İngiliz romancı George Orwell, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yazmış olduğu “Burnunuzun Dibinde” (In Front Of Your Nose) başlıklı makalesinde[1], insanların bariz bir bedel ödemeden çok uzun bir zaman boyunca saçma şeylere inandığını ve bu saçmalıklar etrafına konuşup durduğunu dile getirmiştir. Gelgelelim, gerçeklik insanların önüne bir hesap ortaya çıkarmıştır. Mesele şu ki, hepimiz gerçek olmadığını bildiğimiz şeylere inanmaya muktedir canlılarız ve yanlış olduğumuz ortaya çıktığında ise haklı olduğumuzu göstermek için gerçekleri yanıltıcı biçimde eğip bükme hususunda tereddüt etmeyiz.
Entelektüel anlamda, bu durumu belirsiz bir süre boyunca devam ettirmek mümkündür. Bu durumdaki tek kontrol mekanizması ise yanlış inanışların er ya da geç katı bir gerçekliğe (bu katı mefhum genellikle savaşlar olmuştur) çarpıp sarsıntı yaşamasıdır. Örneğin, Almanlar ve Japonlar II. Dünya Savaşı’nı büyük ölçüde kaybettikleri süreçte bile yöneticileri herhangi bir şefkatli gözle ilgili gerçekleri görmek istemedikleri için savaşmaya devam ettiler.
Bu doğrultuda, Amerikalı bir siyaset bilimi profesörü olan Steve Van Evera, aldatıcı biçimde basit ama sarsıcı bir soru hakkında kısa bir makale yazmıştır.[2]
“Devletler ve toplumlar neden köhne fikirlere inanır?”
Aynı paradoksu şu soruda da buluyoruz.
“Milletler ve liderleri, gerçekle bariz biçimde çelişen politikaları nasıl izleyebiliyorlar?”
Van Evera, liderin sadece kendisini ilgilendiren, ideolojik saikler içeren ya da tamamen masum nedenler yüzünden, kötü kararların gerçekleşebileceğini kabul eder. Belirli bir işi gerçekleştirmek için görevlendirilenler her zaman hata yaparlar. Yenilikleri ve gerekli değişimleri getiren ve görevlileri hesap verebilir kılan mekanizma, uygulayıcıların performansını ele alan eleştirel değerlendirme süreçleridir. Dolayısıyla, eleştirel değerlendirmeler, görevlilerin işlerini ve statülerini tehdit eder, bu yüzden de görevliler/etkili konumlarındakiler, genellikle, değerlendirenlere köstek olurlar ya da cezalandırmak için neden ararlar.
Bu nedenle içerden etkili olabilecek bir öz değerlendirme mekanizması genellikle etkisizdir. Bu durum, hükümetlerin hâkimiyetlerini korumak için büyük ölçüde korku ürettiği devletlerde yaygın olan paranoya ve zulmü hesaba katmadan bile geçerlidir. Saddam yönetimindeki Irak’ı hatırlayacak olursak, bir korku cumhuriyetindeki devlet kararlarına eleştirel olarak meydan okumak ahmakça bir davranış haline gelmektedir. Ama bu korkunç korku ortamı eleştirinin ortadan kalkması için zorunlu değildir. Korku toplumu olmayan düzlemlerde de bu eleştiri yoksulluğu gerçekleşebilmektedir.
Burnumuzun dibinde ne olduğunu görmek için sürekli mücadele etmemiz gerekmektedir. Psikolojik olarak tatsız, profesyonel olarak ise tehlikeli olduğu için bireyler ve gruplar bir bütün olarak kendileri için bariz olan olumsuz yankılara direniş gösterirler. Van Evera bunu şöyle anlatıyor:
“Özünde, organizasyonlar beynin oto-bağışıklık hastalığından mustariptirler. Bu aparat işini yaparsa kendi düşünme-öğrenme aparatına saldırır. Sonuç olarak, organizasyonlar zayıf düşünür ve yavaşça öğrenir. ”
Toplumumuzda entelektüel dürüstlük ve eleştirel düşüncenin (bizi yıkıma sürükleyen) yoksunluğu, Van Evera’nın tarif ettiği beynin komünal oto-bağışıklık hastalığının bir sonucudur. Diğer bir ifade ile muhalif düşünceyi canlı tutmak ve alınan kararların bilgeliğine meydan okumak için gerekli uzmanlığı üreten kurumlar (özellikle bağımsız araştırma merkezleri ve yüksek kalitede üniversiteler) mevcut olmadığı zaman toplumlar yetersiz düşünmenin ve yavaş öğrenmenin sıkıntılarını tecrübe etmek durumunda kalmaktadırlar.
Güçlü insanlar, genellikle, pozisyonlarını rasyonel olarak savunmak zorunda kalmazlar. Ve eleştirel sorgulamaya karşı dayanıklı olmak üzere, aptalca politikalar için verimli bir zemin yaratabilirler. Ayrıca, psikolojik ve entelektüel olarak bariz başarısızlıklar söz konusu olabilir. Bu durumda er ya da geç yazının başında bahsettiğimiz kontrol mekanizması devreye girer ve katı bir gerçekliğe toslanır.
Diğer taraftan Orwell’e göre, politik hayatın çok karmaşık ve belirsiz doğası, çoğu zaman, masrafların dayanılmaz hale gelmesinden sonra bile sanrısal düşüncenin devam etmesine izin verebilir. İnsanlar özel hayatlarında genellikle gerçekçidirler. Diğer taraftan siyaset, parçanın bütünden büyük olabildiği; bir tür atom altı (ya da öklitçi olmayan) dünya olduğu için çelişkiler ve saçmalıklar, kişinin politik görüşlerinin katı gerçekliğe karşı test edilmesine gerek olmayacağına dair gizli bir inançla zihne yerleşebilir.
Ve bu katı gerçekliğin baskısı kendilerini (savaş, ekonomik düşüş, işsizlik, siyasi istikrarsızlık, toplumsal güvencesizlik gibi) acı verici biçimde hissettirir.
[1] http://orwell.ru/library/articles/nose/english/e_nose
[2] https://dspace.mit.edu/bitstream/handle/1721.1/5533/why_states_believe_foolish_ideas.pdf?sequence=1
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş