Anasayfa » Ortadoğu’dan Çıkış – Ekonomi (ikinci bölüm-1)

Bu gönderiyi paylaş

Genel

Ortadoğu’dan Çıkış – Ekonomi (ikinci bölüm-1)

Yerelde ilkellik (1)

Bilinçle ilk temasın yaşandığı evrimin dönüm noktasından bu yana politik yaratıcılık ataklarında sayısız kez tanıtlandığı ve medeniyet atılımlarında tekrar tekrar kanıtlandığı üzere ne bir aslan kral ya da tüysüz maymun kralın ne bir karadelik ya da galaksi çarpışmasının ne de canlı cansız hiçbir kuvvet fenomeninin içeriğinde bulunmayan yücelik kuvveti o sıralar açıkça Nefi’nin damarında mevcuttu ama anoreksiya hastalığı söz konusu olduğunda yaşamsal kodların ‘beslenmek ölümdür, aç kalmak hayat’ diye tam tersi bir vaziyette ölümün kodlarına dönüşmesi gibi ‘İvedikyen politika yurtseverliktir, üretken politika vatan hainliği’ diye tanımların yeri değişip zayıflığın kodlarına dönüşmesiyle Osmanlı Devleti’ni kuvvetli kılan damar çoktan ters pers bir vaziyet almıştı. Ve şeref kuvvetlilerin mevzuudur.

Gelmiş geçmiş en kapsamlı kuvveti birkaç yüzyıl gibi kısa bir zaman diliminde biriktirmeyi başaran Batı Medeniyetinin hikâyesine -orangutanın mantığından hallice olduktan sonra en düşük seviyedeki en yalınkat mantıkla bile- bakılırsa Osmanlı Devleti’nin hayvansal hiyerarşiyi aşabilen şeref kavramıyla temas sağlayıp uygarlık kuvveti geliştirme yarışında ağırlıklı yerini koruyabilmesi ve ilerletebilmesi sadece Nefi’nin eser miktarı bile kolay kolay bulunamayan medeni şerefine olsun da ucundan kenarından bir biçimde sahip çıkmasıyla mümkün olabilirdi; Şekspir de Servantes de Newton da Aynştayn da Kant da Dekart da Sancar da Zukerberg de Musk da Şahin ve Türeci de ve medeniyet tanımını geliştiren gelmiş geçmiş ne kadar meydan okuma varsa ve bundan böyle ne kadar meydan okuma olacaksa Osmanlı Devleti için o sıralar hepsi de fazlasıyla -devletin kaba kuvvetinden yoksunluğu anlamında bir adamcık bir- Nefi idi.

Kumbaraya atılan ilk para gibi Nefi’yi tutmayı başarırsa anca devamı gelebilir ve tabii ki en geniş anlamda okullaşma atılımıyla eşgüdümlü olarak Royal Society gibi yaratıcılık kurumlaşmalarını zanaatlardan bilim ve sanatlara ve felsefeye kadar hayat bilgisinin bütün gözeneklerinde her yaş grubuna yaygınlaştırıp politik yaratıcılık başta olmak üzere üretken yaratıcılığın katmanlı birikimini çok yönlü gerçekleştirerek böylece bugün parçalanmış ve birbirine düşmüş cenabet bir coğrafya olacağına üç kıtaya yayılmış her anlamdaki çeşitliliğe uygun yönetim biçimini geliştirebilecek üretkenlikte politik yaratıcılık seviyesini yükseltebilir, sanayi ve teknolojide Batı ile üç aşağı beş yukarı eşit seviyede olsa bile Balkanlardan Arabistan Yarımadasına Kafkaslardan Kuzey Afrika’ya Hazar Denizinden Akdeniz’e Karadeniz’den Umman Denizine kadar engin bir coğrafyada petrol ve doğalgaz havzalarından tarım alanlarına içdenizlerden okyanus bölgelerine tatil cennetlerinden doğal ve tarihsel harikalarına kadar her şeyde dünyanın en zengin ve güçlü ülkesi olabilirdi.

Sadece, çocuğun birikim yapabilmek için kumbaraya attığı parayı geri çıkarmayacak iradeyi göstermek zorunda olmasıyla birebir aynı biçimde iradesini zorlayıp gıcık oğlu gıcık Nefi’yi tutmayı başaracak ve iradesini daha da zorlayıp Nefi’nin damarına tutunmaya çalışacaktı. Tam tersi olunca Nefi’nin it leşinden kötü kaderine yakalanmamak uğruna hayvansal hiyerarşinin hışmına uğramamak için evrim diyalektiğinin politik yaratıcılıktan yoksun çelişkisiz çatışmasız dolayısıyla üretimsiz izbelerinde Nefi’nin damarı olabilecek potansiyel yaratıcılık kuvveti, üç maymunu oynayarak uygarlık kuvveti uğrunda bir çivi bile çakamadan göçüp gitti.

Allah “adaleti emredenlere yanlış yapan, bana yanlış yapar” diye kozmik raconu kesmişti Kuran’da. Ve Allah affeder, kozmik işleyiş affetmez. Ve hiçbir kavim durduk yere helak olmadı, Osmanlı hariç değil. Ondandır ki Osmanlı, Nefi ile birlikte kendi şerefini de boğdurup lağıma attırmış oldu.

Ve gelenek o gelenek, o gün bugün Nefiler lağıma atılıp lanetlenirken Bayram Paşalar yüksek yöneticiliğe getirilip kutsanarak kutsal kitaplardaki anasının kutsalını şereflendirmeye pek bi meraklı sapkın kavimler gibi Allah’ın emrine -eûzubillâhimineşşeytânirracîm- sayısız kez meydan okundu.

Osmanlı Devleti bir ağaca benzetilirse politik yaratıcılığı geniş katılımlı işletebildiği oranda bir yere kadar büyüyüp serpilip kendi zamanının şatlarında yabana atılmayacak bir gelişme gösterebildi; ama bir yerden sonra malı tek başına götürme ihtirasının güdümünde politik yaratıcılık potansiyelini dışlamasıyla kanserli hücrelerden bir farkı olmayan politik yabancılaşma güçlenip yaygınlaştıkça önce yaprakları yolunmaya başlandı, sonra dalları kırıldı, daha sonra çıkan her filiz koparılıp atıldı ve en sonu kaçınılmaz final ne olsun: Osmanlı ağacı kurudu gitti.

Marine etmek için avını nehrin derinliklerine sürükleyen timsah gibi şu meşhur hazreti emperyalizm de dişlerini geçirdiği Osmanlı Devleti’ni valide sultanın kutsalını şereflendirsin diye şerefsizliğin dibine sürüklerken o esnada bu sefer bütün bu -hâlâ sürmekte olan- yüzlerce yıllık kendi soyunu soysuzlaştırma tufanından karakterini bir biçimde bir kısmıyla kurtarabilmiş bir adamın bir fırsatla yarattığı kalite farkı sonucu açığa çıkan yeni bir kuvvet patlaması sayesinde Osmanlı ağacının kökünden yeni bir ağaç boy atıp yükselişe geçti.

İlla velakin, anti-virüsün kendisi virüse dönüşürse işletim sistemine olacağı gibi ilkokul kompozisyon ödevi seviyesindeki en çocuksu en zararsız politik yaratıcılık atakları da dahil zayıflığa (şerefsizliğe) meydan okuma potansiyeli içerebilecek her tür filizlenmeyi şerefsizlik (bozgunculuk) diye kodlayan Osmanlı Devleti’ne özgü politik yabancılaşma deliliği öyle bir kanına işlemiş öyle bir gen bilgisine dönüşmüş ki emperyalizmin ‘Ortadoğulular kabileciliği aşamaz’ oryantalist önyargısı doğrultusunda hızla dalsız yapraksız bodur bir ağaca (kabile devletine) dönüşen Türkiye Cumhuriyeti Devleti devamı olduğu Osmanlı Devleti gibi şerefsizliğin dibini test edip anasının kutsalını şereflendirmeden -gibisi yok- rahat etmeyecek.

Bu gönderiyi paylaş

Yorum Yaz

Araç çubuğuna atla