçi) kafaya yaraşır SSCB’nin (ümidin) işini tek vuruşla bitiren bir zalimlikti. Oysa liberal dünyayı en ufak bir muhatap almaksızın ve en ufak bir zayıflık belirtisi göstermeksizin tepede kararlar alıp uygulamayı dayatmak yerine kurallarını ve kurumlarını hazırlayıp liberalin provokasyonlarına karşı istihbarat ve güvenlik güçlerinin seferberliğiyle siyaseten sindirmek yerine bu sefer siyasette güvenliği sağlayarak ve özendirerek Doğu Bloku kapsamındaki -yöneticiler ve komutanlar haricinde kalanlar işçi sınıfı olduğuna göre- karar alma ve uygulama sürecine herkesi dahil etmeyi deneseydi liberalin canına minnet yıkıcı gösterilerin nedenini ortadan kaldırarak patlamaya hazır kitlesel enerjiyi üretken istikamete yönlendirip sorunların çözümü için beyinsel enerji seferberliğini böylece başlatmış ve böylece proleter bireylerin öz yetkisini bir parça tanıyarak Paris Komünü ruhunu canlandırmış, hımbıllık yüzünden tıkanmış kan damarlarını tıbbi müdahaleyle açmak gibi siyasal süreci doğrudan yönetim bilgisine açık bir sisteme dönüştürerek -işçi sınıfının yönetime doğrudan katılması anlamında- proletarya diktatörlüğüne fırsat vermiş olacaktı. SSCB gene de yıkılabilirdi ama liberal kurnazlığın karşısında pisi pisine güme gideceğine Paris Komünü gibi ama top tüfek yerine bu sefer teoride ve uygulamada üretken yaratıcılık kuvvetiyle çarpışarak yenilecek ve bize umutsuzluk yerine Paris Komünü deneyiminin çok ötelerinde devrimci bir deneyim, sayısız dersler çıkarabileceğimiz bir devrim üniversitesi miras bırakmış olacaktı.

Başta liderlik olmak üzere her türden üretkenliğin başka bir kaynağı olamayacağına göre toplumu sadece iktidar aracı görmek ölümcül bir yanılsama olarak salt yabancılaşmadır.

Cennet sendromu

Çölün ortasında bazen bir avuç su, kıtlıkta bazen bir lokma ekmek… gâh para gâh şöhret gâh makam rütbe ya da gâh mevzusu en çok yapılan aşk… ama olsun da soğanın başı olmak olsun illa da padişahlık… konum ve duruma göre çeşitli kisvelere bürünmekle birlikte sanırız ki iktidara ulaşınca mutsuz olmanın mümkün olmadığı cennetimize kavuşacağız. Titanlar katına yükseliyormuş gibi en büyük ödüle kavuşma şehvetiyle iktidara yürüyen seçkin karakterler keyfi gücün bozucu etkisi yüzünden dehasının çoğunu insanlığa aktaramadan göçüp gitti, öbür dünya varsa hepsi hiç durmadan ağlıyordur.

İktidar olmak ve iktidarda kalmak sahte cennetlerin en yıkıcısıdır, vahşi yaşamı boydan boya kaplayan amansız gaspçılıktır. Uygar yaşamda görev vardır ve görev külfettir, bir ödülü varsa o da başarmaktır. Görev üstlenmek başarısız olmaktan ölesiye korku duymayanların harcı olamaz.

Liberalizmde herkes personel olduğu için göreve atanmak ya da göreve seçilmek dışında kimsenin iktidar olamaması liberalizmin görece üstünlüğüdür. Liberalizme özgü görev tanımı ise milleti oyalarken tabii ki liberale hizmet etmektir. Örneğin Obama sadece yetenekleriyle değil derisinin rengiyle de liberale hizmet etti ve krizden çekip çıkaracağına dair büyük umutlar besleyen kitlelere karşı oyalayıcı işleviyle sınırlı kullanıldığı için o tepkisellik Tramp’a seçimi kazandırdı. Tramp personel olmaktan fazlasını isteyebilecek kadar gerçeklikten yoksun olduğu, görev süresi boyunca oynayabileceği zaten bir sürü şatafatlı hediyesi varken açgözlü davranıp başkanlık yetkisini padişahçılık oynamak için suistimal etmeye çalıştığı için kuşatılıp elendi.

Yabancılaşmaya kapalı gerçek (üretken) görev tanımına ulaşmak liberalizmin görev tanımını aşmaya bakar ve ancak ondan sonra siyaset işi liberal örgütlülüğe kafa tutabilecek eşiğe ulaşabilir.

İş yapmak

Liberal başta olmak üzere vahşi eğilim iş yapmak deyince hırsızlığı anlar ama sırtlanın her şeyde et görmeye çalışması gibi vahşi eğilim her önermede zaten hırsızlığı anlar; o bir yana.

Bir uzay uygarlığı iletişim kurup isteğimizi sorsa iş yapmak dışındaki diğer her önerme pasif hırsızlık olarak bizi dilenci durumuna düşürür. Birbirimize ve herkese karşı iş yapmak dışındaki her teklif her dayatma kendimizden çaldırmak ya da başkalarından çalmak anlamında hırsızlığa çıkar.

Bunca yüzkarası deneyimden sonra hukuk kavramına ulaşılmışken hâlâ ahlaktan etikten medet umar sözler eden ya saftır ya da şarlatan, gerçek dünyada komşusu açken uyuyan komşusunun yemeği olur. Dün aç komşu rolüne mahkûm edilen mezhepçi iktidara çöreklenince önce gaflet uykusundaki askerî vesayeti yedi, sonra ormanmış yaylaymış dereymiş adaymış yedi de yedi, yiyor da yiyor… Bugün aç komşu rolüne mahkûm edilen laikçi yarın iktidara çöreklenince önce ayakta uyuyan mezhepçiyi piranalar gibi dört bir koldan saldırarak yiyecek ve sonra çekirge sürüleri gibi önüne ne çıkarsa…

İş yapmanın sevmekle nefret etmekle şu bu ideolojiden olmakla vs bir ilgisi yok, birbirimizi yemek hepimize kaybettirdiği için siyaset işini hep birlikte yapmak zorunda odluğumuzu idrak edemezsek Türkiye olarak şu dejenere hâlimizle her bir sonraki nesilde daha zayıf düşerek zaten kendimizi kendi elimizle tarihten siliyoruz.

Her şey ya kaybettiren ya kazandıran bir iş ve kimsenin ve bir şeyin iş yapmak dışında bir seçeneği yok. Kozmos için iş kendisidir, canlılık için iş seleksiyondur ve bize gelince dinozor türü gibi kökümüzü kazıyacak bir bela ile karşılaşana kadar pineklemek akıl kârı olmadığına göre bizim için iş bundan böyle tek istikameti sınırsız kozmik güce ulaşmak olan devrim oğlu devrimdir, kâinatta ne kadar devrim varsa hepsidir.

Bilinci az çok uyanmış olanlar açısından evrim yöntemi bundan böyle devrimci mücadele ise ve ortada bir devrim yoksa demek ki siyaset işinde bilimsel olmayı henüz beceremedik.

Bilimsellik

Somut sürece mutlak esaret olarak salt iletişim (veri alışverişi) ile ilgilidir: Teşhis ve tedavi sürecinden rahatça gözlenebileceği üzere somut süreçten soyutlama sürecine ve soyutlama sürecinden somut sürece kesintisiz veri alışverişi (iletişim) ile işleyebilen hem süreç odaklı hem de sonuç odaklı bir sarmal olmak zorundadır. İletişim standardından bir anlık bir sapma bile bütün süreci bir kısmıyla ya da tümüyle bilimdışına düşürebilir; arz edilmiş ürün geri çağrılabilir, hasta kaybedilebilir, bina yıkılabilir, uzaygemisi infilak edebilir vs.

Bilimsel sürece özgü iletişimde asgari standardı başarabilmek için başta teknoloji olmak üzere belli bir bilgi birikimine ulaşmak gerekir, ki ilgili bilgi kümesi hayat kalitesine belirgin bir fayda sağlayabilsin. Önceki karşılaştırmalı örnekte olduğu gibi hava olaylarında öngörü yapabilecek bir fayda sağlanmışken yerkabuğu olaylarıyla iletişimde asgari standart için gerekli bilgi birikimi gerçekleştirilene kadar depremler ve yanardağ patlamaları sürpriz yapmaya devam edecek.

Kuantum mekaniği ve uzay bilimlerinde kaliteli ve yeterli veri toplayabilmek için gerekli olan atom altı ve uzay olaylarıyla iletişimde asgari standardı başarabilecek bir bilgi birikimine şimdilik ulaşılamadığı halde kapitalizmin genelev koşullarında bütçe koparabilmek için ayrıca liberali mutlu etmek gibi ince bir hizmet sunmak zorunda olan ilgili bilimciler az sayıdaki kalitesiz veriyi kötüye kullanarak arkası-yarın dizisi gibi senaryolar yazıp cafcaflı simülasyonlar eşliğinde biteviye arz etmek zorundalar çünkü bilimsel kaygı yerine mesele kendini geliştirmek ve erginleştirmek için zaman ve imkân bulamayacak şekilde başını pornografiden kaldıramasın da gözünü açamasın diye utandırılma korkusuyla iradesi baskılanıp özgüveni örselenerek bağımsız akıl yürütemeyecek derecede medeni cesareti kırılmış şaşkınlara kesintisiz satış yapabilmektir.

Kuantum mekaniği ya da uzay bilimlerinde kanıtlanması ya da çürütülmesi şimdilik olanaksız rasyonalist rasyonel masallar uydurarak yevmiyeyi doğrultan bir bilimciye oranla sonuçları sıcağı sıcağına sınanan tıp biliminden bir uzman somut sürece sıkı sıkıya esirdir ve hastalık olaylarıyla iletişim standardında sapma olabilecek en ufak bir hata bile kariyeri için büyük risk içerebilir, o yüzden bir doktor atıp tutma ihtiyacını tıp dışındaki alanlara yönelerek gidermek zorundadır. Aynı şekilde spekülasyona geçit vermeyen gerçek uzay işleri öyle pornografik kakalamalara benzemez, somut sürece esaret her bilgi kümesinde olması gerektiği gibi korkulu bir kâbustur. Örneğin uzaya araç gönderme sürecinde ilgili bilimciler bakarak cam kırmaya çalışıyormuş gibi tam yoğunlaşmayla kesintisiz kafa patlatmalar eşliğinde ne kadar ne yapsalar da gözden kaçan bir küçük bir hata bütün projeyi imha edebileceği için görev başarılana kadar diken üstünde olurlar.

Mecbur kaldığında bilimsellik nimetine sağlamca odaklanabilen bilimcinin öznellik sapkınlığına sıvışma fırsatı yakaladığı an su koyuverip işi pornografiye vurmasından anlaşılacağı üzere bilimsel sürece özgü iletişim standardının bilgi birikimine dayalı nesnellik boyutu dışında bir de erginliğe dayalı öznellik boyutu var ki tıpta olduğu gibi yeminler üstüne yeminler ettiren ve konusu siyaset olan bu makalede bizi asıl ilgilendiren gerçek lanetimiz odur: nesnel olmak, objektif olmak, tarafsız olmak, eşit mesafede olmak gibi deyimlerle ilkesini bulmaya çalışan bilimsellik, çifte standart illetinin şakasına dahi anlayış gösteremez.

Örneğin insan anatomisi için insan kadavrasıyla iletişim kurmak ve karınca anatomisi için karınca kadavrasıyla iletişim kurmak farklı standartlarda olamaz, insan anatomisine oranla karınca anatomisini karıncayı küçük gördüğümüz gibi küçük görüp karınca kadavrasıyla üstünkörü bir iletişim kurmak bilimdışına düşmektir. Ya da kendi soyumuzu fasulyenin soyuna oranla iletişim standardını başka türlü bir kutsiyet seviyelerine taşıyarak ele almaya çalışmak bilimsellik sınırları içinde olanaksızdır.

Bir doktor hastalık olaylarıyla iletişim standardını bir robot gibi başarıp yemini gereği hastalarına karşı sorumluluğunu hakkıyla yerine getirdikten sonra kalan zamanının her saniyesinde herkese ve her şeye karşı tamamen tutarsız saçma sapan bir iletişim sürdürse bile bilimci payesini hak eder ve uzmanlığında tercih edilir.

Bu tespit bütün bilgi kümeleri için geçerli iken siyaset -ve çağımızın sorunlarına binaen siyasetle bütünleşmesi gereken esasında felsefe- kurala uymaz, her şeye karşı her an iletişim standardı başarılamadan aklın yolu bir olamaz; felsefe yapılamaz ve politikacılık bilimselliğe yükselemez.

Politikacılık

Amaçlılık nedenselliği dayatır ve amacımıza ulaşabilmemizin tekniğini (yöntemi) geliştirme motivasyonuyla beyinsel enerji patlamaları tetiklenir.

Tarihin kapitalizm evresinde liberal ve özentisi olmayanlar açısından politikacılığın kabul edilebilir asgari amacı her anlamıyla her alanda liberal örgütlülüğü ve üretkenliği aşabilecek bir örgütlenme ve üretkenlik geliştirip zaman ve mekân göreceliğini kırarak liberale üstünlük kurmak ve liberalle birlikte bütün sosyal yapıyı azami amaç olan kozmik uygarlık istikametinde yöneterek gelecek nesilleri üstünlüklerle teçhiz etmeye çalışmak olabilir. Ne var ki çoktan posası çıkarılmış devrim girişimlerinin kanıtladığı gibi hastalıktan (bilimdışılıktan) kurtulmaksızın zindelik (bilimsellik) gerektiren işlere girişmek intihar olur.

Post thurt politics deyimi iyi hissettiren bağımlılık yapıcı psikiyatrik narkotik maddeler kullanmaya benzer şekilde ilgili topluluklara hem üstünlük hissi yaşatabilecek ve ona bağlı olarak sokak kavgasında ele geçen olur olmaz her şeyin cephane olarak kullanılmasına benzer şekilde hem de ötekileştirilen hasım topluluklara aşağılık hissi yaşatabilecek argüman arzını tanımlar. Politik eğilimler arasında nefret duygusu ile birlikte küçümseme şehveti bilendikçe ilk bakışta gülünç olduğu anlaşılan argümanları bile sorgulamadan kullanma çılgınlığı öyle bir çığırından çıkar ki siyaset dışkı savaşına dönüşür ve politikacılıkta bilimsellikten söz etmenin kendisi gülünçlük olur.

Amaç kazanmak olduğu sürece her şey bir ders olmalı ve kazanmak çoklu okumalar yaparak dersler çıkarmakla, dersler çıkarmak ise bilimselliğin başlangıç ilkesi olarak ne varsa her şeye karşı her an bir kamera gibi iletişim standardını başarmakla olanaklı olabilir.

İletişim standardı başarılamadan Kuran’daki bütün yaşamsal faaliyetleri önceleyen ilk emir yerine getirilemez: ne matematiksel okuma yapılabilir ne fenomenal… ne tarih okunabilir ne de gerçek zamanlı işleyiş… Teori ve uygulama pornografiye düşer, kazanıyormuş kafasını yaşamak için yırtınmak (mastürbasyon) politikacılık sanılır.

İddiası bilinç olan bir irade şimdilik imkânsız olsa da bir arabayı ya da bir cep telefonunu incelediği gibi aynı iletişim standardıyla kendisini inceleyemediği sürece arabasını ya da cep telefonunu bildiği kadar bile kendini bilemez ve yabancılaşmayı aşamaz; vahşi yaşama özgü çok zaferler kazanabilir ama devrimi asla, başarısız devrim girişimlerinin molozlarıyla dolup taşmış devrim vadisinde liberalin öpmelere koklamalara doyamadığı geçit vermez molozlardan anca bir moloz olabilir.

Kazanmayı öğrenmek

Sanmayın ki devletçiliği galebe çalan liberalizm, aklın çalışmasına yol vermediği için devletçilik Sun Tzu’nun tabiriyle liberalizme kazanma fırsatını kendi veriyor ve gül gibi ideolojiler giydirilip sayısız kez denense de yanaşık düzen koşullarına hapsedip bütün bir topluma kocalık taslamak gibi Einstein’ın tabiriyle farklı sonuç almak ümit ederek sürekli aynı şeyi yapmak anlamında deli işi bir saplantı olduğu için devletçilik tükenene kadar liberalden kötek yemeye talim edecek.

Kazanmayı öğrenene kadar kaybetmemeyi öğrenmek kaybetmelere doyamayan devletçilik vartalarından okumalar yapmakla mümkün olabilir.

Kazanmayı öğrenmek ise kazanan bir tek liberal örgütlülük olduğuna göre liberalizmin tarihsel hikâyesi ve gerçek zamanlı işleyişinden okumalar sonucu çıkarılan dersleri özümsemek ve üstüne katkı yapıp geliştirmeye çalışmak ile mümkün olabilir. Aksi hâlde o gün bugün liberalden yediği dayakların haddi hesabı olmadığı halde özeleştiri istikametinde en ufak bir akıllanma belirtisi göstermeksizin sanki liberali hep ve hâlâ döven kendisiymiş sanrısıyla burnundan kıl aldırmayan Marksist gibi dayak arsızı oluruz. Zayıflıklarımızla yüzleşmek bitmez tükenmez bir işkencedir ama başka nasıl erk sahibi olabiliriz ki.

Liberal örgütlülük padişahın tahtına kendince yasaları çıkardığı için padişahın üstünlüğüne tepkisellikle hukukun üstünlüğünü şiar edindi, yoksa arabanın üstünlüğü gibi dangalakça bir laftır. Putperest olmak istemiyorsak hiçbir olgu bizden üstün olamaz, bizim üstünlüğümüz olabilir. Hukuk kavramı da üstün değil üstünlüktür ama öyle bir üstünlüktür ki diğer bütün üstünlükleri en yüksek faydada kullanabilmemizi ve yeni üstünlükler geliştirebilmemizi sağlayan yegâne sosyal algoritmadır.

Ortada çözülmesi dâhilik gerektiren bir sorunsal yok, salgınla mücadelenin ortaçağ ambiyansında acayip uzamasından rahatça okunabileceği üzere sosyal yapıyı oluşturan bütün bilgi kümelerinin en yüksek faydada işleyebilmesi doğrudan ve tamamen siyasal işleyişe bağlı olduğuna göre siyaset bu denklemde sosyal yapıyı oluşturan bütün akılların merkezindeki akıl olur.

Liberalin kendisini özgürleştirmek için işlettiği kuralları bilinçli irade eğilimi olarak hukuk kavramı hükmünde güncelleyip yeni kurallarla zenginleştirerek siyaset sürecini aklımıza ket vuran dumura uğratan olumsuzluklara kapalı bir sisteme dönüştürüp üretken yaratıcılığımızın (düşüncenin)  önünü açarak biz de kendimizi özgürleştirebilirsek liberal örgütlülüğü aşabilen sosyalist örgütlülüğe ulaşabilir ve her alanda her anlamıyla üretken üretimi kısa zamanda zirvesine taşıyarak hayat kalitesini liberal dünyanın yanından bile geçemeyeceği seviyelere yükseltebiliriz. O aşamadan sonra hırsızlığa bağımlı olanlar dışında zekâ göçüne konu olanlar dahil kimse liberal dünyayı tercih etmeyeceği gibi zaten liberal örgütlülük dominant özelliğini kaybeder, üretken istikamette daha çok akıl istihdam edebilen sosyalist örgütlülük tarafından tükenene kadar güdülen olur.

Söylemesi bu kadar kolay ama uygulamaya geçebilmek için çok şey olmak gerek… Muhammed olmak gerek, Lenin olmak gerek… bir üç beş değil sayısız Muhammed sayısız Lenin olmak gerek…

Lenin olmak

Bir tarafta sayısız kalabalıklar, diğer tarafta bir birey; sayısız kalabalıklar bir hayhuy bir curcuna içinde uçuruma koşuyorlar ise kazanma şansı bir bireyle sınırlı kalır.

Lenin’den başka siyasal ve toplumsal olayları (gerçek zamanlı işleyişi) an be an okuyup çözüm geliştirme (öngörebilme) erginliğinde bir ikinci evrimsel istisna olmadığı için ölü doğmuş devrime uyum sağlamaktan yana tavır alarak kaybedenlerin safına katılan Bolşevik Partiyle ters düştüğü o eşikte -film setinden farksız baştan ayağa sahtelik ve rol kesme olduğu savaşla birlikte açığa çıkınca enternasyonal ilkesine özgü bir işlevi olmadığı için enternasyonal örgütlülüğün kendiliğinden anlamını yitirmesi gibi- parti disiplini ve örgütsel ilkeler devrim sürecinde bir işe yaramadığı için kendiliğinden anlamını yitirdi. Lenin her neyi başardıysa Bolşevik Partinin kendisine boyun eğmesini sağlayarak yaptı. Çoban ve koyunlar arasında nasıl ki örgütlü bir iletişimden söz edilemez, Bolşevik Parti gerçekte güden ve güdülen iletişimiydi. Toplumla doğrudan iletişim kurabilen samimiyeti ve cesareti sayesinde Lenin parti disiplini ve örgütsel ilkeleri birçok kez ezip geçti, aksi durumda seleksiyona takılıp kalmış Bolşevik Partiye boyun eğse ne iktidarı ele geçirebilir ne de iktidarda tutunabilirdi. Devrim öncesi ve sonrası elden ayaktan düşene kadar geçen o birkaç yıllık zorlu süreç boyunca ayaklanma kararından Almanya ile anlaşma yapmaya ya da devlet kapitalizmini bir parça gevşetmeye kadar aldığı her kararda Lenin önce yalnız bırakıldı, sonra herkes Lenin’e boyun eğmek zorunda kaldı. O güne kadar Lenin isminden hiç haberi olmayan halkın her an desteğini çekebileceği bilinciyle aslında sadece iktidarda tutunabilmek için sınıflı topluma özgü sıradan politikalar yürüten Lenin’in neyi niçin yaptığını anlayan yoktu, bir çocuğun büyüyene kadar bir yetişkine tutunmaktan başka bir seçeneğinin olmadığını gensel aklıyla bilmesi gibi tek bildikleri iktidarı sağlama alana kadar Lenin’e tutunmaktan başka bir seçeneklerinin olmadığıydı.

Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra saray gericiliği açısından tutunmayı gerektirecek bir değeri kalmayan Atatürk gibi pasifte kalsa Lenin’i belki tepedeki sırça köşkte halktan izole ederek devrime yabancılaştırmakla yetinebilirlerdi ama meydanlara inmekten üşenmeyen gocunmayan korkmayan karakteri sayesinde Lenin’in doğrudan halkla iletişim kurabilen ve tekrar tekrar ayaklanma başlatabilecek önlenemez atılganlığı, yüksek makamlara çöreklenenler açısından ölesiye korkutucu olmalıydı. İktidar sağlama alındıktan sonra kuvvetle muhtemel önce gıcığın teki Lenin’i zehirleyip ölmesini beklediler, sonra safın teki Troçki’nin kıçına tekmeyi yapıştırdılar, sonra da birbirlerini yediler ve en sonu devrim umudunu yiyip bitirerek insanlığı bir dışkı deryasının (liberalizmin) ortasında darmadağın bıraktılar. Hiçbir gelecek umudunun kalmadığı, dolayısıyla bir amaç bir beklenti olmaksızın yaşamın bir hayvan gibi körü körüne sürdürülmeye çalışıldığı şimdiki distopik zamanlarda insanlık dışkı deryasının ortasında delicesine çırpınarak dışkıdan tereyağı çıkarılır mı, onu deneyimliyor.

Karmaşık bir görüntü verse de cansız yapıda hiyerarşi aşırı basittir, görece kuvvetliye tutularak birbirine tutunur ve hepsi birden en kuvvetliye tutulur. İki ayaklı memeli de örneğin ait olduğu Güneş Sistemi gibi görece kuvvetlinin yörüngesinde birbirine tutunmuş ve hepsi birden en kuvvetli Batıya tutulmuş edilgin hâli ile hiyerarşide aşırı cansız bir görüntü veriyor.

Yeni mezun genç bir araştırma görevlisiyken Güneşin büyük oranda hidrojenden ve küçük oranda helyumdan oluştuğunu keşfederek uzay bilimlerinde kilometre taşlarından biri olan Cecilia Payne 1925 senesinde tezini coşkuyla hocasına sunar. Duayen hoca yetersiz bulup tezi üstünde daha çok çalışması için öğrencisini heveslendirmez, hayır, tipik erkek üstün tavrıyla öğrencisini utandırıp motivasyonunu oracıkta boğuverir. Takdir ve övgü beklerken psikolojik destek ihtiyacı genç kadına yıkım getirir, baba koca hoca ve sair erkek sözü dinleyen uslu bir kız olup kadın hâline bakmadan bir cüret ettiği yaratıcılık işlerinden elini eteğini çeker. Babacan profesör bir daha yıllar sonra öğrencisinin doğru keşif yaptığını anlayabilir. Ve ancak ondan sonra Payne ‘asla vazgeçmemeliydim’ türü melül özeleştirilerin gölgesinde yaratıcılık işlerine ağır yaralı geri dönebilir.

Üretken yaratıcılık işleri ölmezoğlu bir zekâ gerektiren esaslı mesele ama her türden yıldırıcı saldırıya göğüs gerip meydan okuyarak yaratıcılık ürününü sonuna kadar yalın kılıç savunabilmek evrimsel erginlik gerektiren esas mesele.

Beyinsel enerjinin işleyişi bireyseldir; anadan doğma yaratıcılık kudretiyle donanmış bir ejderha olduğu halde psikolojik duvarı yıkabilecek ergince bir karaktere sahip olamadığı için tezini savunamayıp kertenkele gibi yaşamaya razı gelen Payne ile karşılaştırıldığında, irili ufaklı veya devasa hiçbir kuvvete kapılmaksızın ve tutunmaksızın düşünce işletebilecek üstünlükte bireylik bilincine yükselemeden inisiyatifin ele alınamayacağını önsel bir kavrayışla olmasa da el yordamıyla yürüttüğü mücadelede Lenin bize açıkça öğretir. Bir de öğrenebilen olsa…

Marks bir dağdı ama feodaldi. Lenin onu devrim vadisinin ortasına devirdi. Sonra da tarihsel materyalizmin dayatmasıyla devrim yolunu tıkayan feodal enkazı temizlemeye girişmek zorunda kaldı. Piyasa ekonomisine kapı aralayarak Lenin sağcılık yaptı gibi göründü çünkü devletin tarih öncesi ilk kurumlaşmasından beri var olan ve Komünist Manifestodan beri solculuk diye işlenen devletçilik gerçekte köleciliğin yegâne yöntemi olarak hiçbir anlamda hiçbir üretkenlik içermeyen sağcılığın dibiydi. Devlet gücünü kendi çıkarlarına kullanmak anlamında liberalizm de devletçidir ama açıktan açığa değil sinsice devletçidir. Batının gücü doğrudan devletçi olamaması, devlet gücünü kayıt dışı dolaylı yollarla devletin arka kapılarından sızarak kullanmaya çalışmasından kaynaklıdır. Tek istisna piyasalar (para baronları) kimi isterse onun başkan yapıldığı güya merkez bankasının bağımsızlığı ilkesidir, sınıflı topluma özgü siyasetin belirsizliği karşısında hırsızlık tezgâhı çökmesin diye sadece liberale hizmet eden doğrudan devletçiliktir.

Ekim Devrimini düze çıkarsa da devrimci politikaları uygulama fırsatı yakalayamadan öldüğü -ya da öldürüldüğü- için devrimin kaybedilmesinde Lenin’e bir suç yüklenemez. Bugün Leninist olduğunu iddia edenler, özürler ve yazıklanmaları dua gibi tekrarlayıp yenilgiye (üretimsizliğe) uyum sağlayandan Marksist olur ama Leninist olmaz, bilmiyorlar. Teoriden uygulamaya geçip hayalcilikten sıyrılma (gerçek zamanlı işleyişle yüzleşme) şansı yakalayabildiği o birkaç senelik fırtınalı mücadelesine bakılırsa Lenin ölmeseydi ne disiplin takardı ne ilke ne de ideoloji, bilimselliğe iman etme eşiğindeki bilinç seviyesine özgü kozmik bir vahiy olan “somut durumun somut tahlili” deyiminde vurguladığı gibi gerçek tanrı gerçek zamanlı işleyiş ne emrediyor, onu anlamaya ve o hızla uygulamaya çalışırdı.

Örneğin Yeni Ekonomi Politikası ile Lenin ideolojiye sadık kalması yönünde partisinden yükselen tehditkâr itirazlara hep yaptığı gibi gene korkusuzca meydan okuyarak ekonomide üretkenliği arttıracak çözüme ışık hızıyla atılırken Çin liberalden dilenerek liberalin çalışma kampı olmaya sürüklendi. Lenin’in seleksiyonu aşabilen mücadele anlayışına göre inisiyatif sadece kendisinde olmalı iken işgücü komisyon karşılığı liberale peşkeş çekilen sudan ucuz bir çalışma kampı olduğu halde okuma bilmeyenlerin liberalizme alternatif sosyalist istikametmiş gibi öve öve bitiremediği Çin ekonomisinde inisiyatif tamamen Batıda, çünkü karısının üstündeki otoritesini kaybedeceği korkusuyla özgürleştirici yasalara razı gelemeyen herif gibi devletçi kafanın da bireyleri kuvvetlendirip devletçiliği gevşeterek parti otoritesini sarsacağı korkusuyla kendi toplumunun alım gücünü geliştirmeye eli varamaz. Herhangi -örneğin savaş gibi- bir kriz durumunda Batı gümrüklerini kapattığı an Çin ekonomisi yerle yeksan olur ve bütün komisyonunu kaybedeceği için parti kısa zamanda fakirleşip bütün büyük projeleri çürümeye terk etmek zorunda kalır. Ya da Küba’da Lenin olsa devlet başkanlığı makamında onlarca yıl kös kös oturmazdı kesinlikle; geliştirdiği politikaların sağcılık solculuk olduğuna değil işlevine bakarak o ambargoya sağlı sollu bir girişir, paçavrasını çıkarana kadar bırakmazdı. Şimdilerde ürkekçe ABD ile güya ilişki kurmaya çalışıyor Küba ama hayalci olmayan herkes bilir ki liberal ilişki kurmaz, tecavüz eder ve Küba yönetiminin yapabileceği tek şey acı gerçeğe boyun eğip halkına tecavüzler ettirerek Çin’e ya da Vietnam’a hükmeden parti gibi liberalden güzel güzel komisyonunu almak.

Savaş meydanındaki meydan okumasının binde biri kadar bile bir tek politik meydan okuması olmayan Atatürk de dahil veya dünyayı dönüştürmenin mutlak koşulu örgütlenmede fanteziyi aşıp Lenin gibi zaman ve mekân göreceliğinde değişip dönüşebilen gerçekçi örgütlenme anlayışına ulaşamadığı için üyelerini yaygaracı anarşistlere kaptırarak örgütlenmesi öylece eriyip giden Marks ve Engels de dahil kendinden önceki ve sonraki liderlerin Lenin’in yanında çocuk gibi kalması inisiyatifini kullanma üstünlüğünden kaynaklıdır. Marks Engels ya da Atatürk kadar kuvvetli bir zekâsı yoktu Lenin’in ama Marks ve Engels açıkça İngiliz liberalizmine ve Engels hanesinin sömürü tezgâhına uyum sağlayıp ölene kadar öylece yaşamaya razı gelerek ve Atatürk göz göre göre saray gericiliğine boyun eğerek seleksiyona takılıp kalmışken Lenin emsalsiz bir atılganlıkla seleksiyon eşiğini aşıp dönüştürmeye girişerek birey kavramına en çok yaklaşabilen tarihsel karakter olmayı başardı.

Ne kadar uçsuz bucaksız ve sayısız çeşitlilikte olsa da kozmik aklın yolu bir (bilgi tek) olduğu için nedensellik üstünden iz sürerek bilgi birikimi oranında kısmen okuyabiliyor, öngörebiliyor, fayda sağlayabiliyoruz… cansızlardan algoritmalar geliştirebiliyor ve canlıları evcilleştirip eğitebiliyoruz. Bilinç kavramına özgü aklın da yolu bir, tabii o akılların tıpkı Lenin gibi hiçbir kuvvete tutulmadan ve tutunmadan ayağa kalkıp iman edilmesi gereken yegâne ideoloji gerçek zamanlı (kozmik) işleyişi baz alarak o yola koyulması şartıyla.

Birçok yanlışa düşebilir devrimci ama Makyavelci prens olamaz ve kapsanamayan ajan yapılamaz. Lenin’i pragmatist sanmak, yalancının dürüstlüğü ikiyüzlülük sanması gibi indirgeme illetinden kaynaklı yaygın yanılsamadır. Çizgi romanlardaki gibi damdan dama zıplayabilse Lenin’in Alman ile hiç işi olmazdı, Musa’nın deryayı yarması gibi tarihsel materyalizmi yara yara devrime çizgisel ilerlerdi… ihtiyaç sahibi bir fani olmasaydı ve hayat bir çizgi film olsaydı… ama kozmos kaka ki. Devrim sürecinde bir Lenin’i görüyoruz çünkü Lenin kalibresinde evrimsel erginliğin eşiğine ulaşabilmiş başka birey yok. Devrim de zaten dekmancılık oynayan çocuklar gibi devrimcilik oynayan koca bebelerin eline kaldığı için kaybedildi. Bolşevik Parti çok sayıda onlarca yüzlerce Lenin gibi ergin bireyden oluşsa devrimci örgütlenme kendiliğinden gerçekleşir ve kimse ayrıca ön plana çıkamadan herkes birbirini tamamlayarak devrim (akıl) yolunda ilerleme hızlı ve sağlam olurdu.

Muhammed olmak

Üretim teknolojisi ne kadar gelişse de bir fabrikanın üretkenliği mevcuttaki üretim girdisi hammadde ile sınırlanır. Peygamber’in işleyebileceği bütün yöntemsel veri, Musevilik -ve fazla bir malzeme içermediği için biraz da Hristiyanlık- olarak din idi. Museviliğin binlerce yıl öncesi kuruluş zamanından kaynaklı barbar ve sapkın içeriğini elekten geçirip Musevilik kitabındaki hikâyeleri temize çekerek kendi devrim mücadelesine uyarlayan Peygamber, antikçağ ve öncesinde yaşamadığına göre din yoluyla devrim mücadelesine girişen tek tarihsel karakter olur.

Bir kitap hedef kitlesinin kapasitesine göre işlenmek zorundadır, dolayısıyla bir kitabı değerlendirebilmek için hitap ettiği sosyal kümeyi bilmek gerekir. Örneğin hangi yaş grubundaki çocuklar için yazıldığı bilinemeden ilgili çocuk kitabı hakkıyla değerlendirilemez. Kuran da öyle, iletişim kurmaya çalıştığı kitlenin yozluk şiddeti anlaşılamaz ise çocuk kitabının bir yetişkin tarafından yazılması gibi Allah’ın kelamı da olsa hitap ettiği kitleye göre kul kitabı olan Kuran hakkıyla değerlendirilemez ve Peygamber’in gerçek dehası anlaşılamaz, devrim için mutlak gereklilik olan dersler alınamaz.

Başında yetişkin olmayan çocukların yaşamsal ihtiyaçlar dayattığında kendini oyundan koparıp ayrıca çalışmak zorunda kalmasına benzer şekilde hırsızlık oyunundan kopamayan günümüz iki ayaklı memeli popülasyonu üretkenlik olmadan hırsızlık olamayacağı için kısmen yaşamsal başarılara imza atarken çoğunlukla çizgi roman kafasıyla satış amaçlı pornografiyi işleyip duruyor, bilimselliğin (üretkenliğin) ve pornografinin (entropinin) karman çorman olduğu rengârenk janjanlı bir cümbüş görünümü veriyor.

Peygamber’in mücadelesindeki bilimsellik sade ve nettir, salt işlevselliği esas alır. Örneğin bilimsellik çocuğun diş fırçalama alışkanlığı edinmesini buyurur. Her şeyde oyun arayan çocuğun gerçeklik algısı olmadığı için diş fırçalamakla ilgili bilimsel söylemler çocuğu bunaltmaktan başka bir işe yaramaz, dolayısıyla diş fırçalamanın bilimselliği üstünden çocukla iletişim kurmaya çalışmak bilimsel sonuç üretemez. Tam tersine yetişkinlere göre basit tuhaflıklar olan heveslendirici oyunlar masallar filmler, özendirici ödüller, uzak geleceğe dönük saçma sapan vaatler vb çocuğa diş fırçalama alışkanlığı edindirebilecek bütün iletişim yolları (üretken kandırmacalar) işlevsel anlamda bilimsel olur, pedagoji diye sınıflanır. Peygamber’in gerçekten emsalsiz dehasının birinci katmanı gerçeklik algısı olarak yetişkin ve çocuk arasındaki fark gibi iki ayaklı memeli ile aynı evrimsel seviyede olmadığını kavrayabilmesi ve ikinci katmanı yöntemsel olarak dört bir koldan bütün tahrik edici saldırılarına rağmen iki ayaklı memeliyle dalaşarak değil üstünlük sahibi olmanın gereği iki ayaklı memeliyi kapsamaya çalışarak çocukların eğitimine benzer şekilde ritüeller, özendirmeler, korkutmalar, vaatler, sürekli tekrara dayalı beyin yıkayıcı söylemler ve eylemler vb iletişim yollarıyla (üretken kandırmacalarla) uygarlaştırmayı hedeflemesidir.

Farklı terminolojilerdeki farklı görünen kavramların benzerlikleri ya da ortak tanımları fiilleri üstünden iz sürerek bulunabilir. Örneğin Allah kavramını karşılayan en düşük seviyedeki fiil biat etmektir, bilinç yükseldikçe iman etmek fiiline doğru gelişim gösterir. Şimdilerde hasta iki ayaklı memelileri ayırabilme yeteneği sayesinde kendisi ya da yavruları için ihtiyaç duyduğunda acil servisin yolunu tutmayı akıl edebilen kimi kedi ve köpeklerde de gözlendiği gibi hastalanınca doktorun tıp bilgisine biat etmek kaçınılmazdır. Diğer her bilim ve meslek için aynı önerme geçerli olduğuna göre bilgi kavramına (bilimsellik ilkesine) biat etmek hayatın mutlak koşulu olmaktadır. Bu akıl yürütmeye göre biat etmek fiili üstünden iz sürüldüğünde soyut Allah kavramının somut karşılığı bilgi kavramı olur. Ne var ki evrensel bütünlüğü bilemediğimiz için bilgi kavramı gene soyut kalmaktadır. O halde uhrevi Allah kavramının dünyevi karşılığı olan bilgi kavramına biat etmek, temsili evren olarak kozmosa (kozmik bilgi işleme – gerçek zamanlı işleyişe) biat etmektir. Örneğin salgın bize gerçek zamanlı buyruklar yağdırmaktadır ve salgının buyrukları, iki ayaklı memelilerin birbirlerine savurdukları buyruklar gibi birbirine yönelik manipülasyon amaçlı değil, tam tersine bizim salgına hükmedip kendimizi özgür kılabilmemiz için anlamak ve uygulamak (biat etmek) zorunda olduğumuz buyruklardır.

İman etmek ise bilinç seviyesi yükseldikçe kazanılan kapsayıcılıkla öngörüye dayanarak biat etmektir. Salgın deprem göktaşı çarpması güneş fırtınası vd irili ufaklı ve devasa fiziksel ve biyolojik felaketleri en ufak bir hasar veremeyecek şekilde etkisiz hâle getirebilecek savunma mekanizmaları geliştirebilmek, Allah kavramı gibi kozmik yasaların da kandırılamaz olduğunu kavrayabilecek evrimsel erginlikte bir bilinç düzeyi gerektirir.

Ya da İslamiyet’in belli başlı deyimlerinden Allah korkusu gene bilinç seviyesine bağlı olarak korkmayı bilmektir. Örneğin kendinden önceki Rusya başkanı (Kerenski) gibi iktidar olmanın sahte güvenine kapılmayan Lenin korkmayı bildiği için iktidarda tutunabildi, savaştan bıkmış bir toplum Lenin’in sağlam duruşu sayesinde senelerce daha savaşıp Bolşevik iktidarının çökertilmesine izin vermedi.[13]

Lenin’in yerinde Peygamber olsa iktidarı kaybetmekten korktuğu gibi daha yüksek bir bilinç düzeyinde olduğu için daha şiddetli olarak ayrıca vahşiliğe cehalete zalimlerin safına müşrik seviyesizliğine düşmekten de korkar, işi terör ve katliamlara vardırmadan orantılı bir güç kullanarak tehlikeleri bertaraf etmeye çalışırdı. Hele de çoluk çocuğu kurşuna dizen iblisliğe kesinlikle boyun eğmez, Lenin’in düştüğü gibi mafyadan bile aşağı düşürmezdi kendini. Bir de Peygamber sürekli yasalar yağdırır, hiçbir işi kimsenin keyfine bırakmazdı.

Peygamber’i kesip doğrayan katliamcı gaspçı bir savaş beyi ya da suikastlar yaptıran intikamcı bir mafya babası gibi gösteren tarihsel hikâyeler, kendi hayvani çıkarlarından başka bir şey düşünemediği için her olguyu kendi sığ dünyasına indirgemekten öte bir yetenek içermeyen iki ayaklı memelinin kendi küçük pragmatist aklından çıkan uydurmalara benziyor. Aksi durumda önce Hamza’nın intikamını alır Peygamber ne Muaviye bırakır ne de Yezit olurdu ve sonra savaş gücüne sahip olmadığı yıllar boyunca Peygamber’e yapılan fizyolojik ve psikolojik saldırıların tek karşılığı intikam olduğuna göre o tadına doyum olmayan soğuk yemekten ziyafetler çekmek için başta Mekke’dekiler olmak üzere Arabistan Yarımadasındaki birçok erkeği kılıçtan geçirirdi. Kuran’daki vahşi içerikli ayetler ise medeni bir savaşın mümkün olmaması nedeniyledir, eli kolu bağlı insanları şov amaçlı kesip doğramak değil savaş meydanının gerekleridir. Kadın meselesine gelince Peygamber’e saldıran erkeklerin hepsi hırtapoz; önce kendine bir bakmak, bir parça kendini okumayı başarmak gerek ki kendine eleştirel yaklaşabildikten sonra haybeye kürek çekmeyi aşıp anca başkaları hakkında eleştirel yaklaşım geliştirebilesin ve o tecrübeleri hakkıyla özümseyebilesin. Çiftleşme dürtüsü aktifleştiğinde yavruları öldürmeye varan vahşi içgüdü temelinde kadını el kiri görerek yapılanan erkek üstün cinsiyetçi kültüre ait olmadığını iddia edebilecek bir erkek, aynaya bakınca kendini tanımanın ötesine geçemeyen bir hayvan kadar yoz ve bir hayvan gibi kendinden bihaberdir.

Geçmiş yüzyıllara oranla adamakıllı veri zengini olan 21’inci yüzyılın ilk çeyreğine birkaç sene kalmışken kurnazlıkta zirveleri zorlayan destansı gazetecilerin bile post thurt politics bağlamındaki gülünç argümanları havada kapmasına bakılırsa geçmişe doğru gidildikçe uydurmalara gösterilen talebin çokluğu tarih bilgisini bir saçmalığa çevirmiştir. Şu sıralar din alimi kisvesiyle sıkça söylendiği üzere ‘karının kocasına ismiyle hitap etmesi dinen caiz değildir, efendi ya da bey gibi resmi sıfatlarla hitap etmesi gerekir’ yönündeki fetvalar mikro padişahlığı koruma kaygısıyla din diye uydurulan kuyruklu yalanlara canlı kanlı bir kanıttır. Geçmiş zamanlarda böylesi bir uydurmaya gerek duyulmadı çünkü bu topraklarda yakın zamanlara kadar güya seçme seçilme hakkı bahşedilmişken bile yatırıp kesmecesine kadın hakkı diye bir şey yoktu, kadının başvurabileceği ne bir kurum ve sesini yükseltebileceği ne de bir iletişim yolu vardı.

Milyarlarca yıl sonra dünyadaki canlılığın evrimi sürüyor bile olsa biz sonsuz küçüğe yakın bir detay olacağız, belki bir cümle bile bahsimiz geçmeyecek. Şimdiki zaman ve mekân yapısında Lenin yalnız kalsa da meydan okumaktan geri durmayan evrimsel bir patlamadır, Peygamber ise en büyük meydan okumayı yapabilmiş evrimsel big bang.

Düşmanlarının elini kolunu bağlayıp elini kolunu sallaya sallaya fetih yapabilen tarihte bir ikinci lider, Mekke’nin fethi gibi tarihte bir ikinci fenomen yoktur. Peygamber’in savaşları İslam düzenini korumak ve geliştirmek amaçlı meşru müdafaaydı. Gerçekte Peygamber kansız devrim yaptı.

Eğer Peygamber hicretten önce ölseydi İsa gibi bir pasifist olarak bilinirdi. Ama işte savaşsa savaş… şiddet kullanma eğilimi olmadığından olsa gerek -Ali’yi acar bir dövüşçü olarak yetiştirdiğine göre sonradan pişman olmuştur illaki- kılıç kalkan etkinlikleriyle hiç işi olmamış Peygamber’in, teke tek hiçbir kaba kuvvet dövüşünü kazanamaz; ama yüksek karakter ve yoğun akıl gücü gerektiren hiçbir mücadelede Peygamber’i kimse yenemez.

Dağlarda güzel güzel ibadet ederken vahiy geldi de sonra Allah yolunda güzel güzel mücadele edip güzel güzel savaşarak İslamiyet’i kurmadı Peygamber, birbirini soğurup yemek için birbirinin etrafında dans eden yıldızlardaki eşzamanlı artzamanlı patlamalar gibi kendisini yutmaya çalışan cehalet karşısında Peygamber’in düşüncede yükseliş süreci en başından beri ardı arkası kesilmeyen duygusal patlamaların sarsıcılığıyla buhranlı geçmiş olmalıydı.

Bir tarafta cehaletin yığınsal üstünlüğü, diğer tarafta evrimsel patlamanın bireysel üstünlüğü… iki yaman kuvvet ve diyalektik… cehalet ve Peygamber, iki yenilmez güç karşı karşıya geldi. Tabii ki Peygamber bir faniydi, kazanan hep olageldiği gibi gene cehalet oldu ama ardında çoğunluğu cehalet rüzgarlarında savrulup gitmiş olsa da bir benzeri olmayan bir devrim üniversitesi bıraktı.

Elini kana bulamaya karar vermek bir anda olamayacağına göre Peygamber için düşüncede belki yıllar süren bir çelişki, sonuca bağlaması zorlu bir diyalektik olmalıydı. Mekke’deki savaş gücünden yoksun geçen yıllar boyunca komutanlık yeteneği olarak savaş taktiklerini de gayet iyi bildiğine göre kaç kişiyi parçalamak istemiştir de Allah korkusu eline ayağına ket vurmuştur Allah bilir.

Savaş gücü olmadan geliştirdiği sosyal yapı seçeneğini korumak ne zaman ki olanaksız hâle geldi Peygamber kendi savaş gücünü oluşturana kadar anne tarafından akrabalarıyla ancak o zaman, bıçak kemiğe dayanınca anlaşma yaptı. Çünkü Peygamber için kazanmak insanları İslamiyet’e (düşünceye) kazanmaktı, katliam gasp tecavüz değildi kesinlikle.

Mekke’yi müşriklerin elini kolunu bağlayarak elini kolunu sallaya sallaya fethetti çünkü Peygamber hem de öyle tavizler vererek değil sosyal yapı kurallarına (İslam düzenine) kayıtsız şartsız biat ettirerek insanları kazanıp müşrik Mekke’ye savaşacak asker bırakmadı, düşmanlarının elinde ne var ne yok her şeyi teker teker çekip alarak İslam gücüne dönüştürdü.[14]

Hiçbir siyaset ve savaş kitabında böylesi bir zaferden bahsedilemez ve hiçbir akademide öğretilemez çünkü hepsi evrimsel geriliği nedeniyle siyaseti henüz vahşi eğilimin boyunduruğundaki kan davası seviyesinde ele alabilir. Düşüncede yükselme bilincine ulaşamadığı veya düşüncede yükselebilecek kalite ve miktarda enerjiye sahip olamadığı için iki ayaklı memeli yapısı gereği somut veriyi ancak indirgeyebilir ve eksiltip çarpıtarak kendine mal ettiğini sanır.

Günümüzdeki kendini Müslüman sananların hayata yaklaşımı çoğunlukla bilimdışına düştüğü için Peygamber de bilimdışı algılanıyor, halbuki politikacılıkta bilimselliğe Peygamber kadar yaklaşabilen olmadı. Peygamber’in yaptığı gibi insanları kazanabilmek politikacılıkta öznelliğe geçit vermeyen kesin bilimsellik gerektirir. Bilgelikte sınır tanımayan filozofundan dünyayı sarsan devrimci liderine kadar diğer bütün tarihsel karakterler Peygamber’in yanında ham ve ilkel kalır, Peygamber’in yanında hepsi evrimsel bebektir. Peygamber eğer fetihten söz ettiyse insanlarını kazanmayı kastetmiştir yoksa katliam gasp tecavüz iması Peygamber’e melunca hakarettir.

Peygamber insanları kazandı ama gene de zafer askerî sınırları aşamadı, çakıl taşlarını kaynatınca kuru fasulye olmuyor. Peygamber’in asıl yapmak istediği insanları düşünceye kazanmak, düşünceyi fethetmekti. Kuran’ın yüzeysel bir okumasından bile her vesileyle herkesi düşünceye sevk etmek için her yolu denediği rahatça görülebilir. Ama asıl en büyük kanıt namazdır; bir ritüelden öte aldatılamaz Allah’ın karşısında düşünmeye zorlayan bir yoğunlaşma durumudur, dualar ise düşünce sürecinin ilk üretim girdileridir. Bir işe yaramaması Peygamber’in kusuru olmaz; iki ayaklı memeli en azından eğilip kalkıp bir şeyler mırıldanabiliyor, maymun onu da yapamaz. Ritüel olmayan namaz gerçekte soyutlama fırtınasının ta kendisidir; çocukların cebinden harçlığını çekip almak için beyin fırtınaları yapmak değil tabii, namaz kılmak (gerçek ibadet) üretken yaratıcılıktır.

Peygamber dışında insanları düşünceye kazanmak için mücadele etmeyi akıl edebilen kimse olmadı. Devrimin tohumunu hem de korkunç bir veri yoksunluğuna rağmen sadece Peygamber ekebildi. İster birey ya da birkaç kişilik bir birlik veya dünya devleti olsun ister galaksi devleti ya da kozmosun devleti olsun tek strateji deyimin en keskin anlamıyla bütün bilinçli irade eğilimini düşünceye kazanmak olmalıdır, yoksa şu salgın absürtlüğünde tamamen sersemlemiş bir hâlde yaşamakta olduğumuz gibi neyi nasıl yapmamız ne çeşit savunma mekanizmaları kurmamız gerektiğini bilemeden esas felaket gelip bizi bir hiçe dönüştürene kadar Godo’yu beklerken İvedik’e altın kakmalı kubur oluruz.

İster bir kabilede doğalım ister bir lağım ülkede, üretken akıl için şimdi ve sonsuza kadar tek ihtiyacımız olan kapalı yasası.

Politikacılıkta bilimsellik, üretken aklın yolunu kapatan her tür olumsuzluğu (entropiyi) kapatabilecek yasaları işletebilmek demektir. Başka da bir çıkış yoktur.

Siyasal akıl

Geçmişten günümüze yaşanan lokal ve küresel felaketler bir yanıyla uyarıcı idmanlar sayılır. Sayısını türlerini zamanlamasını hiçbir zaman tam bilemeyeceğimiz felaketler silsilesi zaman ve mekân göreceliğine sıra sıra dizilmiş kırılgan hayatımızı yok etmek için geliyorlar.

İkilem net ve sabit – hayatın anlamı mevzuundaki gibi geyik muhabbetine gelmez, hayat oyunu söz götürmez: ya her mücadele mutlak zaferle sonuçlanacak ya da ilk yenilgide oyun cansız seviyesine geri dönecek.

Milyarlarca yıllık evrimsel birikimine rağmen Güneş Sistemine özgü hayat oyunu henüz cansızdan hallice giriş seviyesini aşabilmiş değil. Fiziksel yasalardan bir dereceye kadar bağımsız hareket edebilmesi dışında canlının cansızdan bir farkı yok, düşündüğünün ve yaptığının üstüne düşünebilmenin ümitsizce çok uzağında.

Saman alevi gibi parlayıp sönen bilinci ile iki ayaklı memelinin düşünce üstüne düşündüğü de olmuyor değil ya, giriş seviyesindeki hayat oyununu aşmak için gereken evrimsel kalitenin yanından bile geçemiyor, kendini bir şey sanmak için tanrı kafası yaşamaya çalışarak -bilgisel sefalet anlamında- lümpenlik[15] mesaisiyle ömür çürütüyor.

Duvarlarında iki boyutlu bir resim bile bulunmayan ilkellerle dolu bir mağarada ya da odaları silme kitap dolu uygar bir hanede vb kültürel evrim saçılmasının herhangi bir konağında dünyaya gelmek sadece hayat oyununun kişiye özgü başlangıcı anlamında kaderdir.

Oyun kozmosa aittir, o yüzden kozmik oyunda mücadeleden vazgeçmek diye bir seçenek yok, seviyeler var; -canlılığı doğurup altyapısını oluşturan cansız seviyesindeki uçsuz bucaksız oyun bir yana- Güneş Sistemi özgülündeki hayat oyunu giriş seviyesini aşma mücadelesi değil ise yaşayan ölülerin şafağı kader olur.

Kozmik oyunda seviyeler aşıldıkça hep daha zorlaşıp daha yüksek kalitede daha çok beyinsel enerji gerektirerek oyun hep var olacak, bütün kozmos her yönden keşfedilse ve bütün yönlerde dipsiz karanlıkla baş başa kalınsa kader bu sefer kozmos dışı bir ışık bulmak için karanlık kuşatmasını aşma mücadelesi olacak.

İşler yolunda gitse bile biz Ortadoğulular için gerçek kozmos işlerine daha çok var, işler sarpa sarınca yurtdışına bir yerlere kapağı atabilecek bir kudreti ya da sadakatinden dolayı böyle bir planı olmayanlar açısından bütün bir hayat oyununu kaplayan kozmos bizim için şimdi Türkiye. Ve kalite ile fena hâlde kan davalıyız, aklımızdan zorumuz var.

Bütün kavram ve terimleri ve bütün duyguları arka plana atıp kozmik oyunun artma ve eksilme iki yönlü matematiksel hareketi üstünden iz sürerek hayat oyununun anaokulu seviyesindeki önermesini sıfırdan kurmak, kavramları ve duyguları tanımlama mesaisinde bulanıklığı giderici bir etki yaratabilir.

Artmak ve eksilmek ya da zenginlik ve fakirlik… herkesin son parçacığına kadar aşina olduğu iki kutup; bilginin artı ve eksi iki yönlü matematiksel hareketi olarak zenginleşmek ya da fakirleşmek.

Örneğin bulutsu aşamasında dahili ya da harici bir tetiklenmeyle ilk yığınsal hareketi başlatan baskın çekim gücü sayesinde merkezdeki hidrojen arttıkça Güneşin yıldız bilgisi zenginleşirken şimdi süregiden füzyon süreciyle çekirdekteki hidrojen eksildikçe ve yerine helyum ve diğer elementler arttıkça Güneşin yıldız bilgisi fakirleşiyor.

Diyalektiğin hükmünde iki kutuplu has ve duru bir tanım: bilginin artı ve eksi iki yönlü matematiksel hareketi olarak üretkenlik ve entropi – Bilgice zenginleşmek ve bilgice fakirleşmek.

Şimdi önermeyi kurmak -kabilecilik, putperestlik, gericilik vb olumsuz ve hukuk, bilimsellik, devrimcilik vb olumlu kavram ve terimlerle birçok akıl tarafından birçok vesileyle birçok kez dile getirilmekten artık bir totolojiye dönüştüğü için- o kadar kolay ki yazmaya bile gerek olmamalı: Kişisel sistemden aile sistemine şirket sisteminden devlet sistemine… sosyal yapıyı oluşturan bütün sistemlerde bilgice zenginleşmeye (üretkenliğe) açık yasasını tam işletebilmek için bilgice fakirleşmeye (entropiye) kapalı yasasını tam işletebilmek hayat oyununda bir üst seviyeye çıkabilmenin tek yolu olabilir.

Her şey akıl… Güneş de akıl, sosyal yapı da… Güneş için çekirdeği ne ise sosyal yapı için siyaset sahası odur. Güneş sisteminin nükleer reaktörü olan Güneşin çekirdeği gibi kültürel evrim mücadelesinin düşünce reaktörü olan siyaset sahasının her tür aldatıcı kisveyle her yönden saldırı hâlindeki entropi fırtınasına kapalı yasasını tam işletebilmesi için kurallar ağının cehennem azabı gibi amansız ve bir o kadar da korkutucu olması gerekir.[16]

Böylece o siyaset sahasını oluşturan o kural koridorları karşı konulmaz bir çekim gücü üretip sadece bilinçli irade eğilimine açık yasasını tam işletebilir ve çekim gücü sayesinde yeteri kadar hidrojenle zenginleştikten sonra Güneşteki çekirdeğin aktif duruma geçip Güneş Sistemine istikrar kazandırması gibi sosyal aklın çekirdeği siyasal aklın, insanlığı istikbal istikametine yönlendirecek kuvvette etkinlik kazanabilmesi için üretken beyinsel enerjiyi siyaset sahasında biriktirerek bir daha dinmeyen durulmayan politik yaratıcılık fırtınasıyla bilgice zenginleşmenin koşullarını gerçekleştirebilir.

Canlılığı korku güdümler. Entropi eğilimine (lümpenliğe) ölesiye korku salmak zorunda olmasıyla birlikte o siyaset sahasının o kural örüntüsü aynı zamanda bilinçli irade eğilimini içinden çıkılması olanaksız öylesine derin dehşetli bir korkuya düşürüp yıkılması olanaksız öyle sağlam bir psikolojik duvar örmeli ki bilinçli irade eğilimi siyaset sahasını lümpenlere kaptırıp siyasal aklını yitirdiği an -Türkiye’de geçmişten günümüze ve şimdi gerçek zamanlı yaşadığımız ve kuvvetle muhtemel Türkiye yıkılana kadar yaşanacağı gibi- hayat oyununda bir zombiye dönüşeceği bilincine erebilsin ve siyaset sahasını korumak ve geliştirmek için sürekli uyanık kalmaya zorlanıp kesintisiz motivasyon üretebilsin.

Bundan böyle en çok Montesqü’nün kulakları çınlatılarak planlı ya da rasgele en çok siyaset sahasının kural örüntüsü tartışılacak. Politik yaratıcılık fırtınasını en üretken işletebilen, hayat oyununda bir üst seviyeye çıkma şansına en yakın dominant güç olacak. Biz Türkiyeliler olarak politik tartışma yürütebilecek üstünlüğe yükselebilmemiz için her birimizin kendi başına alt etmek zorunda olduğu Allah’ın belası bir lanet var.

Dejenerasyonu asalet diye tanımlayan apoletli apoletsiz lümpenlerin sittinsene dolu mesaisi kendi çocukları da dahil her birimizin özyapısını tabuta çakıp toprağa gömmek oldu.

Misakımillî sınırları içinde doğup büyümüş her birey o tabutu kırmak, o toprağı delmek ve özyapısını o mezardan düze çıkararak imkânsız görevi başarmak zorunda, yoksa siyaset sahasının kural örüntüsünü tartışabilecek erginlikte bir karaktere (psikolojik üstünlüğe) yükselme şansını yakalayamayız.

Karakter akıldan önce gelir, siyaset sahasına giden yol özyapıyı yükseltmekten geçer. Ve bireylik bilinci ile temas tam bu eşikte mutlak gerekliliğe dönüşür çünkü kimse kimseyi siyaset sahasına kazanamaz; kimse kimsenin aşağılık kompleksini yenemez, kimse kimsenin kötücül psikolojik duvarını yıkamaz… özyapısını büyütmek için herkes kendi mücadelesini vermek zorunda.

İster hastalıktan kurtulmak olsun ister cehaletini aşmak, bir birey entropiye karşı kendi mücadelesine giriştikten sonra yardımcı kaynaklar anca o zaman işe yarayabilir; aksi takdirde hasta reçeteye uyma iradesini gösteremedikten sonra doktor bir şey yapamaz.

Sayısız bilinçli iradeden oluşan kozmik örgütlenme gerçekleşse bile özyapısını yükselterek siyasal akıl olabilmesi için her bireyin kendi mücadelesini vermek zorunda olması anlamında yalnız olduğunu kavramak bireylik bilinciyle ilk temastır.

Siyasal akıl olabilecek bir örgütlülük umudunun olmadığı Türkiye koşullarında bin kamyon dayak yemişsin gibi bir sersemlikle içsel ve dışsal entropi keşmekeşinde bocalıyor olsan da bireylik bilinciyle ilk temas, kendini sorumluluk sahibi olarak bulmaktır. Sızlanamazsın, nazlanamazsın, mazeretlere sığınamazsın…

Bir köpek bir bebeği parçalayıp yerse bütün suç nasıl ki ebeveyndedir, siyasal akıl iddiasıyla sorumluluğu üstleniyorsan herhangi bir canlı gibi sadece hücresel aklının komutlarını yerine getiren iki ayaklı memeli vb entropi eğilimini suçlayamazsın.

Bağ bahçenin taze sürgünlerini yiyip ürünü mahveden keçileri kaçırmanın suçunu kendisinde göremeyen çiftçi nasıl ki keçilerden olur, içsel ve dışsal bütün bir entropi eğilimini kapsayıp güdememenin bütün suçunu ya üstlenirsin ya da lümpenlerden olursun.

Bireylik bilincinin eşiğini aşmak, yeni bir teknoloji yaratır gibi özyapının -entropi fırtınalarıyla baş edebilecek donanım ve dayanıklılığa sahip- bir üst sürümünü geliştirebilmek için birey kavramını esas alarak sistemli bir mücadeleye girişmektir.

Bebek gibi çocuk gibi ya da evrim yaşı bebek çocuk olanlar gibi bütün ilgiyi ve yetkiyi sadece kendisine isteyen küçük bencil değil, bireylik bilincine özgü siyasal akıl sanki sayısız çocuğun varmış gibi gelecek nesillere karşı sorumluluk sahibi olabilmektir. Ben şu ben bu ben şöyle ben böyle ezik kafası değil, her lafı kendisine getirmekten kendini alamayıp sürekli kendinden söz etme krizine esir düşmüş beniçinci yoz bencillik değil; bireylik bilinci eşiğini aşmak, belli bir yaşın üstünde olanlar açısından ‘ben sorumluyum çünkü benden başka kimse yok’ utancının aktif duruma geçmesidir.

‘Ebeveynlik çağında olduğuma göre politik sorumluluk şimdi benim üstümde, eğer benim gibi sorumluluk sahibi bireylerle asgari de olsa kolektif eylemlilik yürütebilecek iş görür bir örgütlülüğü başaramıyor ve yüksek yöneticilik yetkisini lümpenlerin elinden söküp alamıyorsam tek başıma kalsam da korkup geri basamam… Uygulama şansını hiç yakalayamayacak olsam da politik yaratıcılığa daha sıkı asılmak dışında her mesai haramdır küfürdür dönekliktir kalleşliktir… gerçek ve tek vatan olan çoluk çocuğa ihanettir…’ bilincine öz samimiyetle erebilmektir.

Örneğin Kültür Devrimi sonucu kıskanç bir bebek gibi bütün ilgiyi kolaylıkla kendisinde toplamayı başarıp karakteri çayır çimen düzeyindeki Çin toplumu karşısında en saçma komutlar da dahil her emrini anında uygulatabilecek çılgınlıkta bir ilaha dönüşen Mao’nun onca bilimsel disiplin geliştirildiği halde halkı el yordamıyla çelik üretme absürtlüğüne sürüklemesi ve üstelik Marksist örgütlenme özeleştiri ilkesi üstüne yapılandığı halde hiçbir biçimde hesap verme gereği duymaması, bireylik bilinciyle en ufak bir temasının olmadığını, sorumluluk sahibi olabilecek ergince bir karaktere yükselemediği için travmalarına yenik düştüğünü gösterir.

Ölümün kol gezdiği 1917 Rusya’sında belli başlı hedeflerin başında gelen Lenin sürgünde geçen onlarca yıl boyunca hapsolduğu pasif duruma (aptallığa) alışmayı (yabancılaşmayı) reddedip psikolojik yıkımlara göğüs gererek yüksek yöneticilik dersine sıkı çalışmış olmalıydı ki yüksek yöneticilik için belki de hiç gelmeyecek diye düşündüğü fırsatı yakaladığı an hiçbir tehlikeyi umursamadan halkın karşısına çıkıp ‘Ben yönetebilirim’ dedi, ‘bütün sorumluluğu üstleniyorum, yetkiyi bana verin…’ Ve sorumluluk sahibi olduğu için ideolojiye ters düşme pahasına sözünün eri olmayı bilip ezbere konuşmadığını gösterdi – savaştan çekilip ekmek kavgasında başarı sağlayarak ezbere iş yapmadığını kanıtladı. Mao ise yüksek yöneticilik işini yüzüne gözüne bulaştırıp sıfırı tükettikten sonra çalışma kamplarında köle işgücü olarak kullandığı Kültür Devriminin kılıç artıklarına söve söve biat etmek zorunda kaldı. Sorumluluğunun bilincinde olan Lenin uyguladı, tanrıcılık oynayan Mao sürüklendi; sorumluluk sahibi olan ile olmayan arasındaki fark budur.

Hiçbir sorumluluğu olmadan tam yetkili olma hakkına sahip tek varlık bebektir. Suratına işerse hoş olmasa da bir şaka olarak kabul etmek zorundasın, uykunun en tatlı yerinde ortalığı velveleye verirse dünyalar savaşının kırmızı alarmı çalıyormuş gibi hiçbir askerde görülmeyen bir çeviklikle zıplayıp ışık hızıyla yanına koşmalısın, derdinin ne olduğunu anlamak için hiçbir bilimcide görülmeyen bir algılama ve çözümleme çabasıyla çırpınmalısın ve sair… bütün yetki bebekte ve bütün sorumluluk ebeveyndedir.

Koca koca adamlar ve kadınlar hiçbir sorumluluğu olmaksızın bebek gibi tam yetki sahibi olmak için çıldırıyor. Bir cümlelik bile bir özeleştiri kırıntısı görülmeyen Türkiye’de iktidarı muhalefetiyle örnekler bariz ve gırla ama hepsi el yumruğu yememiş kavruk karakter, kontrolsüz (gerçek) bir savaş çıksa sudan çıkmış balığa döner hepsi. PKK’yı ortalama bir Ortadoğulu yerine bir Mao’nun kurmadığına yatıp kalkıp dua etsinler.

‘Savaş uzadıkça kazanmak zorlaşır’ diye yazar ilgili kitaplar. Uzun ve çalkantılarla dolu zorlu bir savaşı kazanabilecek üstünlükte bir zekâ ve dayanıklılığa sahipken ve üstelik Marksist siyasetin amentüsü bilimsellik ve planlama olduğu halde başarının en uç noktasından başarısızlığın en uç noktasına savrulan Mao, karakterini yükseltme (siyasal akıl olabilme) mücadelesi veren her bilinçli irade eğilimi açısından kendini tanrı sanmaktan kaynaklı içsel entropiye karşı korkmayı öğrenmek için tarihteki benzerleri arasından esaslı derslerin başında gelmeli.

Demek ki bir yandan tanrısal bir mesai yürütmeye çalışırken diğer yandan en yüksek makam ve onura erişsen de kulluk eşiğini aşmamayı başarmak zorundasın. İslam felsefesindeki şirk tanımından uhrevi örtü kaldırılırsa dünyevi tezahürünün bir fâniyi tanrısal yetkiyle uçurup her şeyi çözmesini beklemekten kaynaklı kendiliğinden politik saadet zinciri olduğu görülebilir.

Para işlerinde metafizik güçlere sahip cömert titanlarmış gibi manyak paralar kazanıp bonkörce paylaşacağı masalına çocuk gibi kanarak gaymecikleri tosuncukların saadet zincirine kaptıran Anadolu evliyalarına benzer şekilde, karakterini yükseltmek için beyinsel tembelliğe meydan okuyup kendi mücadelesine girişmek yerine tutunmak amacıyla bir lider arayan herkes fiilen şirk koşan bir putpereste dönüşeceği için politik saadet zincirinin kurbanı olmaya mahkûmdur.

Alçakgönüllülük tanrı olmadığını idrak edebilmektir, dolayısıyla istikbal için örgütlenme mücadelesi peygamberce bir alçakgönüllülük olmadan tanrıcılık oyununa dönüşmekten kurtulamaz. İdeoloji ve istikamet hiç fark etmeksizin tanrıcılık oyununun hâkim olduğu bir örgütlenmede kolektif eylemlilik yeteneği en ufak bir gelişim gösteremeden hızla yabancılaşıp çürür.

Ve liberal örgütlülüğü aşacak düzeyde kolektif eylemlilik yeteneği geliştirebilmek için atak yapıp politik yaratıcılığı yarıştırmayanlara yer yok.

Politik yaratıcılık

Kozmosun bütün numarası taneli geçişmelerle birikimi tanece arttırmak ya da tersi… böylece tanımsal sıçramalar ve tanımsal çöküşler (bilgi işlem) gerçekleşebiliyor.

İlaç ve yan etkileri gibi bilgice zenginleşme ve entropi arasındaki diyalektiğin çoklu geçişmeleri çok katmanlı okumalar gerektirse de mesele temelde basit; yeterince hidrojen atomu olmasa Güneş olmazdı.

Cumhuriyet Devriminin yüzyıllık birikimiyle normalleşen uygarlıkta yükselme değilse bu topraklarda suç furyasına meydan okuyabilecek yeterince medeni cesaret yok demek ki.

İlk politik ödün olan Magna Karta ile sosyal diyalektik Batıda uyanışa geçti ve en son 68 Hareketi sürecinde kapitalist eğilimi dize getirerek koparılan politik ödünler bilgice zenginleşmenin önünü biraz daha açıp Batının kuvvetini görece arttırdı.

Batının ortaçağ üretimsizliğinden çıkış ve kapitalist eğilimi baskılayan yükseliş hikâyesine bakılırsa konjonktürel çaresizliğin politik ödünlere zorlaması bilinçdışına özgü gelişimin diyalektiği olur.

  • Bireylik bilinci eşiğinde matematiksel okuma ve fenomenal okuma yeteneğinin etkinlik kazanmasıyla şiddetlenen evrimsel çaresizlik ise kendiliğinden politik yaratıcılığı dayatır.

Hem günlük yaşamda hem de iş dünyası ve özellikle bilimsel çalışmalarda mecburen uygulanan matematiksel okumayı bilinç düzeyinde ele alıp entropiye karşı kullanımını yaygınlaştırmak kafaya takmayı bildikten sonra hiç zor değil.

Fenomenal okumaya gelince işe öznellik illeti karıştığı için iş çıkmaza giriyor. Soyutlama sahasını akıl yürütmeye izin vermeyecek şekilde tıka basa doldurup düşünceyi zehirleyen kan davaları, hurafeler, travmalar vb genotip ve fenotip kaynaklı entropi çöplüğünden bir arınma olmaksızın fenomenal okuma konusunda bir ilerleme kaydedilemez.

Politik yaratıcılıkta matematiksel okuma ile birlikte bilimsel iletişim standardı için gerekli olan fenomenal okuma, öznel eğilimleri dışlayıp sadece olayı sorgulamaktır. Örneğin iki varlıktan biri diğerinin cinsel organını kurcalıyorsa fenomenal okumaya göre biri diğerine mastürbasyon yapıyor demektir, bir de bu bebekse ötesi olmayan pedofili olur. Öznel eğilime göre oğlu olduğu için çok sevinen görmemiş babanın gururla bebeğin pipisini hoplatıp zıplatması, o bebeğin cinsel istismara maruz kaldığı ve büyüdüğünde cinsel hayatını kötü etkileyeceği gerçeğini değiştirmez.

Yeni doğum yapmış bir anne ve bebeği ile ilgili öznel eğilimler yok sayılırsa fenomenal okumaya göre iki varlıktan biri köleciliğe rahmet okutan tam sömürücü, diğeri ise enayiliğe rahmet okutan tam fedakâr olur. Peygamber’in politikacılığı diğer tarihsel karakterlerden anne ve bebek gibi ilk bakışta ayrılır, Peygamber dışında Atatürk’ten Lenin’e diğer tarihsel karakterlerden kim ne şans yakalamışsa hepsi bebek gibi hep kendine yontmuş.

  • Kozmik bütünlüğün derdini anlama mesaisi olarak nedensellik ilkesinin bir işe yaramadığı felsefe düzeyine düşüncede yükselebilmek için boydan boya geçilmesi zorunlu olan politik yaratıcılık, hayati problemlerin üstüne düşündükçe kapsayıcılık yeteneğinin gelişebildiği salt erginleşme atılımıdır.

Örneğin Napolyon’un feci kaderini yaşamak istemeyen sadece savaş taktiklerine kafa yormakla yetinmemesi gerektiğini, savaş gücünü insanlık suçuna varabilecek entropiye sürüklenmeden zafer istikametinde optimum kullanabilmek için Peygamber gibi savaş olgusu üstüne de enine boyuna düşünmek zorunda olduğunu bilmelidir.

Politik yaratıcılık hem bireysel hem toplumsal bütün sorunsallar için geçerlidir. Labirentin çıkmazlarında kaybolmak istemeyen, Dünyanın bütünlüğünü görsel algıyla kapsayabilmek için belli bir yüksekliğe ulaşabilecek teknolojinin geliştirilme sürecine benzer biçimde okuma yöntemlerini geliştirip beyinsel algı sistemini labirentin bütünlüğünü kapsayacak düzeye yükselterek ardı arkası kesilmeyen sorular eşliğinde labirent üstüne de kafa yormaya girişmelidir.[17]

Herhangi bir konuda tam kapsadığını bildirecek üstün bir otorite olmadığına göre üstüne düşünme eylemliliği bitmez tükenmez bir süreç olmalıdır.

En yalın örnekle kimi iki ayaklı memeli ve birçok dört ve daha çok ayaklı canlı, ödüle ulaşma konusunda parmak ısırtacak harikalar yaratabiliyor ama tuzak mıdır nedir diye o ödülün üstüne kapsayıcı sorgulama yapamadığı için ödüle ulaşma becerisi aynı zamanda kolay av olmasına yol açan bir güvenlik açığı olarak Demokles’in kılıcı gibi ömrü boyunca tepesinde sallanıp duruyor.

Politik yaratıcılığı ne kadar zorlasan da düşüncede ne kadar yükselsen de kapsayıcılığın bir sonu olmadığı için entropiye sürüklenme riski Demokles’in kılıcı gibi hep tepende sallanacak.

  • Mücadele sürecinden ve sonuçlarından rahatça anlaşılacağı üzere Allah aşkıyla yanmak Peygamber için salt politik yaratıcılığı zorlamaktı. Toplum tarafından kusuldukça Peygamber pes edip kabuğuna çekilmek yerine politik yaratıcılığa daha şiddetli yüklendi, o yüzden bilimsel politikacılığın yöntemiyle ilgili dersler Peygamber’in mücadelesinden dinsel örtünün ötesine geçebilen fenomenal okumalar yaparak alınabilir.

Peygamber mücadele ettiği entropi eğilimine dinsel terminoloji gereği şeytanın tuzağı adını verdi ve karşı sınıflamasını Allah’ın tuzağı başlığında hemen oluşturdu. Aristo’dan haberi yoktu Peygamber’in ama teoride ve uygulamada istikamet belirlemek için mutlak gereklilik olan sınıflamayı el yordamıyla kullanabiliyordu. Böylece mevcuttaki sınıflamayı sadece reddetmek yerine her seferinde karşı sınıflama başlığı oluşturarak yozluğa düşmekten sakınmayı bildi ve yüksek kalitede sosyal sistem seçeneği geliştirebildi.

Yol kötüyse daha iyi yol yapmak için yeni bir mecra açarsın, cangıla vurmazsın, yoksa 20’nci Yüzyıl devrim girişimleri gibi patikaları da şaşırır yolsuz izsiz kaybolur gidersin. Ne iş yaparsan yap sınıflama olmadan yön belirleyemezsin.

Vakti zamanında burjuva hukuku sınıflamasını sadece reddetmek yerine karşı sınıflama olarak -Paris Komününde bir somutluk kazandığı gibi- proleter hukuk başlığı oluşturulsaydı devrim mücadelesinin temeli atılmış, devrime kategorik istikamet verilmiş olurdu. Sonrasında sayısız anonim yaratıcılık atağının eşzamanlı artzamanlı katılımıyla teoride ve uygulamada proleter hukuk sınıflamasının içeriğini geliştirmeye kalırdı iş.

Her iş gibi devrim de kural işletmekle ilgili olduğu için tarihsel materyalizmin dayatmasıyla sosyalist hukuk söylemine Ekim Devriminden itibaren kısmen rastlansa da bir çekim gücü yaratamadığı için hukuk kavramı (siyaset sahasının kural örüntüsü) devrimciliğin merkezi olmaktan şimdilik uzak.

Ekim Devrimiyle politikacılıkta Güneş gibi bir çekim gücü yaratan Lenin, liberal sistemlerde açıkça görüldüğü üzere kapitalist hukuk sınıflaması olarak eksik ve çarpık uygulamasıyla bile tanrıcılık oyununa geçit vermeyen hukuk kavramı (sosyalist hukuk sınıflaması) yerine tanrıcılık oyununun bilimsellik süsü verilmiş versiyonu olan Marksizm’i merkeze almayı tercih etti ve hem diyalektik iddiasının uygulamadaki karşılığı tartışma sürecini (sosyal diyalektiği) alevlendirmek iken hem de her iki lafından biri diyalektik olduğu halde tanrıcılık oyununun kaçınılmaz sonucu olarak sosyal diyalektiği zamanı durdurmacasına uyutup devrim ümidini binlerce yıl önce yerleşik hayata geçer geçmez höyüklere gömülen ilkel eşitlik anlayışının üretimsizliğine daha en başından gömmüş oldu.

Sosyalist hukuk sınıflaması (siyaset sahasının kural örüntüsü) devrimciliğin merkezi olabilse devrim girişimlerinin serçelerle bile kan davasına düşmek gibi gülünçlük kertesinde kişiselleşmesine izin vermezdi. Devrim umudu hukuk kavramı sayesinde kişi kültüne yem olmazdı.

Ellerinde terazi ve kılıçla gözleri bağlı adalet imgesi çocuksu bir yanılsama iken hukuk kavramını tümüyle görmezden gelmek devrim girişimlerini binlerce yıl gerilere fırlattı.

  • Kozmik işleyiş şu an hayalini kurmamıza dahi olanak olmayan çok yönlü sınırsız güce sahip kapsamlı bir mücadele organizasyonu olmamızı buyuruyor, her an her şeyin olabileceği kozmik entropi fırtınası karşısında kapsamlı bir mücadele yapısı (kozmik uygarlık) istikametinde bir evrimleşme sürecine yükselemediği sürece Güneş Sistemine özgü hayat oyununun bir şansı olamaz.

Hukuk kavramı bilgice zenginleşmek için entropiye karşı mücadelede yazılı olan olmayan tek seferlik ya da kalıcı ne kadar kural varsa hepsidir. Diğer yandan adalet ilkesine tam uymak entropiye karşı mücadele ile ölümüne çelişiyor.

İki ayaklı memeli eğitimden askerliğe psikiyatrik tedaviden suçla mücadeleye kadar her bahaneyi işkence ve aşağılama için kullandı, kullanıyor; bulduğu her çatlaktan sızan zehir gibi sırf bir gıdımcık sapıkça bir zevk uğruna her fırsatı aşağılamak ve adaletsizlik yapmak için kullandı, kullanıyor…

‘Adalet ilkesine tam uyarsak uygarlık yolundaki hayat oyunu biter’ tespiti adalet ilkesini tümden reddetmeye varırsa o da yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi daha yıkıcı bir entropi fırtınasına yakalanmak olur ve olageldiği gibi onursuz bir yenilgiyle final yapar. Tam tersine hem tam tanımı mümkün olmayan adalet kavramının tanımını detaylandırıp geliştirmek hem de adalet ilkesini milimi milimine kılavuz edinmek, hangi konuda hangi açıyla ne süreliğine adaletten sapmak zorunda olduğunu tespit edebilmenin ve adaletsizlik sürecini optimum yönetebilmenin tek yoludur.

Ne yaptığını bilmek Allah’a mahsustur, tanrısal bir mesai olan politik yaratıcılık ne yaptığını bilmeye çalışmaktır. Kedi köpek tekmelemek ile hayvanları olmadık acılara ve ölüme varabilecek şekilde denek yapmaya mecbur olmak arasındaki fark gibi adalet ilkesinden sapmanın bir travma mı yoksa entropiye karşı mücadelede bir zorunluluk mu olduğunu anlayabilmek ancak siyaset sahasında biriken yeter sayıda bilinçli irade eğiliminin politik yaratıcılığı çok yönlü zorlayıp ne yaptığını bilmeye çalışmasıyla mümkün olabilir.

  • İçinden geçtiğimiz evrimsel evrede entropi eğilimine fil kuvveti dersek politik yaratıcılık eğilimi anca fare kuvveti olabilir.[18]

Günümüzde entropiye karşı mücadele (devrimcilik) fil kuvvetine fare kuvveti ile karşı koymayı bilmek ve daha fazlasıdır. Örneğin fare kuvvetindeki Kastro düz ezberden gidip tanrıymışçasına devrime çizgisel ilerleyebileceği yanılsamasına kapılarak fil kuvvetindeki Amerika’nın şirketlerine fütursuzca el koydu. Bilindik evrenin en kuvvetli mafyası Amerika ise namına yaraşır biçimde tüy sıkletten yumruk yiyen her ağır sıkletin göstereceği doğal refleksle Allah ne verdiyse Küba’ya girişip o günden bugüne gayet tabii anasından doğduğuna pişman etti ve sorgulanamaz güç olmanın doğası gereği Küba diz çöküp yalvarsa da duracak gibi görünmüyor.

Başta Lenin’in uygulamaları olmak üzere tarihteki ilham verici örneklerle birlikte vahşi doğadaki sayısız örnekten kimi dersler çıkarılabilir ama fare kuvvetiyken fil kuvvetiyle baş etme ve en sonu galebe çalma konusunda baştan sona en kapsamlı öğretmen Peygamber’dir.

Hayat oyununun her kademesi ve her saniyesi için geçerli değişmez yasa odur ki ufak büyük olduğuna bakmaksızın kapsarsan isterse galaksiler kümesi kadar büyük olsun kapsadığın avın olur, kapsanırsan isterse virüs kadar küçük olsun seni kapsayanın avı olursun. Peygamber önce yenilmemeyi bildi ve sonra kazanabildi çünkü tarihte görülmemiş bir beyinsel enerji açığa çıkarıp politik yaratıcılığı sonuna kadar zorlayarak kapsayıcılıkta sınır tanımadı.

  • Kediye köpeğe varıncaya kadar kazanabildiğini safına kazanmak mücadelenin olmazsa olmazı ancak Bolşevik Devriminde ve İslam Devriminde görüldüğü üzere o kazanılan kitlelerin ezici çoğunluğu savaş gücü illüzyonundan etkilenen kof bireyler olması ötesinde savaş gücü illüzyonundan önce kazanılan bireyler bile entropiye sürüklenmekten kaçınamadığına göre politik yaratıcılık yeteneğini sonraki nesillere devredebilecek yetkin örgütlenme geliştirilemedikten sonra entropiye karşı geri döndürülemeyecek evrimsel zafer ham hayal olur.

Ne yapıyorsak işleyen kural odur. Politik yaratıcılık düzeyinde düşünce işleten bir Allah’ın kulu yoksa siyaset sahasının kural örüntüsü namına bir satır bir kazanım yok demektir ya da bir birey ise o bir bireyin politik yaratıcılık çabası, birden çok birey ise o bireylerin politik yaratıcılık çabaları siyaset sahasının kural örüntüsünü belirler.

Propaganda benzeri çalışmalar asker devşirmeye yetebilir, politik yaratıcılık satılamaz. Seksüel bilginin belli bir fizyolojik erginliğe ulaştıktan sonra aktif duruma geçmesi gibi politik yaratıcılık yeteneğinin etkinlik kazanması karakterde belli bir erginlik seviyesi gerektirdiği için her birey içine sıkıştığı kalitesizlikten kaynaklı mutsuzluğun ve kaliteye duyduğu özlemin şiddetine göre ivme kazanan motivasyonuyla ölmüş ya da yaşayan kimseye ya da bir şeye güvenmeden tutunmadan er meydanına oranla bin kat daha zorlu akıl meydanına iradesini sahaya sürüp inisiyatifi ele alarak kendi adına kendi başına yükselmek zorunda.

Sosyal yapı içindeki politik yaratıcılık potansiyelini harekete geçirip siyaset sahasına kazanabilmek için yapılabilecek tek şey, bulutsunun bir noktasındaki bir enerji patlamasıyla o noktadaki çekim gücünün baskın duruma geçmesi (kelebek etkisi) sayesinde Güneşin oluşabilmesi gibi bu sefer düşüncede baskın bir çekim gücü yaratabilmek için politik yaratıcılık düzeyinde beyinsel enerji patlamasını tetiklemeye çalışmak olabilir.

Bir birey de olsa sayısız bireyden de oluşsa ilkel bir ülkede de sıkışsa bütün bir kozmosu da tutsa daha gelişmiş ve kapsamlı bir kuvvet örgütlenmesine yükselmenin bir sonu olmadığına göre isim sahibi her bireyin adını ortaya koyma yolu olarak değişmeyecek tek mesai düşünce gücüyle bir çekim gücü yaratmaya çalışmak olabilir.

Sofraya kim yemek koyarsa muteber odur; içinden geçmekte olduğumuz ilkel evrede tarihsellik sofrasına tarihsel materyalizmi kırabilecek kuvvetteki esas yemeği koyabilmek bilinçli irade eğilimine özgü esas rekabet olur.

  • Günümüzdeki resmi ya da sivil, sağcı ya da solcu, legal ya da illegal ve sair her ne varsa hiçbir örgütlenme güvenli değil çünkü örneğin Türkiye’de kurulmasına karşın Balkanlar, Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’yı da kapsayan en kuvvetli dinsel tarikatın baştan ayağa Amerikan malı olması gibi hepsi ilgili ajanlar tarafından rahatlıkla taklit edilebilir.

Ezber ve politik yaratıcılık arasındaki kesin fark ezberin kapsanabilir ve taklit edilebilir olması. Siyasal partiye asker yazılmakla siyaset sahasına giriş olmaz, siyaset sahasına giriş sadece politik yaratıcılığa girişmekle olur.

Politik yaratıcılık mücadelesine girişmediği sürece dünyanın en iyi insanı da olsa kapsanabilir ve kandırılabilir olduğu için güvenilemez. Ezber üstüne biraz çalıştıktan sonra Müslüman ya da Marksist veya Atatürkçü vb görünmek döneklerden de anlaşılacağı üzere hiç de zor olmadığına göre Gülen örneğinde görüldüğü gibi becerikli konuşmacılar göz boyama konusunda hiç zorluk çekmeyeceği için politik yaratıcılık mücadelesi olmaksızın kuru ezber üstünden liderlik iddiasında bulunan hiçbir birey güvenilir olamaz. Seksen öncesinde kurşun atan ülkücüye düşüncesizce salt tepkisellikle kurşun atarak apoletli lümpenlerin tuzağına kolayca düşüp bir kısım devrimcilik iddiasının aslında sadece darbe koşullarını hazırlamaya hizmet etmesi gibi kandırılabilir olduğu için ezber gevelemenin ötesinde politik yaratıcılığı zorlamak diye bir derdi olmayan hiçbir siyasal örgütlenme güvenilir olamaz.

Sıradan iyilik belki sıradan kötülükten daha çok ama kalıcı bir baskınlığı yok. Ezberi aşmak ve ideolojik manipülasyondan kurtulabilmek için siyaset sahasına yönelen herkesi politik yaratıcılığa zorlayarak, özendirerek vb yolları deneyerek ancak bir şans yaratılabilir.

Heves kırıcılıktan her tür saldırganlığa, küfürlü ve bozuk dilden kısır ve çirkef tartışma anlayışına kadar ve daha sürüsüyle sosyal sorunsala çözüm üretmesi gereken siyaset sahasının kural örüntüsü politik yaratıcılık eğilimini siyaset sahasına kazanma sürecinde bizzat uygulanırken bilgice zenginleşme istikamet alınarak ancak yapılanabilir.

  • Liberale sorsan satılırsa üründür. Gerçekte ürün sürecin kendisidir. Kul mesaisi olduğuna göre yaratıcılık sürecinin sonucunda somut bir fayda çıkmayabilir ama yaratıcılık sürecinin kendisi geliştirici bir deneyim olarak her halükârda uygulayıcısına ve diğer yaratıcılık girişimlerine fayda olur.

Hücresel akıl olarak canlıların hepsi birbirinden çakırpençe, düşünce işletmeye gelince bütün canlılar tamamen sarhoş. Bilinçdışı karanlığından bilinç aydınlığına yükselme süreci olarak giriş seviyesindeki politik yaratıcılığın ilk ürünü aynı bir sarhoşun önce ayılma ve devamında bağımlılıktan kurtulma süreci gibi önce idrak edip kendine teşhis koyabilme ve devamında en çok duygusallıkla kendini gösteren hücresel aklın manipülasyonundan adım adım kurtulma mücadelesidir.

Çıkarlarını kimimiz iyilikte kimimiz kötülükte görse de avantacılık eğilimi olarak aynıyız, fark kendine teşhis koyabilmekle ilgili. Evrim için sadece kendine teşhis koyabilenin bir şansı olabilir.

  • Duygusallık vahşi yaşamda hayatta kalmaya ve yavruları hayatta tutmaya yarar. Duyguların bilinç düzeyindeki karşılığı bilgidir. Duygusallıkla ya kendini örselersin ya da başkalarını sömürürsün.

Çocukların yaptıklarını abartmak ya da sevecenlikle küçümsemek veya sanki insan yavrusu değil de köpek yavrusuymuş gibi maskaralıklar yapmaya zorlamak gibi duygusal yaklaşımlar çocuklara zarar veriyor, çocukların kişiliğini parçalıyor. Çocuğunu sevmenin karşılığı çocuk yetiştirmeyi dört dörtlük öğrenmek ve uygulamada geliştirmektir, gerektiğinde kayırmak gerektiğinde kıymaktır. Ay kıyamam yerine en sevdiği oyuncağını uzanabileceği ama tutamayacağı bir yere örneğin koltuğun bir ucuna koyar, yanına yöresine de birkaç yastık atarsın. Bırak kıy çocuğa, oyuncağı alabilmek için altına yastık koymayı akıl edene kadar uğraşsın dursun oyuncağa ulaşmak için. Hem mücadeleyle aşılansın hem de sorun çözmeyi öğrensin. Kendi başına başarılı oldukça yaşayacağı sevincin haddi hesabı olmaz. Entropiye dönüşmemiş üretken oyun hep bir şeylere ulaşmaya çalışmaktır, her çeşitten tembelliğe karşı mücadeleyle aşılanmaktır.

Çocukluğumuzu ergenliğimizi gençliğimizi hepimize haram ettiler ve bazılarımıza bizi iç düşmana dönüştürecek kadar korkunç zulümler yaptılar. Sevgi gibi tabii ki nefret ve öfke gibi duygular da olacak. Nefret ve öfkesi olmayan doğduğundan itibaren maruz bırakıldığı entropi fırtınası tarafından yutulmuş o yolun yolcusudur. Bütün mesele öfke ve nefreti entropi fırtınasına karşı güç üretebilen yakıta dönüştürebilmektir. Her zaman her şeyde istikamet bilgi olmalıdır, yoksa istikamet kazanmak olamaz. Öfke ve nefret gibi kötü duyguları da salt bilgi üretmek için kullanırsak acayip faydalı kılarız. Aksi durum entropi cehennemine bu sefer arka kapıdan giriş yapmak ve nefrete sebep olan iblislerle aynı yolun yolcusu olmaktır.

Öyle bir saldırı altında kalırsın ki hayatta kalmak için görülmemiş bir psikopatlık patlaması yaşaman gerekir, o bir yana. Şiddet duygusallıktan gelir, ödleklere özgüdür, ölümcüldür. Askeri Vesayette görüldüğü gibi kendinden zayıflara yapmadığını bırakmayıp tüm topluma korku salarak bilgice zenginleşmeye geçit vermemek dışa dönük şiddet, kendinden kuvvetli Amerika’nın çuval operasyonu karşısında sıkıyı görünce geri çekilip pusarak onursuzluğun dibini boylamak ise içe dönük şiddettir. Her halükârda hepimiz duygusalız ve hepimizde agresif ya da pasif agresif şiddet eğilimi var. Yerinde ve zamanında kullanmak üzere tabii ki bir şiddet eğilimi hepimizde saklı bulunmalı, onun dışında bir toplumda şiddet eğilimi ne kadar kuvvetliyse ve sorunların çözümü için ne kadar çok şiddete başvuruyorsa o toplum o oranda ilkeldir. Kendini yönetme konusunda bir hayvan gibi âciz kalır ve av olmaktan kurtulamaz. Politik yaratıcılık önce kendini yönetebilmektir. Kendini yönetemeyen hiçbir şeyi yönetemez.

Mücadeleyi oyun olarak ele alıp kurallarını öyle bulmaya çalışmak duygusuzluk anlamına gelmez, duygusallıktan kaynaklı entropi tuzaklarından korunabilmek için oyun sınıflamasını ciddiye almak kaydıyla oyun algısı işe yarar görünmektedir. Entropinin parçası olmak istemeyen sevgiymiş nefretmiş fark etmeksizin bütün duyguları bilgice zenginleşmenin parçası olabilme istikametinde gütmeyi başarmak zorunda.

  • İsterse en yüksek uzay uygarlığı yeryüzüne insin, kabilecilik ya da feodalizm veya liberalizm ve sair önüne ne çıkarsa onu yönetmek dışında bir politik yaratıcılık olamaz. Bütün mesele kendini ve belli bir yaşın üzerinde olan herkesi en yüksek verimi almak için en yüksek hayat kalitesi sağlayarak ama gerektiğinde de hilelere başvurarak istikbalin kölesine dönüştürmektir. Örneğin rakı çekmeden iş yapamayan ustadan fayda sağlamak için zom olmayacak şekilde rakı çekmesine izin vermek gibi yönetici işgücü olan liberalden istediğin verimi almak için icabında çalmasına göz yumarsın çünkü rakıcı usta gibi o da bir bağımlı. Bir tas çorbaya üç yüz beş yüz lira verince kendini kazanmış hissediyorsa her şeyini elinden alıp üretimsiz bir çöpe dönüştüreceğine bırak o hayatı yaşasın, önemli olan kapsama alanı dışında zararlı işler yapmasına izin vermeden en yüksek faydayı sağlamak. Yönetici nesiller yetişince liberale ihtiyaç kalmaz ve utanç içinde çöp olur.

Devrimci sistemi oluşturan bireylerin uygulamaları devrimin üretkenliğini belirler. Devrimin kalitesini ise yetiştirilen nesiller belirler. Kaliteli nesiller yetiştirmek için yapılması gereken ufak büyük olduğuna bakmaksızın çocukları samimiyetle ciddiye almaktır. Samimiyetle ciddiye almak ahlakçılığı aşan saygı kavramının yöntemsel uygulamasıdır. Saygı başkalarının iradesini tanıma yöntemidir. İradesi olmayan emir kullarına sıradan faşizm diyorlar. İrade sahibi olmadan ve başkalarının iradesini tanımadan politik yaratıcılık olmaz.

Saygıyı hak etmeyen birine saygısızlık yapmak saygıyı hak etmeyenlerden olmaktır. Saygıyı hak etmeyen bireyin kimseye bir zararı yoksa mesafe koyarsın, başkalarına zarar veriyorsa çeşitli biçimlerde kısıtlarsın ve o kadar, kesinlikle saygısızlık etmezsin. Örneğin cinayet işlemişse hapsedilerek kısıtlanır ama aşağılama işkence vb yollarla saygısızlık yapılamaz çünkü topluma zarar vermeyecek şekilde kişiliğini geliştirebilmesi sistem tarafından iradesinin tanınmasına bağlıdır. Cinayetten hapis yatan birinin çıkıp iki kişiyi daha vurması gibi topluma zarar vermeyeceğini kanıtlayamayan birini serbest bırakmak ilkel toplumlara özgü özsaygı yoksunluğundan kaynaklı onursuzluktur. İstikamet her zaman kazanmaktır ve saygı kavramı burada yöntemseldir, iradesi tanınmadıktan sonra en küçük kabahat işleyen biri bile topluma zarar vermeyecek şekilde kişiliğini geliştiremez ve topluma kazandırılamaz. Topluma zarar vermeyeceğini kanıtlayamayan biri sırf cezasını doldurdu diye serbest bırakılamaz, zararsız olduğunu kanıtlayana kadar, kanıtlayamazsa ölene kadar gözetim altında olmalıdır. Buncacık akıl yürütmeyi anlamak için Aristo mantığı yeter. Tehlikeli insanları serbest bırakan sistemin özsaygısı yok demektir, o sistemi işletenlerin yol yordamdan bihaber bir hayvandan dış görünüş dışında neredeyse hiç farkı yok demektir. Yansıma tezine göre özsaygısı olmayanın saygısı da olamaz.

Her birey önce kendi iradesini tanımak için özsaygıya yükselmek zorunda. Öz samimiyetle kendini ciddiye alamayan politik yaratıcılığın yanından bile geçemez.[19]

Öz samimiyet… söylemesi kolay, uygulaması şimdiki evrimle imkânsız, bilinci hep uyanık tutmak olanaksız.

Siyaset sahasında kendini en verimli köleye dönüştürüp çocukların hiçbir biçimde zarar görmemesini sağlayacak sistemi kurduktan sonra çocuklara saygıda kusur etmeyip iradesini tanıyacak donanımlı ve kaliteli yetişkinleri ve bütün kazanımları seferber ederek çocukları evrimsel erginlik yolunda birer ejderha olarak yetiştirmek dışında devrim için yapılabilecek başka bir şey yok.

Yönetme yetkisinin sonsuzda birinden bile vazgeçmeyen ergin karakterli nesiller yetiştirmeyi başardıktan sonra öte çağlara ve en sonu kozmik uygarlığa yolculuk her bir sonraki nesilde bilgice zenginleşmeyi geliştirip entropiyi gerileterek hızla gerçekleşir.

  • Kurt ya da köpek vb herhangi bir canlı gibi sabah kalkıp akşam yatmak hayatsa hayat ama kazanmak için hiçbir mücadelesi yoksa ona yaşamak denir mi? Türkiye durduk yere kaybetmiyor. İstikameti kazanmak olmayan devrimcilik olamaz. Devrimciliğe karşı çıkmak ya da gericiliği devrimcilik diye savunmak kaybetmeye mahkûm olmaktır. Bir yaşamak varsa o da devrimciliktir, gerisi yaşayan ölüdür.

Ertesi gün uyandığında birkaç bin Ninja’nın ağzını burnunu kırmak ya da ağzından alevler saçan birkaç yüz canavarın iflahını kesmek gibi bayağı rutinler değil, kısırdöngüyü kırma ümidiyle ne olduğunu nasıl bir savaş vermen gerektiğini bilememekten dolayı son parçacığına kadar akıl gücüne ihtiyaç duyduğun bir ava çıkmak için uykuya yatmak anca yaşamak olabilir.

Türkiye’de de devrim

Sürü idi mafya oldu, en kuvvetli mafyaya hanedan dendi ve o da devlet oldu… devlet o günden bugüne suç örgütlerinin kusursuz organizasyonu olarak evrimleşti, olgunlaştı.

Hukuk kavramı sayesinde suçla arasına mesafe koymayı başaran ülkeler o oranda zenginleşip güçlenebildiler.[20]

Osmanlı suçtan arınmayı makul oranda beceremediği için yıkıldı gitti. Cumhuriyet Devrimi de Atatürk’ün girişimlerine rağmen suçla arasına mesafe koymayı beceremedi.

Ve şimdiki onursuz günlere gelindi. Liyakatsizliğin yetersizlikle ilgisi çok azdır, liyakatsizlik büyük oranda devlet görevlilerinin suç işlemesiyle ilgilidir. Şu an devlet tevkif edilebilse başta terör olmak üzere suç büyük oranda biter.

Dar anlamda devrim mevcuttaki devleti tevkif edebilmektir ama babacı sistem aşılmadıktan sonra suç işleme yetkisinin el değiştirmesi devrim sanılır.

Bir Tayyip baba bir Kemal baba bir Meral baba vb bir baba bulup üzün salkımı gibi tutunuyorlar ve böylece yönetim yapısının gözeneklerine yapışıp sistemi boğuyorlar.

Örneğin en kuvvetlilerin de yaşadığı cennet parçası Ege’deki yangınlar karşısında en kuvvetlilerin en zayıflardan bir farkı kalmadı çünkü kuvvetli zayıf fark etmeksizin tüm Türkiye’nin ortak paydası politikacılıkta sorunlarına sahip çıkma anlamındaki asgari bilimsellik yoksunluğu. Zayıf, adı üstünde bir şey beklemek olmaz ama kuvvetliler devlet-halk ayrımını aşıp mesela orman yangınlarına karşı savunma mekanizmasını garantiye almak gibi ev bark çoluk çocuk her şeyiyle kendi çıkarları için örgütlenip devlet yönetimine nüfuz edebilse babacı sistem kendiliğinden aşılmış olur.

Doğaüstü güçlere sahip bir baba çıkıyor da babacı sistemi o yürütmüyor, üzüm salkımı gibi tutunarak çıkar sağlayabildikleri için bizzat kuvvetliler babacı sistemi yaşatıyor. Bir de Anadolu’dan Görünüm kâbusu daha aşılamadı, yaşı tutmayanlara genetik miras olarak aktarılıyor.

Hayat kavgasına bayat simit dolandırıcılığıyla atılıp o gün bugün kendi yoz bilgisini gerçekleştiren Tayyip babaya laf etmek manasız, tutabilene aşk olsun. Kendini ışık hızıyla bitirirken Türkiye’yi de kazığa oturttu.

Var olduğunu kanıtlayabilecek seviyede kendi üstüne düşünemediği için partideki kendi tek adamlık durumunu göremeyip sürekli tek adamlığa verip veriştiren zebani bakışlı laikçilerin babişkosu Kemal baba gibi önceki seçimlerde AKP yandaşlarını kendi silahıyla vurmak için hep mezhepçi görünümlü birilerini cumhurbaşkanlığına aday göstermeye uğraşmışken gene seçmenin mahkûmiyeti üstünden hesap yaparak bu sefer halkın Erdoğan’ı seçmemeye mahkûm olduğu düşüncesiyle sinsice cumhurbaşkanı adayı olma yolları arayacak kadar kendi avantasından başka bir şey düşünemeyen şaşkınların elinde Türkiye’nin tek şansı Kemal Derviş gibi bir sömürge valisine Türkiye’nin kasasını verip kendi parasının dilencisi olarak hayatta kalmaya çalışmak olabilir.

Liyakat sahibi birini rutin işlerde çalıştırmak israf, liyakatsiz birine yüksek yöneticilik yetkisi vermek felaket olur.

Şekerci dükkânını çocukların işletmesi ne ise Türkiye’de devlet yönetimi odur ve Türkiye’nin bir ayrıcalığı yok, çöktü mü biter… kendini sadece kan davaları üstünden tanımlayabilen nefret yoğun bir ülke olarak Sevr’den bile bin beter olur. En dandik Batı liberal sistemini kurabilmek bile Türkiye gibi baştan ayağa dejenerasyon batağında taş devri kafasıyla yönetilen lağım bir ülke için başlı başına büyük devrim.

Geçelim sosyalist olmayı Türkiye’de liberal olabilmek bile büyük devrimcilik. Yemek pişirmeyi denersin, denemeye devam edersin, yemek pişirmeyi başardığında da aşçıyım dersin. Hukuk öncesi o ilkel yapılara sosyalizm deyip dayanak yaparak kendine sosyalist diyenlerin bu dünyadan geldiği gibi gitmek dışında en ufak bir şansı yok, onu geçin; Batıyı dayanak yapıp liberallik savunması yapana liberal denmez, ezik özenti denir.

Anaokulu seviyesindeki elişi yaratıcılığı bile olsa yaratıcılık salt saldırganlıktır. Savunma hâlinde zerre yaratıcılık olmaz; o, kıvırma ve kıvırma ve kıvırma hâlidir. Akıl tek tek her bireyde olduğu ve bireysel işlediği için politik yaratıcılık yerdeki ve gökteki bütün gericiliğe (entropiye) karşı akıl gücüyle tek başına deli işi bir saldırganlık gösterebilmektir. Ortaçağ kaçkını denyoları alt edip tabii ki sürdürülebilir hırsızlık için en kötüsünden bile olsa yasa merkezli siyasal sistem kurabilene liberal denir.

İstanbul’a sekizlik dokuzluk bir deprem vursa o insan kıtlığında kimi bulursan onunla ittifak yaparsın, tek şartla ki gasp tecavüz gibi eğilimleri olmasın. İktidarı muhalefetiyle politikacılığın genelev işletmeciliğine indirgendiği bilimsel politikacılık kıtlığında önemli olan felaket gelmeden felaket koşullarına göre örgütlenebilmektir.

Ondandır ki liberal imiş Marksist imiş Atatürkçü imiş Müslüman imiş Hristiyan imiş vs şu imiş bu imiş bakmaksızın kimi bulursan onunla ittifak yapmak zorundasın, tek şartla ki politik yaratıcılık mesaisine girişsin. Askerden bol bir şey yok, hepsini Amerikan liberal parmağında oynatıyor. Üstünlüğü ele alıp askerleri Amerikan liberalin elinden alabilmek için politik yaratıcılığı zorlayan yeter sayıda bilinçli irade eğilimi gerekir. Ajan da olsa provokatör de olsa politik yaratıcılığa zorlanan biri başka işlere ne zaman ayırabilir ne de beyinsel enerji bulabilir, o da insan son tahlilde, onur herkesin ihtiyacı. Diğer yandan çeşitli biçimlerdeki sabotajlarla baş edemiyorsan demek ki daha sen politik yaratıcılıkta aşama kaydedip kendini siyaset sahasına kazanamamışsın.

Çocuk doğduğu çevreye uyum sağlamaya çalışmak dışında bir şey yapamaz. Türkiye çocuk kadar bile uyum sağlama yeteneği olmayan bastırılmış bir toplum, kendini öldürüyor. Birçok Yeşilçam filminin giriş teması gibi küçük yaşta yetişkin sorumluluğu almak zorundayız, yoksa ite uğursuza yem olup gideceğiz.

Tek yol politik yaratıcılık. Varsa politik yaratıcılık yoksa politik yaratıcılık…

[1] Örneğin Marks paranın tanımına yaklaştığı eşikte demirin inşaat malzemesi gibi niteliklerinden farklı olarak sadece ağırlık nicel özelliği nedeniyle terazide şekeri tartabilmesine benzer şekilde ceketin giyim eşyası gibi niteliklerinden farklı olarak sadece değer nicel özelliği nedeniyle alışverişte keten bezine fiyat biçebildiğini temizce tanıtladıktan sonra “benzeşme burada biter” diye yazar ve ağırlığı doğal, değeri sosyal sınıflamalarına paylaştırır. [Marks (1986) Kapital, Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili, Birinci Cilt, çev. A. Bilgi, İstanbul, Sol Yayınları, s. 63, 64.] – Günümüzle karşılaştırıldığında Marks’ın ciddi boyutlarda veri yoksunu olduğunu teslim etmekle birlikte birincisi, dünya kuvveti göreceliğinde bir ağırlık sistemi kullanıyor olsak da kozmik kuvvetin tezahürleri olarak doğal sınıflamasındaki ağırlık henüz mitolojiyi besleyen tanımsız bir karmaşadır ve ikincisi, biz de bir ürün olduğumuza göre kozmik üretkenlikten farklı olarak ölçebilmemize binaen sosyal sınıflamasındaki değer ancak para sistemi tanımıyla dar anlamda kullanılabilir vs. İşin gerçeği Marks istediğini aldıktan sonra ağırlıktan kurtulma dürtüsüyle doğal ve sosyal sınıflamalarını uydurarak mitolojiye düştü. Halbuki bir duraklayıp değer ile ağırlık analojisinin nedenselliğini bir parça sorgulasa sınıflamalar zaten benzerlikler üstünden kurulabildiği için ‘değer ağırlıkla birlikte nicelik sınıflamasına dahildir ve nicelik matematik olduğuna göre değer de matematik meselesidir’ basit akıl yürütmesiyle doğru sınıflamalar üstünden iz sürerek kendiliğinden paranın ölçü sistemi disiplini tanımına ulaşabilirdi.

[2] Siyasal kan davası Türkçeye zarar veriyor. Makalede kullanılan terimlerin bir kısmı sözlüklerde yok hem ve hem de bazı sözcüklerin tanımlamaları hem bulanık hem de birbirini tutmuyor. Yerli yabancı bütün dillerle zenginleştirileceğine Türkçe tuhaflaştırılıyor. Güçlü bir dil ortalama bir düşünürün bir sorunsal hakkında sözlüğe başvurmadan tatminkâr bir metin yaratabilmesini ve gene ortalama bir okurun ilgili metni sözlüğe başvurmadan makul düzeyde anlayabilmesini sağlayacak zenginlikte ve berraklıkta olmalı. Dil yegâne düşünme aracıdır. Anadilmiş öz dilmiş Türkçeymiş Kürtçeymiş İngilizceymiş kuş diliymiş tarzancaymış… fark etmeksizin kim hangi dille düşünebiliyorsa o dile taparcasına sahip çıkmalı ve geliştirmeye çalışmalıdır çünkü bir dil ne kadar gelişmiş ise soyutlama süreci de o kalitede işletilip o kalitede soyutlama ürünleri elde edilebilir – Dil düzgün olmazsa ne teori ne uygulama ne iletişim ne siyaset… hiçbir iş düzgün olamaz.

[3] Gerçek zamanlı veri olmasa dinozorlar da bilinemezdi veya gerçek zamanlı veri olmadığı için kim bilir ne çok canlı türü hiç bilinemeyecek…

[4] Hayatta kalmak için vazgeçilmez olan beslenmek ile oburluğun birbirine karıştırılmaması gibi hayat kalitesi için vazgeçilmez olan eğlenme dinlenme amaçlı sosyal faaliyetler de pornografiyle karıştırılmamalı. Kitlesel pornografi araçları dışardan rahatça gözlenebilir, iş öznel iradeye geldiğinde kendini kandırma araçlarını belirlemek hayatın anlamını sorgulatacak kadar bezdirici olabiliyor.

[5] Devrimi tartışmak deyince ilk Marksistler akla gelir ama kazın ayağı öyle değil, Marksistler devrimi tartışmıyor değil tartışamıyor. Bu öyle bir handikap ki devrimi tartışmazlarsa Marksist anlamıyla diyalektiğe (kozmik işleyişe) karşı geldikleri için bütün kapalı sistemler gibi entropinin baskısıyla çürüyecekler, devrimi tartışmaya girişirlerse bu sefer Marksizm hukuk kavramından yoksun olduğu için kendilerinin sıkça kullandığı deyimle kusmak zorunda kalacaklar.

[6] Tarihin ikinci dönüm noktası bütün angaryalarla birlikte daha önemlisi imkânsız görevleri üstlenebilecek gerçek kölenin Alan Turing tarafından geliştirilmesidir.

[7] Peygamber’in yıllar yılı akıntıya kürek çekmesi, yıkım korkusu yaşamadığı için kimsenin sosyal gelişime ihtiyaç duymamasındandır. Peygamber’e kitleler halinde itibar etmeye başlamaları savaş gücünün belirgin bir cüsseye ulaşmasıyla ilgilidir, sosyal gelişim ihtiyacından değil.

[8] Laikçi puştlara bi ağız tadıyla karılık yaptıramamışken mezhepçi evliyalar seçimi kaybedip tekrar laikçilerin karısı rolüne mahkûm olma kâbusunu yaşıyorlar ve bu korkunç kâbus yüzünden iktidar oyunları sarpa sardıkça daha da saldırganlaşıyorlar. Ne kocalık sisteminin bir sonu var, ne de onu aşabilecek bir sosyal irade…

[9] Hendek Savaşı sırasında kalleşlik yaptığı için kuşatılıp teslim alınan bir kabiledeki bütün erkeklerin başı kesildikten sonra kadınların ve çocukların yağmalanıp silah almak için satıldığı tezi ve İslam felsefesi (Kuran ve Peygamber’in karakteri) taban tabana zıt. Belgeye dayalı tarih yazımının henüz çizgi roman kıvamında olmasına oranla yanılgılara ve çarpıtmalara sonuna kadar açık kulaktan dolma tarih yazımı sinsice suistimal edilerek vahşi eğilime referans olması için Peygamber’e kara çalındığı kesin görünse de kanıtlanabilir değil. Yanlış yöntem diye horlanan retrospektif yaklaşım perspektifinden (şimdiki verilerle şimdiki zamandan) bakabilse yazıcı ekipler oluşturup mücadele tarihini ceylanların soyunu kurutma pahasına kayıt altına almayı akıl edememesi Peygamber’in -cinsel ayrımcılığı aşamamasından sonra- ikinci en çok üzüleceği stratejik hatası olurdu. Liderlik kavramına Peygamber kadar yaklaşabilen bir ikinci tarihsel karakter olmadığı dikkate alınırsa kulaktan dolma tarih yazımında yer bulamadığı için doğrusuyla yanlışıyla ne çok paha biçilmez deneyimden mahrum kaldık Allah bilir.

[10] “Onlar bir kazanç ya da bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar.” Cum’a 11.

[11] Parti demek kabile demek, nitelik birikimle birlikte yeterli nicelik birikime ulaşabilmiş liderlik hareketi devrimci siyaseti kurumlaştırana kadar liderlik ve devrimci siyaset aynı anlamda kullanılabilir.

[12] Çin Rusya Türkiye gibi ülkelerde de padişahçıklar var gibi görünse de onlar her an her şeyini kaybedip mahpusluğa düşme ya da kanun kaçağına dönüşme korkusuyla sindirilip terbiye edilmiş feodaller. Liberal gibi giyinip liberal gibi kırıtmak dışında hem kendi içindeki kurumsal işleyişinde ve hem de devlet ve toplum ile ilişkilerinde salt feodalizm hâkim.

[13] Ya da çok sayıda savaş deneyimine sahip bir komutan olmasıyla Lenin’den üstün avantajlara sahip olan Atatürk bir devrimci için ölüm demek olan konformizmden korkmayı bir bilebilse zaten kendini (aklını) durduramaz, o da tepedeki kodes olan sırça köşkte kendini zehirleyip genç yaşta kahrolarak mahvolacağına gerçek cumhuriyet devrimini gerçekleştirmeye kendini mecbur bırakmış olurdu. Lenin’e göre istikameti de gerçekçi olan Atatürk savaştaki meydan okumasını rahata duyduğu özlemi baskılayıp siyasette de sürdürebilse Türkiye’yi süper bir ülkeye dönüştürebilir, mirası bir çöp ev gibi hırsızların ve hırsız psikopatların boyunduruğunda entropinin istiflendiği bir çöp ülke olmazdı. İlk başlarda ilk devrimci kadroyu oluştururken sıkıntı olurdu; sonrasında bir tek Allah’ın kulu Atatürk karşısına çıkmaya cesaret edemeyeceği, etse bile Atatürk karşısında bir şansı olamayacağı için yeni nesiller işi ele aldıkça Türkiye muazzam bir sıçrama yapabilirdi. – Ya da günümüzdeki kadın sorununun yakıcılığına bakılırsa Allah korkusu deyiminin sahibi olan Peygamber kölecilikten korkmayı bildiği gibi en çok saldırıya uğradığı yumuşak karnı çokeşlilik eğiliminden cinsiyetçi kölecilik olduğunu kavrayıp korkmayı bir bilebilseydi -köleciliği bitiremediği gibi çokeşliliği de bitiremezdi ama- bütün zamanlarda herhangi biri olmadığı (Peygamber olduğu) bilinci ile Hatice’den sonra tekeşli kalarak kadınlığın özgürlük mücadelesinde sıradağlar kadar sağlam bir istinatgâh sağlamış olurdu.

[14] Oransallığı binde bir bile olmadığı için liberal de ordusunu emekçilerden oluşturmak zorunda olduğuna göre Peygamber zamanındaki Arabistan Yarımadasına oranla gitgide daha da küçük bir köye dönüşen günümüz dünyasında Peygamber’in inatçı çalışkanlığıyla emekçileri devrimci saflara kazandıracak üstünlükte enternasyonal bir mücadele yürütmeyi başarıp gericiliğe savaşacak asker bırakmadıktan sonra bal gibi de kansız devrim olur. Derdi devrimcilik kisvesi altında birilerini kesip doğrayarak ve aşağılayarak travmalarını doyurmak olmayanlar için “Bütün Ülkelerin İşçileri, Birleşin!” önermesi zaten kendiliğinden kansız devrimin bayrağı olur. Zaten enternasyonal olması gereken devrimci örgütlülük geçmiştekiler gibi çakma değil de hakikisinden olabilse pragmatizmi köpekten bile aşağı olan ve yalancılığı çocuk kandırma düzeyini aşamayan liberalin elinden bilimcisini memurunu askerini vs bütün gücünü almak işten bile değil. Önden bakınca sıra sıra evler gibi görünürken arkası boş arazi olan film seti gibi değil de gerçek enternasyonal kurumlaştırılabilse Güneşin çekirdeği gibi dünya devletinin çekirdeği olarak zaten o devrimdir, Güneşin bilmem kaç milyar yıl önce nükleer enerji hareketini başlatması gibi durdurulamaz nitelikte ve kuvvette en yüksek (beyinsel) enerji hareketi başlamış demektir.

[15] Okumuşu okumamışıyla bilgice sefalet çeken paralı makamlı rütbeli ve sair becerikli zalimler, entropi fırtınalarıyla hayat bilgisinin uzaklarına (yabancılaşmaya) sürükleyerek ülkeleri uygarlıkları batıran belalı lümpen onlar.

[16] Açık yasasını tam işletebilmesi için bütün mekânları tüm ayrıntılarıyla kapsaması gereken siyaset sahasının kural örüntüsü (kurallar ağı, kural koridorları) ilgili kurumların uygulama evresindeki başarımına göre faydasını arttırabilir. Örneğin menşei Amerika olan Türkiye’deki yarım asırlık tarikat operasyonunun benzerini Türkiye ve başka hiçbir ülke veya örgüt Amerika’da yapamaz, illa her seferinde tamamen başarılı olacak değil ama Amerika’nın ilgili kurumları pahalıya ödetir. – Bizde ise… diye girizgâh yapıp karşılaştırma yapmaya gerek var mı?

[17] Seçkin akıllardan yükselen kimi özlü sözler kozmik vahiy olur. Filozofun “düşünüyorum, öyleyse varım” önermesi, nükleer bomba geliştirmeyi de düşünceden sanmak gibi yanlış anlamaları önlemek amacıyla düşünmek fiilini bilinçdışına özgü (öngörüden yoksun) asgari tanımından koparmak için ‘felsefe yapıyorum, öyleyse varım’ diye kullanılmalıdır. Ya da gerçekten felsefe yapabilmek için erginleşme yolunda daha kırk fırın ekmek yemek gerektiğine ve günümüze özgü sorunsalların yakıcılığına binaen ‘politik yaratıcılığı zorluyorum, öyleyse yaşayan ölü değilim’ diye spesifik kullanılabilir. – Kendim üstüne düşünebildiğimde kendi varlığımı (var olduğumu) kanıtlamış olurum. Liberal kendi üstüne düşünemediği için kendi varlığını kanıtlayamaz ama ben liberalin üstüne düşündüğümde liberalin varlığını kanıtlamış olurum. – Fizyolojik yapı gibi kozmik yapı da birbirine bağlı (görece) tikel yapılardan oluştuğu için kendim üstüne düşününce kozmik yapı üstüne de ve kozmik yapı üstüne düşününce kendim üstüne de düşünmüş olurum. – Diğer yandan büyük patlama üstüne düşünürken ‘nereden patladı, nereye patlıyor?..’ gibi sorularla düşüncemin önü kesildiği için (büyük patlama üstüne kesintisiz düşünemediğim için) büyük patlamanın varlığını bu sefer kanıtlayamamış olurum. Varlık koşullarıyla ilgili sorular düşünceyi kesintiye uğratıyorsa o şeyin varlığı şüphelidir. Onca geçit vermez soru varken evrenin oluşumu diye boru çiçeği gibi bir şemayı argüman sayıp büyük patlamayı gerçekten olmuş gibi pazarlarsam ne bilimci ne filozof sadece bir fırsatçı olurum…

[18] Fil kuvveti ve fare kuvveti metaforu iki ayaklı memeliler olarak bize özgü hücresel akıl (bilinçdışı) ve düşünce (bilinç) olur. Hücresel aklımızdan yükselip beynimizde yankılanan komutlar bizi hayatta tutarak bugünlere getiren birer nimet ama taklit ve öğrenme yeteneğinin gelişmesiyle olmadık çılgınlıkları rasyonelleştirip yıkıma varan entropiye de neden oluyor. En kuvvetli devrimci komutanların bile hücresel aklın çekim gücünden kurtulamadığı için tanrıcılık oyununa kapılması ve devrim umudunun tanrıcılık oyununa kurban gitmesi tartışmasız kanıtlar ki devrimcilik bir melekler kelekler çizgi filmi değil, düşünce (bilinç) hareketlerinin alanını sınırsız genişletebilmek için hücresel aklı (bilinçdışını) baskılayıp haddini aşamayacak şekilde hizaya sokmaktır. Devrimcilik ne kadar başkalarına karşı mücadele ise bir o kadar da kendine karşı mücadeledir.

[19] Öyleleri var ki bir duş alsaydın desen çekip seni vurur, her şeyini mükemmel tanımlayıp dışkısına kadar kendini kutsamış. Osmanlı gibi Türkiye de yapısındaki entropiyi kutsadığı, yücelik diye topluma sattığı, satın almak istemeyene dayattığı için kaybediyor. Suç kaybettirir. Askeri Vesayetin yaptığı gibi devleti psikopatlarla sapıklarla haydutlarla hırsızlarla doldurursan, hukuk kavramının gücüyle baskı altında tutulması gereken suç eğilimini devlet yetkisiyle donatırsan herhalde çökersin. Terör en çok suçu kutsamak için kullanılıyor.

[20] Dreyfus davasında Dreyfus’un dramı yemeğin sunumudur. Yemeğin kendisi üst düzey yöneticilerin yanlış yaptılar dedirtmemek gibi tipik üstünlük kompleksi yüzünden ajanlık yapan gerçek suçluyu aklayarak büyük bir suça imza atmalarıdır. Mücadele uzun yıllara yayıldı, Zola kaçmak zorunda kaldı ve sürgünde öldü ama en sonunda suçun en büyük kaynağı olan ‘biz hata yapmayız ulan’ anlayışı devlet yönetiminden sökülüp atıldı ve bu uğurda mücadele verenler iadeiitibarla birlikte yüksek yöneticilik işlerine yükselebildiler.

Bu gönderiyi paylaş

Yorum Yaz

Araç çubuğuna atla