Türk mali piyasaları, yetkililerin aldıkları önlemler ve faiz artışı sonrasında bir süredir dengelenme ve toparlanma eğilimi gösteriyor. Daha yapılacak çok iş olduğu aşikar, fakat bu dönemde biraz şansa da ihtiyacımız olduğu muhakkak. Şu anda bazı gelişmeler var ki çabalarımızı daha kıymetli yapabileceği gibi, boşa da çıkarabilir.
Bunlardan bir tanesi lehimize olabilecek bir konu: Dolara olan küresel talep… IMF’nin son yayınladığı rapora göre merkez bankalarının rezervlerinde tuttukları USD oranı düşüyor. Üstelik bu, doların küresel çapta toparlanmaya başladığı bir dönemde oluyor. Bunu ABD’nin Trump’ın döneminde uygulamaya başladığı politikaların ağır basmasına bağlamak mümkün: Merkez bankaları portföylerinde daha farklı dövizlere ihtiyaç duyuyorlar. Filmi ileri saralım şimdi: Trump politikalarından taviz vermedikçe portföy çeşitlendirmesi arzusu daha da artacak, bu da USD için olumsuz bir ortam yaratacak. Bu varsayımdaki tehlike doların değerinin sadece merkez bankaları talebi tarafından belirlendiği. Halbuki burada tartışılması gereken bir çok başka aktör de var.
Dolayısıyla, burada merkez bankalarının azalan döviz talebinin diğer aktörler tarafından karşılanması ve bunun USD’de belirgin bir hareket yaratmaması da bir senaryo olarak düşünülmeli. Bizim açımızdan her iki durum da gayet iyi.
Peki, USD yerine merkez bankaları ne almışlar derseniz, onu da yanda görüyoruz: Ağırlık olarak Euro ve her ne kadar pay olarak henüz ciddiye alınacak bir ağırlığı olmasa da (sadece %1,8), Yuan da artık portföylerde kendine yer bulmaya başlamış. GBP ve JPY de yine klasik olarak USD yerine tercih edilenlerden.
Bütün bunlar doları tahttan indirmeye yetmez, ama en azından doların değerlenmesini baskılayacağını söyleyebiliriz. Bu bizim için bir şans, zira tam ciddi bir faiz artışı yapmış, faydasını görmeye başlamışken, öne çıkan bir olumsuz konu da petrol fiyatındaki artış. Sene başından bu yana petrol fiyatındaki artış %27’ye ulaştı. Petroldeki her $10 artış, cari açığımızın da $500 mn artması demek. Bunun enflasyona etkisini de unutmayalım. Bugün açıklanan enflasyon verisinde de gördüğümüz üzere enflasyondaki kötüleşme beklentilerin ötesinde, bu bir süredir gördüğümüz toparlanma eğiliminin durması ve fiyatlamaların üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini gösteriyor. Bu anlamda hem yurtiçi, hem yurtdışı görünüm riskli.
TCMB 625 baz puan faiz artırdığından bu yana TL’deki değerlenme neredeyse %20 oldu. Buna rağmen TL’nin sene başından bu yana kaybı hala %57. Geçmişe baktığımızda gelişen ülke kurları için şöyle bir tablo var: Sert oranlı, bir kerede yapılan faiz artışları kısa vadede spekülatif talebi engellediği için para birimine değer kazandırıyor. Ancak arka planda temel ekonomik tablo değişmiyor ise bu etki ortalama 3 hafta sonra sönmüş oluyor. Faiz bize zaman kazandırdı, fakat TL’nin kaderini belirleyecek olan diğer konularda ne gibi gelişmeler olacağı önemli. Bu da dönüp dolaşıp nihayetinde Türkiye’nin ne kadar para çekeceğini belirleyecek. Yanda yer alan grafik (kapaktadır) $/TL’deki yıllık değişim ile tahvil+hisse piyasasına olan yabancı yatırımcı hareketlerinin 13 haftalık ortalamasını karşılaştırıyor (kaynak Bloomberg). Görüldüğü üzere TL’deki değer kaybı süreci 5 yıldır sürüyor, fon girişlerinin negatife döndüğü dönemlerde bu değer kaybı daha belirgin. Öte yandan şurası da açık ki küresel piyasalar herhangi bir sebepten gene olumluya döner, fon akışları hızlanırsa TL de değerlenecek. Bu da şans değilse nedir?
Garanti Yatırım Stratejisti Tufan Cömert’in PUSULA blogundan alıntıdır
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş