John Weeks, Insight – Küresel toplumsal ilerleme için serbest düşünce (Çeviren: T. Sabri Öncü)
ABD’de Yeni Sözleşme ve Avrupa’da sosyal demokrasi döneminde hükümetler sermayeyi düzenlerdi. Neoliberal dönemde sermaye hükümeti düzenliyor. Neoliberal yeniden-düzenlemenin temel amacı, iktisadi politikayı temsili demokrasinin denetiminden çıkarmaktır.
Demokratik kurumları çoğu durumda yıkıcı olan bir saldırı altında olmayan büyük bir ülke bulmak zor. Amerika Birleşik Devletleri’nde aşırı anti-demokratik bir yönetim var. Avrupa’da uzundur var olan otoriter eğilimlerde Avrupa Komisyonu kalkanıyla korunan Almanya’nın beslediği neoliberal kemer sıkma rejimi altında büyük sıçramalar oluyor.
Yunanistan vatandaşlarına uygulanan acımasız kemer sıkma önlemleri Avrupa’daki ana akım otoriter eğilimin açık ve sarsıcı bir örneği. Otoriter hareketler ve partiler Avusturya, İtalya, Polonya ve Macaristan’da iktidardalar. AB dışında olduğu halde Avrupa’nın en kalabalık ülkesi olan Rusya’nın demokrasiyi yurt içinde ve Avrupa’nın geri kalanında zayıflatmaya yönelik çabaları belgeli. Büyük ülkelerde demokrasiyi destekler az sayıda gelişme, sosyalistlerin hükümette, ilerici ve katılımcı Podemos’un da güçlü bir parti olduğu İspanya’da ve yakın seçim zaferi kuvvetle muhtemel sosyal demokrasiye kaymış İngiliz İşçi Partisi’nin olduğu İngiltere’de görülüyor.
Kuzey Amerika ve Avrupa’nın ötesinde hükümetin sosyalizmden piyasa otoriterizmine geçişi yönettiği Çin dahil hiçbir ülke bu otoriter eğilimin dışında değil. Brezilya ve Hindistan’da açan demokratik katılımın yapay çiçekleri, Brezilya’da yarı-yasal darbenin temsili kurumları baltalaması ve Hindistan’da iktidardaki hükümetin etnik-dini hoşgörüsüzlüğü teşvikiyle kısa ömürlü oldular. 25 yıldır çalıştığım VietNam’da otoriter bir hükümet merkezi planlamadan kapitalizme Çin’den yalnızca biraz daha az baskıcı bir geçişi tamamladı. Filipinler’in geçmişte bile demokratiklikleri şüpheli demokratik kurumları şimdi Asya’nın en baskıcı rejimi altında acı çekiyorlar.
“Burjuva demokrasisi”
Bu yirmi birinci yüzyıl otoriteryenliğine eğiliminin kaynağı nedir? Şimdi üzerinden 100 yıl geçmiş olan I. Dünya Savaşı’nın sonu, kapitalizmin aşırılıklarının kışkırttığı otoriter rejimlerin öncüsü oldu. Annemin ve babamın deyimiyle Büyük Savaş, insanlık tarihinin o zamana dek en feci ihtilafıydı. On yıl sonrasında dünyanın gördüğü en yıkıcı ekonomik kriz geldi. Kapitalizmin aşırılıkları ve temsili hükümetlerin bu aşırılıkları denetlemedeki bariz yetersizliği, özellikle Avrupa’da, “burjuva demokrasisinin” dejenere ve işlevsiz olarak reddedilmesine neden oldu. Büyük Savaş sona erdiğinde Rusya’daki devrimciler kapitalizmi devirdi ve işçi sınıfının ve köylülüğün çıkarları doğrultusunda bir yönetişim sistemi vaadinde bulundular. Halk demokrasisi vaadi ve umudu, işçi devletinin otoriterliği pek de gizlenmemiş bir yönetime dönüşmesiyle gerçekleşemedi.
İtalya’da, Almanya’da ve Japonya’da “burjuva demokrasisinin” itibarını kaybetmesi otoriter doğalarını kutlayan arsız diktatörlüklerin yolunu açtı. Bu rejimler yalnızca işçi hareketlerini ezmekte değil, aynı zamanda Aydınlanma’nın ilkelerini geri çekmekte de başarılı oldular. Bu vahşi rejimlerin yok edilmesi 1914-1918 ihtilafından bile daha feci bir savaş gerektirdi.
“Sermayenin içsel savaşı”
Ekonomik bunalım, faşizm, savaş ve ordusu faşizme karşı savaşın ana yükünü üstlenen Sovyetler Birliği’nin konsolidasyonunun ardından Birleşik Devletler ve Avrupa’da ana akım siyasi partiler arasında nerdeyse bir uzlaşma sağlandı. Otuz yıl süren ekonomik felaket, diktatörlükler ve savaş, kapitalist sınıfın elebaşlarına bile kapitalizmin yönetilmesi gerektiğini gösterdi. Kısa hayatı süresinde bu uzlaşma, kapitalizmin istikrar ve konsolidasyonunun ekonomik sisteminin Marx’ın “sermayenin içsel doğası” olarak adlandırdığı rekabetten doğan aşırılıklarını önlemek için denetim mekanizmaları gerektirdiğini kabul ediyordu.
Bu kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası aşırılıklarının kabulü, zamanın en önde gelen iktisat dergisi The Economic Journal’da bile görüldü. İngiliz ekonomist K. W. Rothschild 1947’de bu dergide bugün her ilerici dersin okuma listesinde olması gereken bir makale yazdı:
“…Kurumsal devler arasındaki çekişme alanına girdiğimizde siyasi ile iktisadi arasındaki geleneksel ayrıştırma sürdürülemez hale gelir… Faşizm…büyük ölçüde en güçlü oligopollerin politik eylemler yoluyla emek piyasasındaki ve küçük rakiplerine karşı konumlarını güçlendirmek ve son olarak dünya piyasasının durumunu leyhlerine çevirmek için yola çıkmak amacıyla giriştikleri bu çekişme tarafından iktidara getirildi.
… Modern savaşların ya da silahlı müdahalelerin emperyalist yönleri, tıpkı kıyasıya (cut-throat) fiyatlandırma türü daha geleneksel “ekonomik” faaliyetler gibi, dinamik bir piyasa kuramının parçası olarak görülmelidir… Çünkü ikisi arasında temel bir fark yoktur. (Rothschild 1947, 319)“
Finansal sermayenin 1970’lerden bu yana yükselişi, bizi 1920’lerde ve 1930’larda ortaya çıkan kapitalist otoriterizme geri götürdü. Piyasa rekabeti otoriter yönetimin kaynağıdır ve oligopoller arasındaki rekabet doğası gereği sosyal ve politik çatışmaya uzanır.
Avrupalı ve Birleşik Devletler’deki mevcut otoriter dalga, şimdi faşizmin değil neoliberalizmin tasmasını saldığı ve olumladığı kapitalist rekabetin yarattığı aşırılıklardan geliyor. Neoliberalizm özgürlüğün garantörü olduğunu gösterişle iddia ediyor – “serbest piyasalar, özgür insanlar” Milton Friedman’ın 1974’te Londra işadamlarına yaptığı o kötü ünlü konuşmasının başlığıydı. Gerçek, tam tersi. Neoliberal piyasanın son otuz yılda yeniden düzenlenmesi özgürlüğü yok etti.
“Yeniden-düzenleme”
“Düzensizleştirme (de-regulation)” değil “yeniden-düzenleme (re-regulation)” terimini kullanırken dikkatliyim. Yeni Sözleşme (New Deal) döneminde ve Avrupa’da savaş sonrası sosyal demokrat ve Hıristiyan Demokrat fikir birliği sırasında hükümetler, hareket özgürlüğünü sınırlama anlamında sermayeyi düzenlediler. Tarifeler ve “tarife-dışı engeller”, ulusal para birimlerinin birbirlerine dönüştürülmesine konan sınırlar ve finansal kurumların sıkı denetimi, rekabetin biçimini ve yoğunluğunu kısıtladılar. Bu politikaların açık amacı, “malların serbest akışı” nı engellemek, sermayenin sınır ötesi hareketliliğini kısıtlamak ve finansal spekülasyonu daraltmaktı.
ABD’de Yeni Sözleşme ve Avrupa’da sosyal demokrasi döneminde hükümetler sermayeyi düzenlerdi. Neoliberal dönemde sermaye hükümeti düzenliyor.
Neoliberal yeniden-düzenleme, yalnızca sermayenin düzenlenmesini tersine çevirmez. Neoliberal yeniden-düzenleme, sermayenin kolektif gücünü etkenlikle kolaylaştıran ve emeğin kolektif gücünü zayıflatan yasal kurallarla, sermayenin ilerici denetiminin yerine geçer. Neoliberal yeniden-düzenleme, sermayeye getirilen kısıtlamaların ortadan kaldırılması değildir. Daha ziyade, hükümetlerin ekonomik, sosyal ve politik alanlarda harekete geçmesine ve müdahalesine yönelik kapsamı sınırlayan etken politikaların uygulanmasıdır. Neoliberal yeniden-düzenleme… hükümetlerin ekonomik, sosyal ve politik alanlarda harekete geçmesine ve müdahalesine yönelik kapsamı sınırlayan etken politikaların uygulanmasıdır.
Neoliberal yeniden-düzenlemenin temel amacı, iktisadi politikayı temsili demokrasinin denetiminden çıkarmaktır. Bu, yalnızca ekonomik yeniden-düzenlemeyi değil, aynı zaman sosyal ve politik yeniden-düzenlemeyi de gerektirir.
“Ordoliberalizm”
Temsili hükümete sınırlar zorlamanın belki de en açık örneği, Alman sağcı ideolojisi “ordoliberalizm” dir. Terim iki kelimeyi, “düzeni (order)” ve “liberalizmi” birleştirir. Bu bir düzenlensizleştirme (de-regulation) felsefesi değildir; daha ziyade, hükümetleri neoliberal ilkelerden sapan yasaları çıkarmamaya zorlayan katı kuralları – “düzen” – savunan sınırlı bir demokrasi felsefesidir.
Ordoliberalizmin neoklasik iktisat ve bu ideolojiyi zorlama amaçlı kurallar vurgusu bileşimi, şu anda Avrupa Birliği’nin anayasası olarak hizmet eden iki ana antlaşmaya derinden gömülü olan anti-demokratik bir yönetim sistemi üretiyor. Mevcut Alman hükümeti, on yıldan fazla bir süre boyunca diğer AB hükümetlerini ekonomik politikayı tasarlamak ve uygulamak için yasal kapsamlarına ilişkin sınırlamalar getirmeye teşvik etmiştir. ABD’de ordoliberalizm yaklaşımının örnekleri, kamu borç tavanı ve merkez bankası enflasyon hedeflemesini belirleyen mevzuattır.
Medya kontrolü
Sermayenin çıkarına en rezil yeniden-düzenleme, sendikaları ve diğer halkçı örgütleri ve hareketleri zayıflatmak için yasal önlemler olmuştur. Bu zayıflatmanın merkezi, finansal sermayenin yasal değişikliklerle kolaylaştırmış medya kontrolü konsolidasyonudur. İletişim araçlarının bu kontrolü, sermayeyi özgürleştiren yeniden-düzenleme sürecinin merkezinde yer alır. Medya kontrolü, kapitalizmin canice aşırılıklarının eleştirisini, hatta tanınmasını, en aza indirgemek ve saptırmak için propaganda yapılmasını kolaylaştırır.
Demokrasi maskesi
Neoliberal dönemde kişisel özgürlüğe yasal ve yasal-ötesi sınırlar koymak, hem ideolojiden hem de pratikte piyasa özgürlüğü dogmasından kaynaklanmaktadır. Adam Smith’in üfürülmüş (ahistoric) “insan doğasının değiş-tokuş, takas ve bir şeylerin bir şeylerle değiştirilmesi eğilimi sonucu” ortaya çıkan piyasalar görüşü kapitalizm gerçekliğinden bu kadar uzak olamaz. Sözde serbest piyasalar zorunlanmalıydı, zorlama da sermayenin yeniden-düzenlemesiyle gerçekleştirilmeliydi. Son kırk yıldır bu yeniden-düzenleme temsili hükümet söylemsel maskesini korurken, temsili hükümetin hizmetten çıkarılmasını içeriyordu.
1930’larda Birleşik Devletler’de ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da piyasa süreçlerinin etken düzenlemesi kapitalizme içsel otoriter eğilimleri baskılamıştı. Başta finansal sermaye olmak üzere sermayenin yeniden-düzenlemesi, otoriterizmin tasmasını kopardı. Finansal sermayenin yükselişi, sözde finansallaşma, piyasa süreçlerinin anti-demokratik doğasını tam anlamıyla açığa çıkardı.
Yirmi birinci yüzyılın açılışında Rothschild’in 1947’de sözünü ettiği büyük oligopoller ve güçlü sanayi şirketleri artık kapitalist rekabetin yıkıcı gücünün sürücüleri değildiler. Yirmi birinci yüzyılın küreselleşmiş rekabetini süren yirminci yüzyılın büyük sanayici vahşileri değil, finans kapital. Finans kapitalin hegemonyası, demokratik tuzaklarla açıklıkla gizlenmeyen otoriter politik diktatörlüğü öne çıkarıyor.
(Opendemocracy’den)
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş