İŞLETMELER AMBARGODAN NASIL KORUNABİLİR?
Birleşmiş Milletler (BM)’in kurucu antlaşmasında verili şekliyle ambargo; uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden eylemler içerisinde olan bir ülkeye yönelik; ekonomik ilişkilerin ve demir yolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle veya bir bölümüyle kesintiye uğratılmasını, diplomatik ilişkilerin kesilmesini ifade eder. Bu şekliyle ambargo, ekonomik olabileceği gibi diplomatik de olabilmektedir.
Boykot ise, bir işi, bir davranışı yapmama kararı alma; Belli bir amaca ulaşmak için bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle, her türlü ilişkiyi kesme veya tavsatma eylemidir.
Ambargo, en kısa tanımıyla bir kurumu, almaya (satın) ihtiyacı olduğu şeylerden mahrum bırakmak, boykot ise satmaya mahkûm olduğu şeyleri almaktan imtina etmek suretiyle terbiye etme ve cezalandırma fiilidir. Her zaman akılda tutulması gereken gerçek şudur: Boykot ve ambargo, halkların toplam verimliliğini azaltıcı bir faktördür ve her kurum ve şahıs için kaçınılması gereken bir davranış biçimidir.
Boykot ve ambargo, devletlerarası siyasal ilişki yordamı olarak tarif edilmekle birlikte, yurt içinde kurum ile işletmelerin ve hatta sosyal grupların kullandığı bir davranış biçimi de olabilmektedir. Bu iki tür uygulama, yasal ve kurumsal olabileceği gibi informel organizasyonlar biçimlerinde de ortaya çıkabilmektedir. Her halükârda boykot ve ambargo şartlarında ekonomik hayat ve akabinde sosyal ilişkiler değişime uğrayacaktır. “Mutant İşletme*” başlıklı yazıda tanımlanan doku bozulmalarının, ülkenin tüm birimlerine sirayet etmesiyle “olağan dışılık“, doğal telakki edilerek ve genel kabul görülmek suretiyle “yeni bir yaşam formatı” oluşacaktır.
Dünya siyasi ve ekonomik yapısı, sanayi devrimi sürecinin başından itibaren liberal – kapitalist ideolojinin hâkimiyetindedir. “Bırakınız yapsınlar (mal üretimi), bırakınız geçsinler (gümrükleri) mottosı”, varlığı birçok kez tehdit şartları altında kalsa bile 21. Yüzyıla kadar gücünü muhafaza etmeyi başardı. 1900’lerin başında 4 yıl süren “Dünya Savaşı” neticesinde iki farklı ideoloji kendine geniş alanlar buldu. Almanya ve İtalya, Nasyonal Sosyalist; SSCB ve uyduları ise Sosyalist İdeoloji temelli devlet yapıları oluşturmak suretiyle güç kazanmışlar ve liberal kapitalist ideolojinin alternatifi ve dengeleyici unsurları haline gelmişlerdi. Fakat 2. Dünya Savaşı sonucunda ilk grup devlet yapıları, bundan 45 yıl sonrasında da Sosyalist Sistemin çökmesiyle Liberal Sistemi, tek güç merkezi olarak kabul görmüştür. Liberal Kapitalist ideolojinin temel ilkelerinden olan “sermaye, mal ve rekabet serbestisinin”, siyasi, ahlaki ve sosyokültürel temelinde, “ölçülü anti milliyetçilik” var olmak durumundadır. Bu düzene itiraz eden ülkeler, “dünya sisteminin yaramazları sıfatı” verilmek suretiyle dışlanmak durumunda kalmışlardır ki; bu “ihraç” işlemini yapabilmenin yolları, ambargo ve boykotlardan geçmektedir. Ambargo ve boykotlar, aleni ve ablukaya varacak kadar sert olabileceği gibi, örtülü ve zımnen de olabilmektedir.
2008 yılı sonlarında başlayan ve “serbest ekonominin” en büyük zaaflarından olan “Türev Ürünler” kaynaklı finansal ve ekonomik kriz, her ülkeye farklı ölçülerle de hasar verdi ve de ana “büyük darbeyi” vurmak üzere tehir edildi; lakin soğuk savaştan galip çıkan “hâkim ideolojinin” parıltısı, kriz süreciyle birlikte söndü. Bu gelişmelerle birlikte SSCB varisi Rusya Federasyonunun, yeniden Dünya siyasetinde güç olarak zuhur etmesinin yanında, ekonomik daralmanın söz konusu olduğu dönemde orta sınıfın zor duruma düşmesi sonucunda, öncelikle milliyetçilik duygusu yükselmiş, devamında mevcut sistem siyasi partilerinin zayıflaması kaçınılmaz hale gelmiştir. Birçok ülkede, mevcut “sistem partileri” iktidarı kaybetmeye başlamış, totaliter ve otokrat yapılar, iktidar, iktidar ortağı veya iktidar adayı haline gelmişlerdir. Daha ziyade “yabancı karşıtı – düşmanı” ve dolayısıyla kısmen kapalı toplum isteyen yeni oluşmakta olan sosyal yapı, devamında ekonomide de milliyetçilik taleplerini ifade etmeye başlamıştır. Son ABD seçimlerini kazanan başkanın, seçim vaatleri ile uygulamaları da bu akıma uygun özelliklere sahiptir. Son aylarda “ticaret savaşları” adıyla tanımlanan ekonomik hamleler “liberal kapitalist” sistemin gücünün zayıfladığının güçlü emareleridir. Dünyada artık moda, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” akımının zıddı olmak yolundadır ve elbette ki artık dünya, en azından bir süreliğine aynı dünya olarak devam edemeyecektir. Bu görüşün en önemli göstergesi ise, liberal sistemin ideolojik ve ameli menşei olan “Birleşik Krallık”ın, artık AB üyesi olmak istemediği gerçeğidir. Bu gelişmeler, liberal kapitalist sistemin kendi “pisliklerini” başkalarına temizletme operasyonu olsa bile, Dünya artık bir süreliğine “farklı bir sosyoekonomik – sosyokültürel iklime” sahip olacaktır.
DÜNYADA NELER DEĞİŞTİ VE DEĞİŞMEKTE?
- Irkçılık ve ayrımcılık, ayıplanmaktan çıkıp kabul edilebilir insani bir hissiyat olmaya başlamıştır.
- Tarihi dostluklar ve işbirliği öyküleri yerine, devletler ve halklar arasında husumetlericat edilmeye ve konuşulmaya başlamıştır.
- Özellikle Akdeniz Havzasında halklar ile devletler bölünmüş, ciddi demografik değişimler ile büyük mali ve sosyal huzursuzluklar yaşanmıştır ve bu durum sönecek gibi değildir.
- Dünyada, ekonomik ağırlık merkezi, Çin ve kısmen diğer Asya ülkelerine kaymaktadır ve bunların çoğunluğu büyük sermaye ve sermayedar birikimlerine rağmen, ön kabullerimizin tersine “otokrat” eğilimlerini güçlendirmekte ve artırmaktadırlar.
- Gümrük vergileri, kotalar ve sübvansiyonlar üzerinden yapılacak olan Ticaret Savaşları “henüz” başlamıştır.
- Avrupa Birliğinin para birliğinden başlayarak dağıtılması konuşulmaktadır. AB’nin git gide de Almanya’nın periferisi olacağı söylenmektedir..
- Ticaret Savaşları kızışacak ve bir adım öteye giderek, sadece mal hareketleri değil, aynı zamanda devletlerarası insan ve hatta sermaye ile teknolojigeçişleri dahi zorlaştırılacaktır.
- “Sanayileşme yoluyla zenginleşme” kapısı, mevcut “gelişmekte olan ülkeler” için kapanacaktır.
- Totaliter ve otoriter yönetim yapısına sahip devlet sayısı artacak ve bu durum yadsınacak ve hatta endişelenilmesi gereken bir olgu olmaktan çıkacaktır.
- Çok uluslu şirketler, ya bölünecek ya da mevcut güç ve işlevlerini kaybedeceklerdir.
- Dünyaya şamil silahlı güç sayısı üçeçıkacak; Çin, Dünya’ya hem sermaye hem de silah gücünü bir arada kullanabileceğini gösterecektir.
- Dünya ticaret, finansal muamelelerile bunların çalışabilmesi için gerekli iletişim sistemleri yine ABD uhdesinde ve kontrolünde olmaya devam edecek, anak bu konuda Çin ve Rusya Federasyonu, ikinci bir sistem kurma çabalarıyla yeni şartlar ve kaanç imkanları oluşturacaktır.
- Gelişmiş ve zengin ülkelere doğru olan beyin ve sermayegöçü daha da hızlanarak göç veren ülkeleri mağdur etmeye devam edecektir..
- Uluslar arası her türlü ilişkidealeni ambargo ve boykot vaka-i adiye olacaktır.
- BM, Tahkim, Uluslar arası Hakem – Mahkeme gibi çözüm kurumları, mevcut etkinliklerini kaybedecekler; anlaşmazlıklar, “daha büyük marazalar” yaratmak suretiyle çözülmeye başlanacaktır.
Yukarıda yazılı gelişme ve olguların en azından bir kısmının, uzunca bir süre günlük hayatımızı etkilemesi kaçınılmazdır, çünkü emareler bu yöndedir. Ancak bu değişiklikleri “dünyanın sonu” olarak değil, yeni bir dönemin başlangıcı şeklinde değerlendirmek gerekir. Her kriz bir fırsattır, eğer bahse konu gelişmelerin ciddi bir dert olduğunu düşünüyorsanız… Diğer yandan bu konjonktürel değişim, etki – tepki kuralınca kaçınılmaz sonuçlara sebep olacaktır. İhracat yapmakta olan bir ülke “siyasi sebeplerle” uygulanan boykot nedeniyle zorlandığında, öncelikle ithalatını kısıtlayacaktır. Hedeflediği zenginliğe ulaşamayacağını gören ve negatif ayrımcılığa maruz kalan uluslar, kolaylıkla kapalı rejimlere geçiş yapabilecek ruh haline geçebilirler. Bu sürecin başlangıcının ilk birkaç yılından sonra artık demokratik sistem çalışamaz hale gelir. Buradan geri dönüş git gide zorlaşır ve de nihayetinde günlük hayat artık çoğunluk tarafından bu değişmiş haliyle kabul edilir.
Dünyada ambargo uygulanan 5 ülke vardır, Türkiye Devleti bunlara ilaveten Ermenistan’a da ambargo uygulamaktadır. Diğer yandan OFAC listesinde olan ülke sayısı ise 16’dır. Ülkemizde en çok bilinen ambargo İran’a uygulanmakta olanıdır. Dünya ekonomisi ve siyaseti üzerinde etkisi en yüksek olan ambargo, 1973’te OAPEC tarafından başlatılan Petrol Ambargosudur ve bu eylemin akabinde 2,5 USD/varil olan ham petrol fiyatı 34 USD’ye kadar yükselmiş, bununla birlikte sadece tüm ekonomik paradigmalar değişmekle kalmamış, darbeler ve ayaklanmalar gibi beklenmeyen sonuçları doğurmuştur. Hatta 2018’den geriye bakıldığında bu ambargonun, Ortadoğu ve Akdeniz havzasındaki kanlı olayların esas hazırlayıcılarından biri olduğu söylemek çok yanıltıcı olmayacaktır.
Türkiye tarihine bakıldığında ise hafızalardaki en önemli ambargo hikayesi 1970’lerde Kıbrıs Harekatı ve haşhaş ekimi gerekçeleriyle uygulanan askeri ve ticari ambargodur. 1978’de ABD ile varılan mutabakatla kaldırılmış olmasına rağmen siyasi ve ekonomik etkileri birçok on yıllar boyunca devam etmiştir. 1970’lı yıllar, Petrol ambargosu ile birlikte ABD ambargosunun Ülkemizin en zor yılları yaşadığı dönemidir ve aslında muhtemel ambargo ve boykotlu merhale için, iş ve bilim insanları açısından eşsiz bir tecrübe niteliğindedir.
Dolaylı ambargolara örnek olarak, uluslar arası derecelendirme kuruluşları üzerinden yapılan finansal ve dolayısıyla ekonomik ambargoları verebiliriz. “Rating Şirketleri”, verdiği notlarla ülkelerin ve kurumlarının makul miktar ve maliyetle finans kaynaklarına erişimlerini engelleyebilme gücüne sahiptirler. “Kısmi ve informel” ambargo örneği, 1994 Ekonomik (Bankacılık) krizimizde yaptığımız bir “uyanıklıktan” ötürü olmuştur. O yıl, küçük bankalarımızdan birisinin hazine bölümü, nakit sıkışıklığını büyük bir İsviçre bankası ile rutin olarak yaptığı FX işlemleri esnasında 150 m USD civarındaki taahhütlerini taammüden yerine getirmeyerek, “cebine” atması ile akabinde İsviçreli yöneticilerin tümünün kariyerinin bitmesiyle sonlanan hikayenin neticesinde yıllarca sürecek dış ödemelerde operasyon sıkıntısını yaşamıştık. Dünyada hiç bir banka çalışanı, bir Türk bankasıyla “deal” yapmak istemiyordu.
Diğer az bilinen “örtülü ambargoya” taze örnek ise Almanya’nın en önemli “alacak sigortası” şirketinin, bilgi ve kefalet ağını kullanmak suretiyle, batı dünyasında alışveriş yapan ticari kuruluşlarımızın faaliyetlerini kısmen kısıtlayabilme gücüne sahip olmasıdır ve Türkiye, halen bu kurumum “limit tahdidi” ve azaltması muamelesine maruz kalmaktadır.
Boykot örneğimiz çok tazedir; 2015 sonunda Rusya Federasyonu, savaş uçağının düşürülmesinden sonra 7 ay süren boykot ve kısmi ambargonun devamında oluşan olumsuzluklar ile ekonomimizde etkileri halen devam eden bir siyasi sürecin içindeyiz. Örtülü boykotlar için “Türk TV Dizileri”nin, en güçlü olduğu pazarlardan hızla uzaklaştırılması örnek verilebilir.
Ambargo ve boykotun bir ülkeye etkilerini gözlemlemek ve tahlil etmek için elimizdeki en kullanışlı ve geniş alan, İran örneğidir. Diğer yandan 1970’lerde, ülkemizin yakın tarihi sayılan dönemde ekonomik ve siyasal gelişmeleri hatırlamak ve değerlendirmek çok değerli bir bilgi kaynağı olabilir.
İran, bilindiği gibi 1979 yılında başlayan rejim değişikliği sürecinde “Rehine Krizi” ve Irak Savaşı savrulmaları yaşamıştır. Bu yazının konusunun ekonomiyle ilgili olması nedeniyle İran’da 1980’lerdeki “iki önemli olgunun” hayati dönüm noktası olduğunu sadece çok dramatik olması açısından hatırlamak yeterli olacaktır: İran’daki en üst siyasi kişilik, 1986’da ambargoların ve savaşın yarattığı sosyolojik tahribatların etkisiyle -daha önceleri bu fikre uzak durmasına rağmen- “müsadereye cevaz” vermiştir. Aynı dönemde Irak ile yapılan savaşta kahramanlıklar gösteren devrim sonrası oluşmuş silahlı organizasyon, meşruiyet kazanmasıyla birlikte mütegallibe gücüyle “iktisadi gücü” de eline geçirerek ülkenin “iktisadi temelini” vakıf – dernek işletmeleri ile paylaşma imkanına sahip olmuştur. Tarihin pek yetenekli tüccarları ve eğitimli insanlarının çıktığı ülkelerden biri olan İran, uzunca bir süredir, çabalarının önemli bir bölümünü ekonomik açıdan her türlü dış zorluklarla baş etmeye çalışmaya ayırmak ve ek maliyetler ödemek zorunda kalmaktadır ve nihayetinde kapalı bir ekonomik yapıya sıkışmıştır. İran vakası, dilimize çevrilmiş yeterli metin olmamasına rağmen, şirket yöneticilerimizin“mutlaka gözlemlemesi ve incelemesi gereken” çok önemli bir ekonomik kült haline gelmiştir.
AMBARGO ŞARTLARINDA İŞLETMELERİN YENİ ÖLÇÜTLERİ NELER OLABİLİR?
- Ülkede varlık değerleri düşecektirve elbette üretilen malların fiyatları da… İşletmeler, mali tablolarında bulunan rakamların “hane” sayısını uzun yıllar bir daha göremeyebilirler.
- Yukarıdaki olgunun parçası ve sonucu olarak emek fiyatıda sert şekilde düşecektir, yani ücretler…
- Bu fakirleşmenin aritmetik açıdan uygulanabilmesi için enflasyon ve devalüasyon araçlarıve aletleri kalıcı olarak ekonominin bir “parçası” olacaktır.
- “KOBİ ebadı üzeri” işletmelerin önemli bir bölümünün sahiplerive yöneticileri değişecektir. Yeni şartları algılayamayan, anlamayan ve uyum gösteremeyen şahısların tümü tasfiye olacak; işletmelerin sahipliği değişemiyorsa onlar da tasfiye edilecektir.
- İşletmelerin faaliyetlerinin neredeyse tümü, her aşamada yasal izin ve lisanslamayatabi olacaktır. Bu gereklilik nedeniyle ve sonucunda çözüm için yeni bir “kârlı sektör” oluşacaktır.
- Dış ticaret faaliyetleri zorlaşacak, fakat kârlılıklar artacaktır;
- Ancak “dış ticaret ödemeleri” sorunlu bir alan haline gelecektir ve asıl can alıcınokta burasıdır,
- Çünkü kambiyo rejimide değişerek “kontrollü hale” gelebilecek ve hatta kambiyo sistemi kapatılabilecektir.
- Yabancı Para, yani dövizli işlemlerde çifte hatta “çoklu fiyatlar” oluşacaktır.
- Kaçakçılık sektörü, küllerinden yeniden doğacak ve ekonomik sistemi daha iyi çalıştıran “yararlı bir bakteri edasıyla” ekonomik hayata yeniden girebilecektir.
- Hizmet ve üretim kalitesirekabet yokluğundan ötürü düşecek, iktisadi tercihlerde öncelik nitelikte değil, temin edilebilirlikte olacaktır. Sonuçta “daha düşük kaliteli yaşam tarzı” çoğunluk tarafından kabullenilecek ve hatta yüceltilecektir.
- Gizli işsizlik, en önemli sorunlardan biri hale gelecektir ama nihayetinde gizli işsiz gerçeği de kabullenilecek ve yüceltilecektir.
- Uluslar arası ticari ilişkilerde, önceleri pek revaçta olmayanbazı ülkelerden yeni şirketler ile kişiler zuhur edecek ve çoğu işletme için bunlarla ortaklık yapmak gerekli hatta zorunlu hale gelebilecektir.
- Hukuk düzeni, yabancı olunan tuhaf bir doktrine göre evrilecektir.
- Yukarıdaki maddelerin tümünü veya bir kısmını “hayal ürünü” ve gerçekleşmesini “namümkün” öngörü olarak görenlere, 1980 yılının 23 Ocak gününü hatırlamaları önerilir.
Her ülke, dünyadaki ana akım ve konjonktürden mutlaka az yada çok etkilenir. 1980’lerde dünyada ABD Başkanı Reagan ve İngiltere Başbakanı Thatcher’in öncülüğünü yaptığı fikirler revaçtaydı; şimdilerde ise Dünya, Trump ve Putin ile, onların fikirlerine göre şekilleniyor.
*Mutant İşletme: https://www.linkedin.com/pulse/i%C5%9Fletme-sorunlar%C4%B1-mutant-serif-elender/
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş