Öncelikle, aşağıdaki satırları Zygmunt Bauman amcam 1998 tarihli bir kitabında dile getiriyor; kendisini rahmetle anmak istiyorum…
Küresel finans piyasalarının “kanunlarını ve kuralarını dünyaya dayatmaları”nı sağlayan, tüm sözde ulusal ekonomilerin yeni “geçirgenliği”; ve üzerinde işledikleri mekanın kısa ömürlü, ele geçmez ve yurt temelinde bağımsız oluşudur.
“küreselleşme” dediğimiz mefhum, bu piyasaların mantığının hayatın bütün veçhelerindeki totaliter uzantısından başka bir şey değildir. Devletlerin bu baskıya karşı koymaya yetecek kaynağı ya da manevra özgürlüğü yoktur; bunun nedeni basittir, zira “girişimlerin ve hatta devletlerin kendilerinin çökmesi için birkaç dakika yeterlidir.
Esasen olup biten şey modası geçmiş bir idari yapının, hiyerarşik ucubenin, düzen(!) dayatıcı bir mekanizmanın yavaş yavaş ortadan kalkmasıdır… Devlet, bürokrasi vs yine olacaktır elbette ama daha küçük, daha aciz biçimde… İşlevi törpülenecek ve hatta devletin kendisi özelleştirilecektir ileride, daha iyi güvenlik hizmeti, daha iyi adalet hizmeti, daha iyi bürokrasi, sağlık, diplomasi vs… bunlar devletin mevcut içgüdüleri ile topluma sunabileceği şeyler değildir…
Sermaye ve finansın serbest hareketi yüzünden “ekonomi” tedrici bir biçimde politik kontrol dışına çıkmaktadır. Devletin ekonomiye politik bir müdahalesi, bu yöndeki herhangi bir girişim, anında karşısında dünya piyasalarının öfkeli cezai yaptırımlarını bulacaktır. Mevcut yönetici takımının korktuğu başına gelecek, devletin ekonomik iktidarsızlığı bir kez daha tüm çıplaklığıyla sergilenmiş olacaktır.
Bu bağlamda Rene Passet ise 1997 tarihli bir makalesinde şunu ifade etmektedir: “… Hiçbir devlet, piyasaların spekülatif baskılarına birkaç günden daha fazla dayanamaz.”
Devletin meşgul olmasına izin verilen ve meşgul olması beklenen tek ekonomik görev, iş dünyasının faaliyetlerine daha sert bir müdahalede bulunmak ve nüfusu piyasa anarşisinin feci sonuçlarından korumak için, yerel baskıları gözleyip kontrol altında tutarak, “denkleştirilmiş bütçe”yi emniyete almaktır.
Sermayenin yersiz yurtsuz oluşu ile çelimsiz ve aciz devletlerin çoğalıyor oluşu arasında ne mantıksal ne de pragmatik bir çelişki vardır. Politik parçalanma, ortaya çıkan dünya toplumunun tekerine sokulmuş ve enformasyonun serbest dolanımına raptedilmiş bir çomak da değildir. Tersine, tanık olduğumuz eşanlı küreselleşme ve yerelleşme bir kan bağı ile birbirine bağlıdır. Karşılıklı bir pekiştirme söz konusudur.
Küresel finans, ticaret ve bilgi endüstrisinin hareket özgürlüğü, dünya sahnesindeki parçalanmışlığa bağlıdır. Zayıf devletler, bunların çıkarınadır. Küresel sermayenin rızasıyla varlık kazanmış ve çalışmakta olan devletlerarası, uluslararası, yerellik üstü kurumlar, sermayenin serbest hareketini engelleyebilecek, yavaşlatabilecek ya da piyasa serbestisini sınırlayabilecek her şeyi sistematik olarak tahrip etmek üzere basınç uygularlar. Bu öyle politik bir merkezden alınmış bir karar gibi değildir; daha çok bir doğa kanunu gibi meydana gelen bir basınçtır. Kanırtılan makinenin ısınması, sarsılması gibi…
Kapıları ardına kadar açmak ve özerk ekonomik politikaya dair her türlü düşünceyi terk etmek, dünya bankaları ve para fonlarının finans yardımına layık olmanın ön ve uysallıkla razı olunması gereken koşuludur. Zayıf devletler, yenidünya düzeninin yapı taşlarıdırlar. Küresel bir düzenin mahalle karakolu gibidirler…
Bu arada, artık ne yapılması gerektiğini sormak da yerinde değildir. Bunun bir cevabı yoktur. Olup biteni anlayan birilerini dümenin başına geçirmek, dümenin başındaki yetkin mi diye sormak daha anlamlıdır. Güç artık sahipsizdir, başıboştur, anonimdir… Bundan böyle, katı kuralların kaldırılması, özgürleşme, esnekleşme, akışkan hale gelme, finans, gayrimenkul sektörlerinde ve emek piyasalarında işlemleri kolaylaştırma, vergi yükünü hafifletme gibi uyulması gereken artık pek de politik olmayan ama çok arzu edilirse politika adımları olarak adlandırılıp paketlenebilecek eylemlere girişmek söz konusudur.
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş