Felsefe yön levhalarıdır.
‘Bilgi’ yönünde işaretler bulmaya çalışır.
Felsefenin tek istikameti ‘bütünlük’ olgusudur, çünkü yön görebilmek her anlamıyla kapsamayı gerektirir.
Aşağı yuvarlanması sıfır olan ‘sonsuz küçük’ verilerle yukarı yuvarlanmasının ne olduğu bilinemeyen ‘sonsuz büyük’ olgusunu kavramaya çalışır.
Hiçbir disipline sığmazken felsefe bütün disiplinleri kapsar.
İyi yemek yapabilmenin ilk aşamasını belirleyen nasıl ki malzemelerin en iyisini seçebilme yeteneğidir, üretken soyutlama fırtınasının ilk aşamasını belirleyen de argümanları seçme ve sorgulama sürecini yöneten öznel algının nesnellik kuvvetidir.[1]
Küçük büyük olduğuna bakmaksızın özellikle hayatta kalma ile ilgili her argüman çok kıymetli olduğu için özellikle hayatta kalma ile ilgili kaygıları aşmak ve başta genler olmak üzere ne tanrıya devlete ne ecdada evlada ne korkuya hazza ne de hiç kimse ya da bir şeye eyvallahı olmayacak üstünlükteki nesnel algı düzeyine erişmek, düşüncenin başlangıç ilkesidir.
Somut verileri soyuta indirgeyip yöntem olarak işlendikten sonra tekrar somuta döndürebilmek tamamen tek taraflı bir iradeyle gerçekleşen bir iletişim (geçişme – alışveriş) eylemliliği olduğu için düşünce sürecinin yoldan çıkmaması sadece ‘öz samimiyet’ bilincine erişmekle ancak mümkün kılınabilir.[2]
Geçmişten günümüzü felsefe kapsamına giren soyutlama ürünleri henüz mitolojiden arındırılamıyor ve dolayısıyla anlaşılamıyor; aksi olsa -yani felsefe hayat bilgisi (yöntem) yönünde makul bir rağbet görse- o takdirde kitlesel boyutlara ulaşması sayesinde üretken yaratıcılık kendini tekrar tekrar işleyebilecek koşullara ulaşmış olacağından sorunlar zaten kendiliğinden çözülmüş ve sosyal yapı zaten kendi rutinine kavuşmuş olur.
Bir diğer deyişle hayatı oluşturan yapılar üstüne yöntemi gözetemeyen akıllıca gevezelikler -eksik ve sakat olmaması zaten olanaksızken zaten çoktan eskimiş fikirler ya da artistik sözler- hatta kişisel gelişime indirgenebilecek sığlıktaki piyasa kaygılı metinler felsefe sanılıyorken gerçek felsefe ürünleri beyinsel enerjinin şimdilik yetersiz kalmasından dolayı henüz hakkıyla tüketilememektedir.
Ondandır ki soyutlama fırtınasını optimum bir üretkenlikte işletebilmek için kendi neslini aşmak ve tüm zaman ve mekânları ve insan olsun olmasın sonsuz nesilleri kapsayabilen öz motivasyona ulaşmak şarttır.[3]
Özellikle hayat bilgisini istikamet alan yaratıcılık ürünleri -örneğin Peygamber’in istikrarlı bir ısrarla müşrikleri cehalet duvarından tek tek söküp tarafına çekerek kendisine rağbet edilmesini sağlaması gibi- bir rağbet görse bile aklın ‘bebek çocuk’ evresinde olmasından dolayı bu ancak star fanı olma (putlaştırma) seviyesizliğinde kof bir ilgi olur.[4]
Geniş anlamda evrensel bütünlüğü algılamak ve kavramak ümitsizce olanaksızken[5] dar anlamda irili ufaklı hiçbir olgu bir bütünlük olarak algılanamadığı sürece asla tam kavranamaz ve kesinlikle putperestlikten arındırılamaz.
Örneğin -matematiğin doğumunda destansı bir rol oynayan- Nil bir zamanlar bir mitolojiydi (kutsal Nil idi) ta ki Avrupalı kaşifler Nil’in peşine düşüp önce kollarına, sonra kaynaklarına ulaşana kadar… Ve bundan böyle Nil, mitolojiden arındırılmış öngörülebilir bir bütünlük olarak -bir tepede doğup bir çukura boşalan- sadece bir akarsudur.
Geçmişte Nil nasıl ki putperestlikte mahpus idi ise şimdi de matematik aynen öyle spekülatörlük mitolojisinde kısılmıştır, çünkü matematik disiplini ile hırsızlık bir yerde aynı anda asla mevcut olamazlar.
İster duvara resim asmak olsun ister Mars’a gitmek vs. bilerek ya da bilmeyerek matematik disiplininden sapmak (yanlış ölçüp hesaplamak) hakkını vermemek ya da verememektir.[6]
Nil gibi sadece sonuçlarından anlaşılmaya çalışıldığı sürece matematik asla bir bütünlük olarak kavranamaz ve böyle ısrar edildiği sürece spekülatör putperestlerce kötüye kullanımı asla engellenemez.
Tanımı sonuçlarının bulamacından ibaret bir keşmekeş olan matematiğin peşine düşmek -Nil’in peşine düşenler gibi- sadece somutta iz sürmekle ancak olanaklı olabilir, ama Nil’in peşine düşmekten çok daha zorludur; çünkü matematik her şeyde ve her yerdedir.
Matematiği bir bütünlük olarak kavrayabilmek için anaokulundaki bir çocuğun anlayabileceği sadeliğe ulaşabilecek kuvvette bir beyinsel enerji gerektirir.
Matematiği ‘kaka mama’ seviyesinde tanımlayabilmek, öğrenebilmenin yöntemi olduğu kadar öğretebilmenin de mutlak şartıdır.
Çünkü hayat bilgisi (devrim) Lenin’in tabiriyle öğrenmek ve öğretmek üstünden işlenip geliştirilebilir.
Çünkü öğrenebilmenin ve öğretebilmenin temeli ve en kıymetli evresi ‘kaka mama’ seviyesidir.
Devrim ‘kaka mama’ seviyesinden başlamak zorundadır.
Çünkü ta temelinden öğrenilememiş ve öğretilememiş -yüksek perdeden büyük büyük doğrayan- bir devrimden nesillere sadece yüzkarası bir tortu kalır.
Öğrenebilmek ve öğretebilmek için örneğin çocukların aşina olduğu ‘sen bir tanesin’ sevgi sözünü düz anlamıyla kullanarak matematiğe bir giriş denemesi yapılabilir.
Böylece bir çocuğa kendisinin tane biçiminde bir bütünlük olduğu fark ettirilebilir.
Kendi gözleri, kulakları, parmakları, elleri, ayakları vd. organları inceletilir ise onların da tane şeklinde olduğunu çocuklar kendi başına bile kavrayabilir.
Dahası elle tutulabilen canlı kanlı argümanlarla böylece birçok taneden oluşmuş bir tane özerk yapı olduğu çocuğa güçlü bir vurguyla rahatça gösterilebilir.
Şimdilik sıvı, gaz, ateş, ışık vb. gibi olguları göz ardı ederek çevredeki şeyleri istediği gibi işaret etmesi istenebilir ve o şeylerin de tane şeklinde bir bütünlük olduğu kolayca keşfettirilebilir.
Yıldızlar işaret edilebilir, tane şeklinde olduklarını vurgulamak bile gerekmez.
Canlı cansız ne varsa tüm bu tanelerin bütünlüğü olan kozmosun ‘sonsuz büyük tane’ olduğu üstünden çocuklar ‘soyut’ kavramı ve ‘soyutlamak’ fiili ile bir parça tanıştırılabilir.
‘Sonsuz büyük tane’ (makro kozmos) ‘sonsuz küçük’ tanelerin (mikro kozmosların) bütünlüğüdür.
Evren, kâinat, âlem, doğa gibi isimlendirmelerin en somut ifadesi olan kozmos -kendisi de dahil- tane olmayan hiçbir şey içermez.[7]
Çocuklardan farklı gruplar oluşturmaları istenebilir ve böylece -tanelerden oluşan kümelerin karşılıklı durumu- sayma eylemini kendiliğinden dayatmış olur.
Bu sayede ‘saymak’ fiilinin -ağaç kümeleri, kalem kümeleri, köpek kümeleri, bina kümeleri, yıldız kümeleri vs.- kendiliğinden ‘tane’ şeklinde kümelenmiş somuttan (kozmostan) kaynaklandığı çocuklarla birlikte çok kolay gözlenebilir.
‘Saymak’ esas anlamıyla matematiğin esas fiilidir
Bir an olsun somuttan ayrılmaksızın mitolojik masalımsı hiçbir zırvaya yüz vermeden tarih öncesi matematiğin evrimsel sürecini çocuklarla birlikte şöyle bir deneyimleyerek ‘saymak’ fiiline ulaşmış ve böylece tarih öncesi insanların deneyimlediği gibi çoluk çocuk hep birden matematiğe giriş yapmış bulunuyoruz…[8]
Çocuklara kendilerini özel hissettirmek için söylenen ‘sen bir tanesin’ sevgi sözüne geri dönebilir ve biricik olmanın (yegâne olmanın – tek olmanın) bir gerçeklik olduğu -yani bir aynısının olmadığı- çocuğa anlatılabilir.
Çocuğun evrendeki bu biricik olma durumunun biricik bir özellik olmadığını -toz tanesinden su damlasına, kar tanesinden gaz taneciğine kadar- her ne varsa her şeyin yegâne olduğunu -yani aynen parmak izi gibi hiçbir şeyin bir aynısının olmadığını-[9] ağzının tadını kaçırmamak için şimdilik çocuğa söylememek daha iyi olur.[10]
Şeyler sayıyla ifade edilse her şeyin üzerinde -bir aynısı olmadığının göstergesi olarak- 1 yazardı.
Kozmos -çok benzer de olsa hiç benzemez de olsa- matematiksel olarak sadece 1lerden oluşan bir yapıdır.
Örneğin sarı ırktan çekik gözlü üç kişi yan yana durduğunda o ırk ve veya o kültürden olmayanlar onların özgünlüklerini ayırt edemeyebilir ve onlara üç Japon ya da üç Çinli diyebilir. Öyle olabilir ve öyle ise birbirinden farklı üç bireydir -yani, 1lerden (yegânelerden) oluşan bir kümedir- ya da olmayabilir: biri Japon, biri Çinli, biri de Koreli olabilir. Bu durumda onlara üç Japon ya da üç Çinli demek yanlış sınıflamak olur, ama bu onların bir küme olmadığı anlamına gelmez. Sadece alanı ve anlamı genişletmek yeterli olacaktır, onlar üç Asyalıdır.
Bundan anlaşılmaktadır ki matematiğin ilk işlevi salt 1lerden ibaret -çok yönlü çok katmanlı- kozmosu tasnif etmektir.
Tasnif edilemeyecek hiçbir olgu olamaz, bunun nedeni bütün sınıflamaların zaten yaklaşık olmasıdır – yani tersten söylersek hiçbir şey -kendisiyle bile aynı olamadığı için- zaten mutlak olarak bölümlenemez.
Benzer olgular matematik sayesinde yaklaşık olarak aynı 1 varsayılabildiği için çoğul ifadeler kullanılabilmektedir.
‘İdealar kuramı’ kurgusunun somut kaynağı da benzer olguların aynıymış gibi soyutlanabilmesini sağlayan tane şeklindeki (sayısal) yapısıdır.
Adım atmaktan başını kaşımaya kadar bütün iki ayaklı memeli davranışları matematiksel yetenek gerektirir, ama o kozmosa ait bir yetenektir.
Evrimleşme sürecinde iki ayaklı memeli için matematik, özerk yapıları soyutlayarak sayılara indirgemekle başlamıştır.
Örneğin bir fil matematiksel ifade edilse kocaman bir 1 olur, ama burada bitmez: bütün organları da 1 olur, hücreleri de 1 olur ve nihayetinde bilinemeyen ‘sonsuz küçük’ yapıtaşları ne ise onlar da 1 olur.
Fil kafa karıştırabilir, onun yerine güneş sistemine şöyle bir göz atmakla bile -her gezegenin, göktaşının vs.- bütünü oluşturan tüm tikellerin özgün olduğu bu sefer rahatça gözlenebilir. Güneş sistemini tanımlarken kullanılan ‘şu tane gezegen’ veya ‘bu tane göktaşı’ ifadeleri, ilgili olguların özgünlüklerini yok sayarak aynılaştırmaktır.
Demek ki sayısal (tane şeklindeki) algıya göre kozmos (bilgi) sürekli geçişme (alışveriş) halinde olan çeşitli boyutlardaki sayısız 1lerden ibaret ‘sonsuz büyük 1’ olarak iç içe geçmiş kümelerden oluşan evrensel küme olmaktadır.
Şimdilik -yoktan var ve vardan yok olmadığı ilkesine binaen- bir tek kozmosun ne arttığı ne de eksildiği varsayılmaktadır; onun dışında o her anlamıyla 1lerden oluşan her özerk yapı -birbiriyle kesintisiz geçişme (tane şeklinde alışveriş) halinde olmasından dolayı- ya artmakta ya da eksilmektedir.
Özerk yapıların bir an bile kesinti olmaksızın birbirine geçişerek artıyor ya da eksiliyor olması kozmosa özgü somut matematiktir.
Saymak fiilini henüz tam anlamıyla kullanamayan iki ayaklı memeli de dahil her şeyi kozmos sayarak geliştirmektedir.
Gerçekte (kozmosta) ‘sıfır’ ve ‘eksi’ olgusunun olup olmadığı, varsa ne olduğu şimdilik iki ayaklı memelinin kafasının ereceği bir konu değildir.
İki ayaklı memeli için saymak fiili hayat bilgisine dair yokluk, eksiklik, fazlalık olgularını temel alan dar anlamda bir indirgeme olarak başlamış ve gene bu temelde işletilip geliştirilmektedir.
‘Sıfır’ sayısının somut kaynağı dar anlamdaki ‘yokluk’ olgusudur.[11]
Örneğin pilav yapılacak ama kilerde hiç pirinç kalmamış ise bunun matematiksel karşılığı sıfırdır, yani boş basamaktır.[12]
Eksi sayıların somut kaynağı ise (matematiğin eksilme yönündeki hareketiyle birlikte) dar anlamdaki eksikliğin niceliğini tespit etme gereksinimidir.
Örneğin kalabalık bir grup için pilav yapılacak ve bunun için 3 kilo pirince ihtiyaç varken kilerde 2 kilo pirinç var ise bu durumda 2’den 3 eksilirse kalan -1 eksik olan pirinç niceliğini ağırlık cinsinden belirtmektir.
‘3 kilo pirinç gerekli ama 2 kilo pirinç var, o halde 3’ten 2 çıkar ise 1 kilo pirince ihtiyaç olur’ hesaplaması -pratikte işe yarasa bile- matematiksel olarak yanlıştır. Matematik diline göre bunun anlamı 3 kilo pirinçten 2 kilosunun kullanıldığı ve geriye 1 kilo pirinç kaldığıdır, zaten +1 sayısı bir eksiklik ifadesi olamaz.
İndirgenmemiş geniş anlamda (kozmosta) 2’den 3 çıkması (ve sonucu sıfır ya da eksi olan benzeri işlemler) tanımsızdır; bir anlam yüklenemez, bir işte kullanılamaz, bir sonuca varılamaz… çıkmazdır.[13]
Matematik hokkabazlık değildir; tabakta 2 elma varken 4 kişiye birer elma yedirip geriye -2 elma bırakamaz, sadece iki kişi için 2 elma daha gerektiğini belirtebilir.
Saymak fiilinin artma ve eksilme -iki yönlü- hareketinin tezahürü toplama ve çıkarma işlemleridir. Çarpma ve bölme ise formülleridir.
Matematik, yaşamın bir istisna dahi olmaksızın her gözeneğinde işlemektedir ve bütün branşlardaki bütün matematiksel işlemler saymak fiilidir.
Matematiksel formüller saymak fiilinin algoritmalarıdır.
Ölçmek ve hesaplamak, saymak fiilinin veri toplama ve o verileri işleme evrelerinin fiilleridir.
İki ayaklı memeli sürü yaşamından başını kaldırdığında ilk sayılarla tanıştı ve ilk rakam sistemini geliştirdi.[14]
‘Nicel birim’ olmadan matematik işletilemez
Sayılar kendiliğinden birimdir – tane ya da adet ifadeleri sayı anlamına gelir.
Ne var ki tane olarak ifade etmek gerçek nicelik bilginin bazen çok uzağına düşebilmektedir.
Örneğin iki kişi 6 -tane- elma bölüşecek olsa çağımız liberal (sürü yaşamı) anlayışına göre akılsal, fiziksel vs. bir biçimde kuvvetli olan en büyük üç elmayı alır ve küçük elmalar zayıfa kalır.
Demek ki kümelerin sayı olarak eşit olması gerçekten eşit olduğu anlamına gelmez.
Canlıların kozmosa ait kendiliğinden yeteneklerini aşıp vahşi yaşama göre tanrısal üstünlükteki soyutlama iradesinin eşiğine ulaştığında iki ayaklı memeli nicel bilgiyi işleyip geliştirebilmek için daha incelikli ölçme ve dolayısıyla oranlama sorununa çözüm bulmak zorundaydı.
Böylece ‘ölçü sistemi’ gereksinim olarak kendini dayattı.
Soyutlama sürecinde -metrik sistem baz alınırsa- sistem (artı eksi) 10 katı 100 katı 1.000 katı şeklinde -yine ‘sonsuz küçük’ ve ‘sonsuz büyük’ istikametlerde- gene tane şeklinde kurgulanmıştır.
Sayılar kozmosun somut ölçü sistemi iken iki ayaklı memelinin kaçınılmaz olarak gene ‘tane’ olgusuna dayandırıp geliştirdiği ölçü sistemi (birim) -metre biriminin dönüp dolaşıp en sonu bizzat ölçümünü gerçekleştirdiği ışık hızına sabitlenmesi gibi- somuttaki nicel işleyiş sürecine sabitlenmek zorunda olsa da kendisi tamamen soyuttur.
Üçerli olmak üzere iki eşit küme olan güçlünün ve zayıfın elmalarını ele alırsak, zayıfın 3 elması tartıldığında diyelim 200 gram gelsin ve güçlünün 3 elmasını tartıldığında diyelim 400 gram gelsin.
Elma özgülünde ‘gram’ demek -bu hesaplamaya özel olmak kaydıyla- bir elma demektir, ama tabii soyut bir elma.
Bu durumda zayıfın somut 3 elması soyutta birbirine eşit varsayılan 200 elma (gram) ederken güçlünün somut 3 elması aynen soyut 400 elma (gram) ettiği sonucuna ulaşılır ve bu sayede 3 elemanlı eşit iki küme gibi görünen olgunun aslında bire iki bir nicel sapma olduğu tespit edilir.
Diyelim ki güçlünün elmalarından biri yüz gramdır ve onu zayıfa verirse bu sefer zayıfın lehine 2 elmaya 4 elma gibi bir nicel eşitsizlik görünse de hayali 300 elma (gram) olarak böylece bir eşitlik sağlanmış olur.
Ancak, bu 2 elma ve 4 elmadan oluşan iki kümenin 300 gramlık eşitliği de aynı 3 elemanlı iki elma kümesinin gerçekte eşit olmaması gibi gene eşit değildir, sadece ölçüde sapma çok daha azalmış olur.
Sapmasız bir ölçüm asla mümkün değildir
Ölçüde sapma daha ince ölçüm yapabilen yeni bir teknoloji geliştirildiğinde tespit edilebilir ve bu süreç sonsuz küçük istikametinde sonsuzdur.[15]
Bir diğer deyişle her şeyin her an ya artmakta ya da eksilmekte olmasından dolayı bir niceliğin tam ölçüsünü almak zaten olanaksızken herhangi bir nicel olgunun ne arttığı ne de eksildiği (zamanının durduğu) varsayılsa bile matematikteki sonsuz bölünebilirlik (sonsuz küçük) özelliği yüzünden her ölçme işi geriye her hâlükârda artı veya eksi bir kalan bırakır.
Yani bir niceliğin kendisi olduğu kesinlikle kanıtlanabilir değildir. Dolayısıyla kare, eşkenar üçgen vb. gibi matematiksel eşitlikler de kanıtlanamaz, hepsi varsayımdır. Gerçeklikte eşitlik olarak görülen -dikdörtgen kapı ya da kare fayans vs.- her ne varsa hepsi yaklaşık olarak eşittir.
Düzensiz devreden sonsuz basamaktan oluştuğu için akla sığdırılamayan pi sayısını hesaplamalarda kullanabilmek nasıl ki aşağı (3,14) ya da yukarı (3,1416) yuvarlamakla ancak mümkün olabiliyor, kozmosu oluşturan bütün nicelikler de her ölçme eyleminde bu sefer fiilen (kendiliğinden) aşağı ya da yukarı yuvarlanarak akla sığdıktan sonra ancak kullanılabilmektedir.
Gerçek verileri akla sığdırmaya çalışılırken ‘akla sığamayan (irrasyonel) somut değer’ ile ‘akla sığdırılan (rasyonel) soyut değer’ arasındaki makas ne kadar açılırsa -yani somuttan soyuta aktarılırken nicel değerler kendi gerçekliğinden ne kadar saparsa- o oranda yöntemden (bilgi yolundan) sapılmış olur.
İki ayaklı memeli için ölçüde sapmanın toleransı gerçekliğin dayatmalarına göre farklılıklar gösterir. Örneğin ilaç kullanmanın yemek tüketmekten bir farkı yoktur, ama ilaç nicel sapmalara yemek kadar tolerans gösteremez. Paranın (ekonominin) toleransı ise -günlük 1 dolarla hayatta kalmak mümkün olduğundan- bayağı bir engindir.
Uygarlık sadece yaklaşık ölçülüp işlenebilen yaklaşık bir nicel bilgi ile başarılmaktadır
Ölçü sistemi kurmak mesele değildir -ölçü teknolojilerinin gelişim motivasyonundan rahatça gözlenebileceği gibi- bütün mesele ölçü sistemini ulaşılması mümkün olmayan nicel değere daha çok yaklaşabilmek için optimum başarımla işletebilmektir, çünkü -ne olduğuna ne kadar toleransı olduğuna bakmaksızın ister cam çerçeve olsun ister tıbbı tedavi- bir işte ne kadar incelikli ölçüm yapılabilirse o iş o oranda faydasını arttırır.
Canlı cansız her şey matematiği kullanır, ama -bilemez- sadece kullanır.
Örneğin metre ve mimarın yan yana gelmesini sağlayan mimarlığın ve metrenin uzunluk niceliğiyle doğrudan ilgili olmasındandır; yoksa yapı projesi geliştirmekten başka bir derdi olmayan mimarın bir bütünlük olarak matematiği bilmek ve metre sistemini kurup geliştirmekle uzak yakın bir ilgisi olamaz, mimar metreyi (metrenin matematiğini) sadece kullanır.
Metre ve mimar gibi ekonomist ve parayı bir araya getiren de ekonominin ve paranın işgücü niceliğine doğrudan ilgisidir; yoksa -üreterek veya çalarak, helal ya da haram- kazanmaktan başka bir derdi olmayan ekonomistin para sistemini kurmak ve geliştirmekle uzak yakın bir ilgisi olamaz, ekonomist parayı (paranın matematiğini) sadece kullanır.
Bütün bilim ve zanaatlar için bu durum geçerlidir: hepsi matematiği kullanır ama doğru ya da yanlış kendi ezberi dışında bir bütünlük olarak matematiği bilemez.
Diğer bütün matematiksel süreçlerden ayrı olarak bir tek para sisteminin -zaman zaman aşırı sapmalara sürüklenecek derecede- disiplinsiz kullanılıyor olması tamamen matematikçilerin çocukça sorumsuzluğundandır, tarihsel sorumluluğunu henüz hiçbir matematikçinin kavrayamamasındandır.
Paranın -metre, kilo vb. sayılardan oluşan her şey gibi- doğrudan ilgisi matematiktir – ya da tersten söylersek medeniyet için vazgeçilmez olan bütün ölçü sistemleri matematik tarafından geliştirilmiş ve gene matematik sayesinde sıkı bir disiplinle işletilebilmektedir, tek para sistemi hariç.
O yüzden sadece matematikçiler para sistemini kurup yönetebilir ve geliştirebilirler.
Aslandan kaçan ürkek yaban eşekleri gibiler. (Müddessir 50, 51)
Paranın matematik olduğunu görememek seleksiyon kaynaklı bir körlük hali olsa gerek.
Para sistemi gibi -bir kısmı günlük yaşamın vazgeçilemez bir unsuru olarak birçok benzeri olan- salt sayılardan ibaret basit bir matematiksel olguyu matematikçiler eğer matematik olarak algılayamıyorlar ise demek ki -bağımlının beynine ‘sigara zararlıdır’ bilgisinin bir türlü ulaşamıyor olması gibi- akıl ile gerçeklik arasındaki (genlerden oluşan) bir perde verilerin geçirgenliğini asgariye indirip akılsal algıyı bulanıklaştırıyor ve böylece işlenecek verileri somuttan soyuta aktarma sürecinde daha başından bozup çarpıtıyor.
Bu durumda para sisteminin bir matematiksel olgu olduğunu göstermeye çalışmak köre kabağı göstermeye çalışmak kadar beyhude olur – köstebekten kartal bakışı beklenmez.
Aklı henüz yetemeyen kırılgan biriyle tartışma (sosyal akıl) geliştirmeye çalışmak aynen frijit bir partnerle cinsel etkinlik deneyimlemeye benzer, muhatabına işkence yaşatıp daha beter soğuturken seni de güzelim bir faaliyetten (ve kendinden) tiksindirir.
Paranın matematiksel okumasını makul sayıda birileri önce akıl edip iyi kötü deneyimleyecek ki ancak ondan sonra sosyal bir tartışma geliştirilip işletilebilsin.
Makro ve mikro istikametlerde başardıklarına bakılırsa hepsi çok büyük akıl olan dünya çapındaki o dev bilim insanları paranın matematiksel okumasını yapamıyor ise bu durumda akılsal algıyı geliştirip mitolojik argümanları tüketerek paranın da matematik olduğunu gözüne sokana kadar evrimi beklemekten başka bir çare kalmaz – günümüz dünyasından çok rahat gözlenebileceği üzere para sistemi ile matematik disiplini arasındaki mesafe de zaten ilgili toplumun cehaletiyle doğru orantılıdır.
Türkiye denilen bu zart zurt kültürünün hikâyesi o kadar basit ki iki satır bile etmez:
Çalabildiğini sanarak sevinçten havalara uçarken kendinden mislilerce çaldırtmak
Sürü yaşamından çıkışın iki ayaklı memeliye bir hediyesi olarak herkesin herkese her şekilde azgınca abandığı bu kepaze çağdaki Türkiye koşullarında -fakir edebiyatı yapmamak adına- örneğin dört beş bin lira ücret alan birinin birkaç bin lira da rüşvet, kalem oynatma vs. yolsuzluklarla çalıp çırparak aylık yedi sekiz bin lira doğrulttuğunu varsayarsak şimdi Türkiye toplumu olarak para sistemini matematik disiplini hükmünde optimum başarımla işletmeye kafayı taksa bir aylık emeğinin gerçeğe yakın karşılığı olarak helalinden otuz kırk bin lira (bugünkü alım gücüne göre dört beş kat daha fazla)[16] kazanacakken kendi mülkünden çaldırttığı bu yirmi otuz bin liranın büyük bir bölümü üretim altyapısı mevcutken üretilemeyen kalite olarak ucuz maliyet illeti yüzünden daha doğmadan toprağa gömülen hayat kalitesi olmakta, kalan birkaç bin lira ise doğruca yabancı hırsızların portföyüne giderken yerli ve milli kaltabanlara birkaç yüz lira gibi ancak bir ayakçı avantası kalmaktadır.
Çalıp çırparak murdar edilmiş sekiz on bin lira kazanmak yerine para sistemini matematiksel disiplinle işletip helalinden otuz kırk bin lira kazanmanın arasındaki fark her anlamıyla hayat kalitesinin bugüne göre üçe dörde katlanmasıdır.
Hayat kalitesi bugüne göre örneğin bir milyar misli oranında arttırılamaz, çünkü böyle bir potansiyel iki ayaklı memelide şimdilik mevcut değildir; ama bugüne göre Türkiye’nin hayat kalitesi birkaç misli arttırılabilir, çünkü kendi türünden başaranlar var.
Oldu olalı günde birkaç paket sigara içen birinin nefes darlığına -tıp, alternatif tıp vs. yöntemlerle- hiçbir kalıcı çare bulamayacağı gibi sağlığının gitgide daha da bozulacağı nasıl ki bir bakışta anlaşılır, en azında temel ekonomiyi -nefes darlığını hafifletmek için sigarayı hiç olmazsa makul bir oranda azaltmak gibi- matematik disiplinine yakınlaşarak çalıp çırpma işlerinden makul bir oranda arındırmadığı sürece toplumun fosseptikte batmaya devam edip daha da soysuzlaşacağı -bu topraklardaki en yaman akıllar için bile- bir o kadar anlaşılmazdır.
Bir parça da olsa bir türlü hayat kalitesine ulaşamıyor olmasına bakılırsa hayat kalitesini arttırma potansiyeli olmadığına fiilen razı gelen Türkiye milleti böylece Batı medeniyeti milleti karşısında kendini ‘iradesi ve zekâsı yetersiz alt insan’ olarak fiilen tanımlamış olmaktadır.
Sadece metaın illüzyonu olarak mal mülk kastedilerek ahmakça da olsa ‘paranın ne önemi var’ denebilir, şarkılar yazılabilir, filmler çekilebilir; ama hepsi o kadar.
Para gelmiş geçmiş en kıymetli tarihsel patenttir
Ölçtüğü şeyin ‘hak’ olgusu olması itibarıyla para sistemi adalet ilkesinin tözü ve sınıfsız toplum uygarlığının temel bilgisidir.
Paranın matematiksel okuması tam da Marks’ın harcıydı.
Aldığı burjuva eğitiminin zehirleyici etkisinden olsa gerek özellikle ‘Kapital Cilt 1’ kitabının esası olan ‘Meta ve Para’ başlığında -Lenin tarafından diyalektik yöntemi en iyi kullandığı söylense de- Marks para meselesini yüzüne gözüne bulaştırarak kelimenin tam anlamıyla batırmış ve darmadağınık bırakmıştır. Lenin’in diyalektik yöntem sandığı aslında Marks’ın ta ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ kitabından beri bir türlü çözüme kavuşturamadığı para birimini sabitleme sorunundan kaynaklı kafa karışıklığıdır – bir de belki altının göz kamaştırıcı özelliği.[17]
Marks eğer paranın matematiksel okumasını yapabilseydi sınıfsız toplum uygarlığının ekonomik altyapısı çoktan kurumlaşmış olurdu.
Para sisteminin bu çarpık ve dağınık haliyle patenti çarpık ve dağınık bir maymun olan iki ayaklı memelinin patentine bağlı olarak tamamen kozmosa aittir.
Kimi kuvvetli akıllar -hele de ekonomi söz konusu olduğunda- matematikle iyi yalan söylenebildiğini dillerinden düşürmez. Kendi gerçek değerini keşfedememiş bu tipler kendi zamanında sıkıştığı için gerçek tanrının gelecek nesiller olduğunu ve geleceğe doğru gidildikçe süper güce dönüşecek nesillerin bütün yalanları bir bir ortaya dökeceğini idrak edememiş -hayatı kumda oynar gibi yaşayan- şapşallardır. Evrim (erginleşme) onlar için sadece kuru bir retoriktir.
Yalan yakalanmamak kaydıyla yalan olduğuna göre ne matematikle ne de başka hiçbir biçimde hiç kimse asla yalan söyleyemez, sadece tüm mekân ve zamanlarda kendini tekrar tekrar küçük düşürmüş olur.
Bir zamanlar Paris’te ‘ölçüde birlik’ meselesine el atıp evrensel metrik sistemi kuran ataları gibi bir araya gelip iyiden iyiye sarpa saran para meselesini ele almadığı sürece hiçbir matematikçi -yüz sene sonra ya da yüz bin sene veya yüz milyon ya da yüz milyar sene sonra vs.- günü geldiğinde illaki hödük ve veya müptezel karası ile mühürlenmekten kesinlikle kurtulamayacaktır.[18]
Soramayanlara yer yok
Duvar örmek ya da masa çakmak veya tedavi etmek ya da ilaç geliştirmek veya fezaya çıkmak ya da atom atına inmek… veya krizi aşmak ya da fakirliği yenmek… her ne varsa hepsi ‘yöntem’ gerektirir ve yöntem demek önce matematik disiplini demektir – şu iş de matematik disiplini gerektirmez diye bir istisna yoktur.
Ekonomik krize karşı ilgili ilgisiz herkes birtakım önermelerde bulunuyor ya hepsine eyvallah da matematik disiplini olmadan olur mu?..
Soramıyorlar bile.
Öğrenciyi kendine ve insanlığa yabancılaştıran o sözüm ona evren kentlerde aklı köpekleştirildiğinden habersiz hepsi de Batı kültürüne aitmiş gibi poz kesip dururlar.
68 hareketi o zamanın devlet sistemi tarafından soru sormaya izin verilmediği için patlamıştı ve bugün Batı milletinin havasından geçilmeyen şu yarım yamalak uygarlığı o yarım yamalak arayış hareketinin rüzgârından başka bir şey değildir.[19]
Çok ıstıraplı çok zorlayıcı ancak herkes kendine başına neler geldi, neler yaşadı da böylesine soysuz bir kıroya dönüştüğünü bıkıp usanmadan tekrar tekrar sormak zorundadır; aksi takdirde inkâr etmekte ısrar ettiği sürece katışıksız bir hayvan olarak geldiği hayata kırık bir hayat erkeği olarak veda etmek zorunda kalacaktır.
Öz samimiyetle sorular sormaya başlamak dışında bu fosseptikten bir çıkış kesinlikle yoktur.
https://twitter.com/yilmazkarman
————————————————————————————————————-
[1] Ki ‘nesnellik’ olarak kavramlaşan sürecin aslı da zaten kozmosun (bilginin) -işi canlı yapıda ‘beyinsel enerji’ geliştirmeye vardıran- yaratıcılık (bilgi işlem) yöntemidir.
[2] İslam felsefesinde ‘iman’ bir bilinç seviyesi olarak aldatamayacağını idrak etmektir.
[3] Aksi takdirde kendi nesliyle sınırlı kalan ya Marks gibi kendini tanrısal bir yanılmazlıkla kutsayarak hukuk öncesi verimsiz toplum anlayışına geri yuvarlanır ya da Nietzsche gibi ihtiraslarından kırılarak tımarhaneyi boylar veya Van Gogh gibi ezikliğini yönetemeyerek kendisini kesip doğrar, gebertene kadar durmaz vs.
[4] İçinde büyüdüğü ve cehaletiyle savaştığı malını çok iyi bilen Peygamber kendi resim ve heykelini yasaklamak suretiyle böylece nesillere kalan tarihsel kişiliğinin suiistimal edilmesini yüzünü esirgemek pahasına engellemek zorunda kalmıştır. Yoksa Atatürk’ün tarihsel kişiliğini kötüye kullanan soytarıların yaptığı gibi Peygamber’in heykellerinden, büstlerinden, resimlerinden ortalık geçilmez; Hristiyanların İsa’yı ikonlaştırmasına benzer şekilde kendini Müslüman sanan iki ayaklı memeli derintisi de Peygamber’i temsil eden ikonalara delicesine tapınıp durmaktan kendini alamazdı.
İki ayaklı memeli kendi heykelleri yapılsın, deliler gibi kendine tapınılsın diye delirirken Peygamber’in bu yöndeki -putperestliğin abartmak ve küçümsemek fiilleri doğrultusundaki iki yönlü işleyişine göre görmezden gelip yerin dibine batıranların aynı işi putlaştırarak da yapabildiği- öngörüsü, bir yanıyla genlerini aşabilen bir aklın üretebileceği en yüksek kalite beyinsel enerjidir.
Gene de Peygamber sakalını, sandaletini, hırkasını vs. putperestlerin elinden kurtaramamıştır.
[5] Aklın henüz bebeklik çağında olmasından dolayı kendini kâinat sanma sendromuna binaen cücük kadar veri ve bol miktarda varsayımla inşa edilen her çeşitten doktrin ve ideoloji veya teori diye pazarlanan kurgusal hikâyeler -geniş anlamda- ‘bütünlük’ olgusunu kapsayamadığı sürece aynen köylünün kâinata yaptığı gibi sadece bir benzetme olur.
[6] Fukuşima nükleer felaketi yalın bir örnektir: tsunaminin -öngörülen tsunami tehlikesine karşı- örülen duvardan yaklaşık iki buçuk katı yüksek olması felakete sebep olmuştur ki bunun anlamı -ucuz maliyet illetinin (hırsızlığın) pençesinde aklını peynir ekmekle yiyen- ilgili bilim insanlarının hesaplamalarda bayağı bir şaşırarak işin hakkını verememesidir.
Din iman hak hukuk bebek çocuk nedir bilmeyen somut âlemin mutlak tanrısı ‘kozmik bilgi işlem’ her çeşitten sapmaya milim şaşmaksızın o oranda bedel ödetir; kâh ıstırap içinde süründürür, kâh vuruşunu ışıktan hızlı yaparak zaten hiç olmamış gibi o saniye geri dönüştürür.
[7] Ya da iki ayaklı memeli şimdilik sadece tane şeklinde algılayabilmektedir.
[8] Tarih belgeye dayalı olduğuna göre matematiğin tarihi antik Mısır’la başlar, ama bir de matematiğin tarih öncesi bebeklik ve emekleme dönemi var ki o ancak çıkarsamalar yaparak ve anaokulu çağındaki çocuklarla birlikte matematik öğrenmeyi deneyimleyerek ortaya çıkarılabilir.
[9] Bir şey bir yerdir, yani iki şeyin tanımında her şey aynı olsa bile koordinatları asla aynı olamaz.
[10] Ancak yetişkinler bu acı gerçeği -iki ayaklı memeli olarak kozmosun geri dönüşümlü sıradan bir unsuru olma gerçeğini- bilmeli ki bilgi sonsuzluğundaki -sonsuz küçüğün çok yakınlarına düşen- koordinatları hakkında iyi kötü bir fikir sahibi olabilsin ve ölmeden önce kendisiyle hiç değilse şöyle bir tanışabilme şansı yakalayabilsin…
[11] Gerçekte ise sıfır, rasyonel sonsuz küçüktür, sonsuz küçüğün akla sığabilen tek halidir.
[12] ‘Sıfır’ akıl edilmeden önce ‘boş basamak’ vardı.
[13] Örneğin dinozorlar dünyadan eksilmiş, sıfır sayıya ulaşmıştır; ancak bu dar anlamda bir yok oluştur, gerçekte ise sadece geri dönüşmüştür.
[14] Bütün nicelikler gibi sayılar da somuttur, ancak nicelik ve nitelik ayrışmaz olduğu için sayılar kendi başına mevcut olamaz. Yani örneğin uzunluk olgusunu gösterebilmek için uzunluk özelliği ön planda olan -mesela bir masanın kenarı gibi- bir özerk yapıyı işaret etmek gerekir. Sayılar da öyle: tabaktaki elmalar, sepetteki yumurtalar vb. işaret edilerek ancak sayılar gösterilebilir.
Soyut olan rakam sistemidir. O yüzden farklı rakam sistemleri vardır.
[15] Uzunluk, ağırlık vb. nicel olgular gibi gözlenmesi ve kavranması hiç kolay olmadığından çeşitli illüzyonlara sebep olan ‘zaman’ niceliğinin ölçüm süreci diğer nicel olguları ölçmeye benzemez, süre ölçme teknolojisindeki sapmayı -kol saatinin geri kalması gibi- bizzat işleyen gerçek zamanın kendisi açığa çıkarır.
Her ikisi de sonsuz büyük olan geçmiş ve gelecek zaman arasındaki gerçek zaman gerçek sonsuz küçüktür, kavranabilir ama asla ölçülemez. Gerçek zaman dışında hayat (ve hiçbir şey) olamazken algılanan sadece -gerçek zamana ulaşabildiği kadarıyla- fosil zamandır. Örneğin aynaya baktığımızda o mesafede ışık hangi sürede yol almışsa o süre kadar geçmişimizdeki kendimizi görmüş oluruz ve artık bozulmakta (geri dönüşmekte) olan bir görüntü olduğu için o bir fosildir. Dolayısıyla gerçek zamanlı algılama asla mümkün değildir, her ne algılanıyorsa her şey mesafesine göre fosilleşmiş uzaydır. Perspektif buna denir. Ses ve diğer bütün olgular için aynı kural aynen geçerlidir.
Fotondan iki ayaklı memeliye kadar istisnasız her şey kendi bilgi ağlarıyla birlikte kendisini çevreleyen bilgi ağlarına bağlı olarak kendi tarzında zamanda yol almaktadır ki zamanda yol almak demek sadece bozularak geri dönüşmek demektir.
Bir özerk yapının zamanda yolculuğu durdurulabilir ise bu bağıntıya göre mekânda yol alması da zaman gerektirmez, yani kozmosun bir yerinden en uçtaki başka bir yerine aynı anda ulaşabilir.
[16] Para sistemi söz konusu olduğunda ‘bugünkü alım gücüne göre’ ifadesiyle ayrıca oranlama zorunluluğu ekonomide matematik disiplinine yabancılaşmanın bir sonucudur. Yani 100 kilo 100 kilodur, 100 metre 100 metredir vb. ama 100 lira kesinlikle 100 lira değildir. Hatta metre ve kilo gibi olmasa da 100 dolar 100 dolardır, 100 avro 100 avrodur vb. ama ne yazık ki 100 lira asla 100 lira değildir ve o yüzden sabitlemek için ayrıca parantez açmak gerekir. Halbuki ölçü birimi bizzat oranlama sorununu çözme ihtiyacından doğan ve ilgili olgunun somuttaki nicel işleyiş sürecine dayanan yaklaşık bir sabitliktir.
[17] Para birimi -örneğin metre biriminin gerçek bir uzunluk parçasına (ışığın boşlukta 1/299.792.458 saniyede aldığı mesafeye) sabitlenmesi gibi- gerçek bir ekonomik değere sabitlenemez, çünkü gerçek ekonomik değer -uzunluk parçasından farklı olarak- çok hızlı değişkenlik gösterir. Eğer ışık hızı da değişkenlik gösterseydi metrenin sabitlenmesine uygun olamazdı, zaten daha önceki -mesela firavunun dirseği ya da bir meridyenin kırk milyonda biri gibi- sabitlenmeler güvenilmez olduğundan uzunluk birimi en az değişken olabilecek ışık hızına sabitlenmiştir, hatta ışık hızında bir değişiklik olduğu takdirde bu sabitlenme yüzünden anlaşılamayacağı tartışılmaktadır.
Isı, basınç, zaman vd. nicel kategorilerdeki ölçü sistemlerine şöyle bir göz atmakla bile her ölçü sisteminin kendine özgü somut bir düzenekle sadece kendi somut nicel işleyiş sürecine sabitlenebildiği rahatlıkla gözlenecektir.
Baştan ayağa öznellik illetinden mustarip iki ayaklı memelinin ham ve işlenmiş işgücü geçişmelerine bağlı işleyebilen para sistemi ancak kendi nicel işleyiş süreci olan alışveriş geçişmesinde sadece metaın (yani işlenmiş işgücünün) üzerine maliyeti yazılarak sabitlenebilir; çünkü işlenmiş işgücü metaın (gerçek) değeri son tahlilde -mavi, beyaz, yönetici, CEO, patron vs. bütün bir işgücü ile birlikte ‘kâr’ adıyla bilinen geleceğe dönük (teknoloji yenileme bütçesi gibi) sermaye birikimi dahil- ham işgücüne ödenen ücret kadardır.
Ne var ki ondan önce döviz ticaretinin -birimlerin oranlanmasında yapılan- basit bir matematiksel yolsuzluk olduğu keşfedilmelidir, yani insanlığın selameti için döviz ticaretinin fişi çekilmelidir. Döviz ticaretini imha etmek kesinlikle para birimlerinin değiş tokuş edilemeyeceği anlamına gelmez, yoksa eski yasakçı faşist kafaya düşmek kaçınılmaz olur. Para birimlerinin değiş tokuş edilmesi demek -çok basit- aynı nicel ulamdaki bir sayısal ifadeyi başka birimdeki sayısal ifadeye dönüştürmektir – örneğin ons cinsinden ağırlığı gram cinsine dönüştürmek gibi, hepsi bu.
Diğer yandan AB’nin deneyimlediği gibi dünya çapında tek bir para birimine geçilse oranlanacak başka bir para birimi kalmayacağı için matematiksel yolsuzluk da zaten mümkün olmaz, yani döviz ticareti kendiliğinden mortoyu çeker.
Ağırlık ölçü sisteminin sağlamca sabitlenmesine rağmen gene de nasıl ki tartı düzeneği saptırılarak hileler yapılabilmektedir, para sistemi sağlamca sabitlense bile gene de ne yazık ki yeterli olamaz; işgücü ücretlerinin adil sınıflandırılması, işyeri güvenliği ve sağlığı, çevre kirliliği vb. sorunsallar da ayrıca -adaletin yöntemi olarak- siyaset biliminin güdümünde ilgili bilim ve sanatların seferberliğiyle kapsamlı ele alınmalıdır.
[18] Örneğin matematiğe anıtsal katkılar yapan Pisagor aynı zamanda kendi aklından başkasına tahammül edemediği için sosyal aklın oluşması ve tarihsel olarak sürdürülmesine yol vermeyen tipik bir bağnazdır. Pisagor -ayrıca- bir müptezeldir, çünkü kendi tezini çürüten öğrencisini öldürtmüştür. Matematik (ve insanlık) için Pisagor kıymetliydi ama Pisagor’un tezini çürüten öğrencisi de Pisagor kadar -belki daha çok- kıymetliydi. Rasyonel sayılara ve dik üçgene tapınmak kendi zamanından kaynaklı bir arızası olarak hoş karşılanabilir, ancak böylesi bir cinayet bütün zamanlarda bir yüzkarası olarak mühürlenir. Pisagor’un kötü yanını göremeyenler -çoluk çocuk kesmekte bir şirk göremeyen padişahların kötü yanını göremeyeneler gibi- o kafada olanlardır ve onlar o bağnazlığı miras alıp sürdürürler.
Aynen Pisagor gibi peygamberler, filozoflar, bilim insanları, sanatçılar, devlet adamları vs. tarihe kalan herkes nesiller boyu tekrar tekrar hesaba çekilerek günü geldiğinde hiçbir ayrıcalık olmaksızın artısıyla eksisiyle kesinlikle tam notunu alacaktır.
[19] Birçok eylemlilikte bulunmuşsa da Türkiye 68 hareketine dahil olamamıştır, 60 darbesi çünkü 68 hareketinin rolünü çalmıştır. O yüzden Türkiye’deki hareket Batı’daki gibi toplumsal gelişme olabilecek olumlu sonuçlar üretememiştir.
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş