Anasayfa » Ortadoğu’dan Çıkış – Ekonomi (ikinci bölüm-4)

Bu gönderiyi paylaş

Genel

Ortadoğu’dan Çıkış – Ekonomi (ikinci bölüm-4)

Yerelde ilkellik (4)

  • Devrim girişimleri ve kavramlar kendi yozluğuyla yüzleşme erginliğinden yoksun ehliyetsiz ellerde hırpalanarak çok büyük itibar kaybına uğradı. Sosyalizm kavramı kırılganlıklara aşılanmış çok sert kişiliklerin tartışabileceği en büyük mevzu, onu geçin. Zamanın ruhuna uygun kavramlardan örneğin milliyetçilik -ya da ırkçılık- o milletin -ya da ırkın- çıkarlarını savunmak anlamında (dar anlamda) faydalı olmalı, ama değil, çünkü ırkçı milliyetçi olmak dahi bir hayli kapsayıcılık gerektirir.

Bilimcilere bakılırsa alım gücü konusunda cepteki para miktarı ile benzer işleve sahip olan beyindeki gri madde miktarı herhangi bir ideolojinin şimdilik anca ambalajını satın almaya yetebiliyor. O yüzden ilkeler değil, gerçekte istikameti belirleyen her seferinde yoz bencillik oldu. Ne kadar iyi niyetli olsa da ‘benden sonra tufan’ anlayışına düşmesi kaçınılmaz yoz bencilliğin onursuz bir yenilgiden başka bir mirası olmadı.

Bütün devrim girişimleri gibi eksik ve sakat doğmaması zaten mümkün değilken Atatürkçülük ve ona bağlı yurtseverlik ve ulusalcılık kavramları, yoz bencilliğin güdümündeki olağan zalimliklerin maskelenmesinde kullanılmakla birlikte pornografi talebini karşılamak amaçlı hamaset tüccarlığına rahmet okutan çılgın Türk ışın kılıcı bakışlı Atatürk torbacılığına kadar aşağılara çekilip ayaklar altına alınarak iyiden iyiye itibarsızlaştırıldığı için mezhepçinin din tüccarlığına karşı şimdi sığınak olabilecek, o da kıtı kıtına bir laikçilik kavramı kaldı.

  • Çeşitliliği sınır tanımasa da putperestliğin kaynağı kendine tapınmaktır. Örneğin ‘ben sosyalistim’ iddiası en kuvvetli siyasal sisteme ulaşma (hayat bilgisini sürekli yükseltme) mücadelesinin açıkça bayrağı olduğu halde kendine tapınma putperestliğinin şaşırtmasıyla ‘ben ne yaparsam sosyalizm mücadelesi odur’ bencilliğine indirgenerek sosyalizm kavramı zayıflık ve yenilginin bayrağına dönüştürüldü. Ya da Türkiye şartlarında birebir gözlenebilir bir örnek olarak ‘ben Müslüman’ım’ iddiası, Hac yolundaki topal karınca misali adisyonu öbür dünyaya bırakılmış bir ömürlük bir mücadelede istikamet vurgusu iken kendine tapınma putperestliğinin bir vuruşuyla ‘ben ne yaparsan Müslümanlık odur’ yozluğuna indirgenerek koca bir din, cahillikler şenliğine dönüştürüldü.

Cumhuriyet Devrimi de dışı devrimci içi gerici saray Sünniliğinin ehliyetsiz ellerinde ‘ben ne yaparsam devrim odur’ yoz bencilliğine indirgenip tümden saptırılarak batak bir sisteme dönüştürüldü; Atatürk’ün düşüncesi güzeldi ama aşırı pasif kalması yüzünden hayaller laik Fransa, gerçekler faşist İtalya oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti fikrin ve vicdanın hür kalmasına hiç izin vermedi… hiçbir zaman düşünür dostu olmadı, sanatçı dostu olmadı, kitap dostu olmadı…

O günden bugüne yüzleşme cesareti gösterememekten olsa gerek, zamane laikçisi artık tam bir karikatüre dönüştü; dışı ‘Subay ve Centilmen’, içi ‘Kertiş Ali Onbaşı’… dışı ‘Katarina Blum’un Çiğnenen Onuru’, içi ‘Kezban Roma’da’…

  • Bir sistemin kalitesini kadın ve çocuğa yaklaşımı belirler, sözde laikçi de aynı mezhepçi gibi kadın ve çocukları mülkiyet ilişkisi içinde tanımlıyor. Kuran kursu ve Andımız gibi yol ve söylemlerde farklılık gösteren dış görünüş bir yana bırakılırsa sadık bir köpeğe dönüştürme ortak paydasında her çeşitten karakter tecavüzcülüğüyle çocuklar mahvediliyor.

İki Sünnilikten, mezhepçiye (sözde Müslümana) taş devri denirse sözde laikçi en fazla cilalı taş devri olur.

  • Hayat tecavüzcülükle işler, genel anlamda yaşam hakkına tecavüz olmadan hayat olmaz. Evrimle birlikte tüysüz maymun bir de peşkeş çekmeyi öğrendi ve sınıflı topluma özgü siyaset böylece tanımını buldu: tecavüzcülük ve pezevenklik… Emeğinden canına kadar insanların her tür hakkına tecavüz edip kendi çıkarına kullandığın gibi bir de bir komisyon karşılığı başkalarına peşkeş çekersin.

Siyaset namına tecavüzcülük ve pezevenklikten öte bir politik eğilim içerdiğine dair en ufak bir belirti göstermeyen sözde laikçide bir kalite çıtası aramak ya da politik strateji sorgulamak mümkün değil, yok çünkü. Daha kötüsü varlık nedeni oy avlamak olan pragmatist bir yapı değilmiş gibi sözde laikçide oy avlama taktiği geliştirme yönünde bir ufak bir kıpırtı da yok. Adı halk partisi ama bir kez bile halktan yana sağlam bir duruş sergileyemedi. İçinden çıktığı halkı küçümseyip aristokratlık taslayan sözde laikçi her seferinde zorbalardan yana tavır aldı, sadece zulüm görenlere sahip çıkması gerekirken yarım ağızla söylenen birkaç çelişkili lakırdı dışında apoletli zalimlere olduğu gibi bilfiil sahip çıkarak askerî vesayet faşizminin devamıymış gibi bir imaja hapsoldu.

‘Ak Partinin oyu hâlâ niye yüksek?’ sorusunun cevabı budur, tecavüzcü pezevenklerin en despotu imajını bir parça yumuşatacak kadar bile bir kurnazlık gösteremeyen örümcek kafalı fanatiklerin manipülasyonunu bir türlü kıramayan bir muhalefetin olmasıdır. Askerî vesayet artıklarıyla hemhal olmuş alabildiğine hırbo bir ekibe krizleri yönetebileceği umuduyla bel bağlamak hiç hayra alamet değil.

  • Yoksunluk krizinin sahtesi bağımlılık, gerçeği ise ölüm kalım meselesi olur. Örneğin bir bağımlı o bağımlılık maddesini bulamasa bir süre kıvrandıktan sonra eli mahkûm iyileşir. Ama çölün ortasında susuz kalan biri için zaman geçtikçe kriz şiddetlenir ve su tek şeye dönüşür; suya ulaşmak dışındaki tüm yaşamsal beklentiler hiçleşir, metabolizma kendini aldatıp imgeleri suya benzetmeye çalışır…

Bir yere kadar yaşamsal gereklilik olan iktidar açlığı ise açlığa susuzluğa bağımlılığa yalnızlığa ve sair kainattaki hiçbir şeye benzemeyen içinden çıkılmaz bir meseledir. Sözde laikçi, çölün ortasında susuz kalmak gibi sürekli aşağılanmaktan kaynaklı yoğun bir yoksunluk krizinin pençesinde iktidar olduktan sonrasını düşünemeden sadece aşağılama kudretine (ödüle) ulaşma motivasyonuyla yüksek yöneticilik yetkisi istiyor, ama Atatürk’ten Lenin’e kadar en büyük tarihsel karakterler bile olsa iktidara gelmeyi ödül sananlardan geriye salt zayıflık kaldı.

Yüksek yöneticilik salt külfettir, Kuran’daki tabirle aldığın yetkiye rehin olmaktır.[1] Temiz ve çalışkan (enayice ruhlu) kişiliklerin yürütebileceği fedakârca bir mesai olmak zorundadır. Yoksa hele de kriz dönemlerinde yüksek yöneticilik makamı çok hızlı çalışan bir değirmene dönüşür ve önüne geleni un ufak eder.

Bugünün Türkiye’sinde dağlar kadar birikmiş karmaşık sorunların çözümü üstüne düşünürken nihilizm şöyle bir yoklamıyorsa sorumluluk sahibi olacak erginlikte değilsin demektir, iktidara gelmek şartıyla bütün sorunları kolaylayan tipik bir hayalci olduğunu gösterir.

  • Trenle yolculuk yapan birkaç yaşındaki bebek, ağaçların koştuğunu sanır. Sözde laikçi yükseldiğini sanıyor ama mezhepçinin hızla irtifa kaybetmesinden başka bir hareket yok.

Talep her çeşitten üretkenliğin tek ateşleyicisi, motivasyonun tek kaynağıdır. Yükselme yönünde bir hareketin olmaması, başta siyaset olmak üzere hiçbir alanda hiçbir anlamıyla kaliteye bir talep olmaması yüzündendir.

Askerî vesayet dünyadaki benzer örnekleri gibi pespaye bir dramdı ve geçmişte kaldı, mezhepçi vesayet ise pespayenin en pespayesinden bir taklidi olarak boktan bir komedi ve hızla tükeniyor.

Mastürbasyondan kendini alamadığı için pornografiden başka bir arz gerçekleştiremeyen sözde laikçiye yönetim sırası gelince başta devlet kurumlarının ve sermeye çevrelerinin işleyişi olmak kaydıyla kurumsal ve bireysel bütün hareketleri yasal alana çekip vesayet düzenini aşabilecek en zayıfından bile olsa bir atılım gerçekleştireceğine dair bir hazırlığı olmadığına göre Marks’ın şu sıralar o çok sık tekrarlanan Hegel’den alıntı sözüne atfen dram ve komediden sonra vesayetin üçüncü tekrarı olarak neyi yaşatabilir?

  • Siyasal ağalığın kol gezdiği koşullarda siyaset ağasının liyakatten söz etmesi ayıp oluyor. Liyakatin zerresi yok, devlet kurumu adı altında suçu yöneterek çıkar sağlayan bir mafyalar karmaşası ve ekmek teknesini işletebilmek için vergi kaçırmaya mecbur bırakılmak gibi geçinebilmek için yasadışı davranmaya itilen edilgin bir toplum var.

Yurtseverlik diye yürütülen faaliyetlerin yıkıcılığı yanında emperyalist operasyon adamakıllı yapıcı kalıyor ise ülkenin bağışıklık sistemini oluşturan kuvvetlerin işlevi tam tersine dönmüş ve koruyup gönendirmesi gerekirken ülke yapısına saldıran ölümcül bir hastalığa dönüşmüş demektir.

Irkçı ya da milliyetçi veya liberal ya da İslamcı veya Marksist ya da Atatürkçü vb neci olduğunun son tahlilde bir önemi yok, ırk ya da din olarak veya siyasal hareket ya da ülke olarak vb her neyi hayatının merkezine koyuyorsan o olarak zayıflardan olmak utandırmıyor zoruna gitmiyorsa ve süper ötesi güç olmayı gözüne kestiremiyorsan… falan filansın işte, mastürbasyonlarla avunmaya çalışan haybecinin tekisin.

  • Bilimde ahlakçılık olmaz. Fezaya uzay aracını ya gönderirsin ya gönderemezsin, hastalığın tedavisini ya başarırsın ya başaramazsın… Tıpta ayıp yoktur sözünde anlatılmak istendiği gibi normalde olmaması gereken yaklaşımlar bilimselliği başarmak için gerekebilir. Dolayısıyla ölenlerin arkasından kötü konuşmak ya da Allah’a karşı gelmek veya şom ağızlı olmak gibi aykırılıklar, istikbal istikametinde bilimselliği başarabilmek için kullanıma açık olmak zorunda.

Ve büyük konuşmanın tek şartı var, yanılmak çıkarına olacak. Sıra Türkiye’ye gelmiş gibi görünüyor, bir çarpışma kaçınılmaz. Ve büyük soru şu: devlet otoritesi tamamen çöker mi?..

[1] Tûr 21, Müddessir 38.

Bu gönderiyi paylaş

Yorum Yaz

Araç çubuğuna atla