Zamanın bir ücrasında illaki kendi türünün ölümcül olabilecek baskısından kurtulabilmek için bir sivrinin biri can havliyle bir yaratıcılık atağı gösterip bir kolpa yaptı ve o kolpa bu kolpa o gün bugündür kolpa olmayan hiçbir şey kalmadı.
Yakın zamanda yürek kanatan bakışlarıyla yoğun duygusallık içerdiği için patileri ve kuyruğu kesilmiş yavru köpeğin çokça haberi yapıldı ve birçok köşe yazarı özel ilgi gösterdi; ne var ki yazdıklarının yavru ile uzak yakın ilgisi yoktu.
Muhalif kimi köşe yazarları öldürülen yavruyla bir küçük duygusal bir giriş yapıp hemen ardından artık hedef gördükleri -devlet, düzen, hükümet, Erdoğan vs.- ne ise yavruyu carcura takarak veryansın ettiler.
Havasından geçilmeyen bayağı bir duayen bir köşe yazarı yirmi gün boyunca her gün yavrunun mezarı başına gidip yas tutacağını yazarak poz kesti.
Daha ölçülü başka bir duayen köşe yazarı evinde iki sakat köpek beslediğini yazıp kendini çapsız kalabalıklardan sıyırarak o da öyle poz yaptı.
Patileri ve kuyruğu kesilmiş yavru üstüne yazılanların hepsi kolpaydı. Tek bir kişi bile yavruyu yazmadı, çünkü zaten yazılamazdı.
Bir Eren var bir de Ali İsmail…
Amele pazarından toplanmış amiri memuru askeri polisi yüzünden canından oluyorsun ve hâlâ mahalle savaşı -ergenlik- kafasından çıkamamış ucube azgınlar ya ölüne saldırıyorlar ya da ölünü saldırmak için cephane yapıyorlar.
Ama Eren?.. Ama Ali İsmail?..
O canı alınmış çocukların -müşrik Mekke ve Medine gibi- kan davalarına batmış bu memlekette sadece cephane olarak bir değeri var.
Hem Eren hem de Ali İsmail’in ölümüyle ilgili çok sayıda yargılamalar ve mahkûmiyetler olmalıydı -o ayrı ama- Ali İsmail’in annesini namertçe yuhalatırken Eren’in annesini kalabalıkların önüne çıkarıp yüzde sıfır virgül sıfır sıfır bilmem kaç oy için eline bir daire anahtarı tutuşturmak tam bir kolpaydı.
Bir anneyi düşünün: bir evladı askerde bir evladı trafikte can verse ve aynı gün cenazeleri kaldırılacak olsa askerde ölen evladı için üzüntüden kahrolurken o anne trafikte ölen evladına fıkradaki gibi ‘gömün … …’ mı diyecek?
İşte -asıl herkese ebeveyn olması gereken- Türkiye’nin devlet sistemi aynen böyle diyor: kan davasını beslemiyorsan ‘gömün … …’
Çok yakın zamanda annesiyle birlikte on bir aylık bir bebek bombayla patlatıldı ve sonra herkes sadece kan davasından söz etti. Kan davası yüzünde babanın bile yas tutmasına fırsat verilmedi.
Herkes için varsa yoksa dava… Ya bebek?.. Bebek öldü.
Kan davası banyosu yapan kan davası müptelası erkekçe eşcinsel psikopatlar bebeğin kanını yerde koymayarak parsayı toplamaktan başka bir şey düşünemiyorlar ki.
Şu distopik filmlerde işlenen türden bir müsabaka sanki – çocuk kanını iktidara dönüştürme yarışı…
Hükümet ve PKK, her iki taraf da HDP’nin Türkiyelileşmesini engellemek istiyordu.
Bunu hendek olayı ile başardılar.
PKK, Türkiyelilerin Kürt olmayanlarını HDP’den soğutuyorken hükümet kimilerini içeri tıkıp vatan haini ajitasyonu üstünden zaten cayır cayır yanan etnik kan davasını aynı askeri vesayetin beyin yıkama yöntemleriyle iktidarını pekiştirmek için kullanıyor.
Madem vatan haini ya patlatılıp havaya uçurulmalı -imha edilmeli- HDP ya da hem hazineden on milyonlarca lira hem seçime girme ve mecliste grup kurma izni verip hem de vatan haini ajitasyonu yapmak kolpaların en fesadı, en bozguncusudur. Her öğün bebek eti yemektir.
Eğer PKK hendek olayıyla arkadan vurmasaydı gitgide Türkiyelileşecek olan HDP şimdi o yere göğe sığmayan AKP aslanını yere yatırmış ve kerpetenle tek tek dişlerini söküyor olurdu.
Onun yerine PKK hendek olayıyla AKP’ye bol bol psikolojik savaş argümanı hediye etti.
Devlet ve PKK ezelden beri çok zımni ve çok sinsi bir danışıklı dövüş içindeler – Türkiye’nin iki yakasını bir araya getirmesini engelleyen en menfur fitne, en kanlı kolpa tam da bu kan davasıdır.
PKK bu ülkenin yumruğuydu, FETÖ bu ülkenin yumruğuydu vs. şimdi elin yumruğu olmalarının tek nedeni İslamiyet’in var gücüyle saldırdığı ama yenmeyi başaramadığı -çeşitli türevleri ümmetçilik, milliyetçilik, ırkçılık, mezhepçilik, sınıfsal ayrımcılık vb. olan- kabileciliktir.
Kabilecilik sürü yaşamıdır.
Karaciğerin, akciğerin, kalbin, bağırsakların vs. herhangi bir organın ya da birkaç organın senin zararına dönmüşse buna ne denir?
Senin evlatların sana düşman kesilip düşmanından olmuşsa buna ne denir?
Hiç kendinde kusur aramayan bunca insana ne denir?
Batı sana ‘hasta adam’ diye teşhis koydu, sonra öldün. Demek ki Batı’nın teşhisi doğruymuş.
Sonra sıkı kabadayı Atatürk çıktı ve Câlût Batı’yı tepeleyip bir parçanı kurtarabildi.
Şimdi şu son haline odaklan ve düşün: Osmanlı’dan neden daha iyi olasın, neren daha iyi?
Kıro olduğunu kabul etmeyenin kentsoyluluğa yükselme şansı olabilir mi?
Ortalık kentsoylu görünümlü kırolardan geçilmiyorsa hiç medeniyet şansı olabilir?
Hem kabile devleti değiliz derler hem de ‘yargı bağımsızdır’ diye ulurken intikam yeminleri dillerinden düşmez.
Mafya Türkçede kabile demektir.
Suçludan intikam alınmaz, suçuyla yüzleştirilip yargılanır.
Kabile kafasıyla düşündüğün sürece imana eremediğin için aldattığını sanabilirsin ama bu basit cümleciği asla anlayamazsın.
Peygamber’in soyundanmış güya soyu kan sanan deve yürekli soysuzlar deve yüküyle para verip Amerika’dan bir temiz kazıklanarak aldıkları roketleri fırlatıp onlarca çocuk öldürdüler -sürüsüyle böylesi canavarca suçlar işleniyor- o ne olacak?
Eski zamanın manyak putperestleri kendi karakterlerinin yansıması olan manyak tanrılarına çocukları birer ikişer kurban ediyorlardı; zamane psikopat putperestleri ise üç paralık iktidar oyunları için aynı kurban etme işini şimdi kitleler halinde yapıyorlar.
Dava da dava… şu kutsal dava…
Ne çocuk ne bebek tek dertleri şov, tek dertleri parsa… kâh tiraj kâh oy… para, imaj, algı… bütün dünyaları bu.
Peki ya ne yapmak gerekirdi?
Hiçbir şey.
Hiçbir şey yapamazsın.
Bebek için anne için Eren için Ali İsmail için ne tek bir satır yazabilir ne de bir şey yapılabilirsin.
Sadece çaresiz kalabilirsin, çünkü yetemezsin.
Çünkü adalet diye sonsal bir olgu yoktur.
Çünkü gerçek adalet Erenlerin Ali İsmaillerin katledilmesini engelleyebilecek bireysel özerkliği (evrensel hukuku) hiç taviz vermeden işletip geliştirebilen -suç işlemeden yaşamayı seçenlerin tam yetkisini tam gücünde kullanabildiği- bir toplum, bir sosyal yapı başarabilmektir.
Yetemediğinde çaresiz kalırsın.
Çünkü gerçek adalet o anneyi ve bebeği havaya uçuran -her iki tarafın her çeşitten kokuşmuş çıkarları için kullandıkları- darbeci faşistler tarafından özene bezene icat edilmiş o iblisçe kan davasını bitirebilmektir.
Ötesi boş, olan olup ölen öldükten sonra bilinen bilinmeyen hiçbir kurban için bundan böyle bir adalet asla söz konusu olmayacak.
“Samimiyet nedir?” diye sorarlar Peygamber’e, “yetemediğinde çaresiz kalmaktır” der.
Yetemediğinde çaresiz kalırsın.
Çünkü senin gerçeğin budur ve tam bu çaresizlik ve ümitsizlik eşiğinde gerçek adaletin yegâne tezahürü olarak bütün bu yüz kızartıcı rezilliklerin bir daha olmaması için… yapabildiğini yaparsın işte… öz samimiyetle.
Senin kendinle hesabındır bütün mesele, kendine kolpa olmamak için kendi peşine düşmektir.
Kendini kendi haline bırakırsan maymun o zaten.
Kendi peşine düşmek en zor ama en esaslı evrimsel eşiktir ve kaçınılmazdır, yoksa genetik nesillerin için sadece bir çöp olursun.
‘Böyle atanın ta bilmem neyine’ deyip sonraki genetik nesillerinin morali bozulmasın bari diye senin genetik neslin sıradan kayıtlarını bile silerek ne ismin ne resmin bir küçük bir izini bile bırakmaksızın seni hiçleştirecek.
O yüzden zart zurt etmeyi bırakıp önce kendini ciddiye almayı başarmak zorundasın.
Servet, kudret, devlet, akıl, iman, izan, ilim, bilim, sanat vs. yerde ve gökte neleri başarabildiğinin, ne ejderha bir şey olduğunun hiçbir önemi yok; bebek için hiçbir şey yapamayan sıradan bir acizsin sadece – o da en art niyetsiz halinle.
O yüzden sadece çaresiz kalabilirsin, çünkü bir tek çaresiz kalmak kolpa değildir.
Çünkü çaresiz kalabilme olgunluğuna ulaşamayan örneğin Aristo’nun kölelik söz konusu olduğunda uluorta kıvırması gibi uydurukçuluk tuzağına düşer.
Çaresiz kalırsın, çünkü çaresiz kalanlar bütün zamanlarda ve bütün mekânlarda anlayışla karşılanacaklardır.
Biraz da olsa kendinin farkındaysan kendi başına utanırsın… ilan etmeksizin, şov yapmaksızın.
Yetersizliğinle yüzleşmek, çaresizliğinle baş etmek… samimiyetle yas tutmak… insanlık davasında hepsi çok kıymetli.
Kolpacının tekiysen başka… tak canı alınmış bebeği carcura veryansın et kabileci hışmınla düşmanına yap İvedikyen propagandanı kap oy oranını yüzde sıfır virgül sıfır sıfır bilmem kaç…
Birlik beraberlikmiş…
Herkes herkesi kandırıyor ise kim kimi kandırmış oluyor?
Sapıklık ulan bu. Zevk treni olmuş koca memleket.
Vatan sevgisiymiş…
(Gerçek) savaş çıktığında bütün komutanların görev yeri değiştirilir-miş- çünkü hepsinin kendi komutasındaki Mehmetçikle nefret ilişkisi vardır.
Kimi yaşlı rütbeli erattan uzak göreve gelmek ister ya da eratla yüz yüze olmak zorunda kalırsa onlara çok iyi davranır; çünkü yaşlanmayla birlikte sezgisi de gelişir ve daha önce duyamadığı bir ses bu sefer sürekli kafatasının içinde yankılanıp durur: bu ses eratın rütbelileri ana avrat sövme sesidir.
Askeriyenin iyi kötü yazılı kurallarını uygulamak yerine askerine toplama kampı muamelesi yapmak vatanı fosseptiğe çevirmektir.
Soysuzlaşarak kahrolanlara bir bak… kendi koyduğun kurallara uymazsan daha iflah olur musun sanıyorsun?
Öyle vatan sevgisi olmaz, ona kolpa denir.
“Keşke Yunan işgal etseydi” diyen örümcek kafalı adamın her şeyi kolpa ama bir tek bu lafı kolpa değildir.
Bütün kasaba Sünniliği daha ağır lafları kendi aralarında eder ama mezhepçilik boydan boya kolpa olduğu için açıktan açığa söyleyemez.
Bütün laikçi cemaat bunları (ve özellikle Atatürk hakkında uydurulan çok daha aşağılık iftiraları) biliyordu ama sorgulamak ve çözüm üretmeye çalışmak yerine öyle bir kendini sonsuz sanıyordu ki iktidarın elinde olmasından başka hiçbir şeyi göremiyordu; çünkü umursamıyordu.
Bir Türkiye pasaportu bir Yunanistan pasaportu… Türkiyelilere sadece birini seçme şansı tanınsa Türkiye mezbeleliğinden voltasını almak için Yunanistan pasaportu seçen herkes aynen o örümcek kafalı adamın sözünü fiiliyata döküp Yunanistan’ın (Avrupa’nın) Türkiye’yi işgalinden taraf olmuş olur ve bu sayı sanıldığından çok daha fazla olur. Bunun anlamı Cumhuriyet’i kuranların kendinden olmayanlara Yunan’dan bile daha kötü işgalci olduğudur.
O örümcek kafalının söylediği söz Türkiye’nin yarıya yakının paylaştığı bir sitem iken ‘neden bu kadar çok Türkiyeli böyle ağır bir laf ediyor?’ diye kafa patlatmak yerine kuru bir vatanseverlik şovuyla karşı çıkanların yaptığı zerre vatan sevgisi değil hepsi kolpadır.
Biyoloji Nobelli o ülkesine küsen çocuk adam ve diğer zekâ göçünün konusu akıllı adam ve kadınlarının vatan sevgisi külliyen kolpadır. Kolpa değilse gelirsin vatanına o pek çalışan aklını vatanının sorunlarına takarak çözüm geliştirmek için kafalar patlatırsın; çünkü hem konformizm hem vatan sevgisi olmaz, ona kolpa denir.
Emniyetin, yargının, maliyenin vs. hepsinin -hem de yüzlerce yıllık- rüşvetçiliğini haraççılığını yolsuzluğunu yordamsızlığını bilmeyen, mabadı yerçekiminden kopacak denli çok yükseldiği için bilmez.
Öyle hem rüşvetçi yolsuzun teki olup hem vatan sevgisi olmaz, ona kolpa denir.
Zorla askerlik yaptırılanlar zaten aşağılanarak vatan sevgisinden soğutuluyorken fırsat bulunca gerekirse borç harç parayı basıp askerlikten arazi olanların vatan sevgisi boydan boya kolpadır.
Dağdaki çobandan kenarın manavına, yalaka türkücüden bihuş modele kadar hemen hemen herkesin üç aşağı beş yukarı bildiği daha böylesi rezil işleri sıralasak sonunu kesinlikle bulamayız.
Onlar vatan sevgisi değil alayı kolpa, alayı karaktersizlik.
Hep ‘kral çıplak’ dendi. Tamamen yanlıştı. Kral dediğin bir gazla uçurulmuş kıçı açıkta dolanan bir maymundur. Çıplak olan sensin, çırılçıplak cehaletsin.
Politikacıya stara kabadayıya gazeteciye patrona spekülatöre vs. ona buna tanrı uçuşu yaptıran senin kâh tapınan kâh tapınanlardan fayda sağlayan putperestliğin.
Genleri bozulmuş dejenere bir maymunsun.
Sen daha kendini saymanın, kendini sevmenin, kendine faydalı olmanın ne olduğu hakkında en ufak bir fikri olmayan bir kırosun.
Sen kim, vatan sevgisi nere?
Vatan sevgin kolpa.
Bir de sadece bir vitrin mankeni olduğu 16 yıl boyunca kandırılma manyaklığı furyasının destanlarını bir bir yazdıktan sonra eşyanın tabiatı gereği hiçbir şeyi yönetememenin kaçınılmaz sonucu olarak züğürtlükten en sonu destansı bir dilenme furyasına yelken açan Erdoğan’ın yüksek perdeden aşağılara doğru inen söylem değişikliği var ki bu ülkenin neden güçlü olamayacağından öte bu ülkede neden kimsenin güçlü olmaması gerektiğini de ayan beyan ortaya koyuyor.
Kullanamadığı eşeğe eyvallah demeyenlerin vatanında kim biraz üstünlük elde etse… tut ki tutabilesin… o saniye arsız bir canavara dönüşüyor.
O halde Erdoğan (ve aslında herkes) hep böyle zayıf ve risk altında olmalı ki ağzına biber sürülsün de en azından kimseyi aşağılayamasın; hatta kim bilir belki kıyısından köşesinden hukuku bile işletmek zorunda kalabilir.
Eskilerin de hiç farkı yoktu, o kadar da kurnaz değillerdi ama çocuk adam Erdoğan gibi bir öyle bir böyle saati saatine karar değiştirecek kadar iç ve dış politikayı böylesine çocuk oyuncağına çevirmemişlerdi.
Yüzlerce yıl boyunca iktidarı her ele geçiren elinin altında tutabilmenin koşulu olarak kendisinden daha güçlü olmasın diye bir sonraki neslin libidosunu daha da bastırarak en sonu -şebekler bile günü gününe yaşarken- saati saatine yaşayan ivedikler sürüsüne dönüştürdü güzelim memleketi.
Birileri güçlü olunca diğerlerini sövmekten dövmekten hain damgası vurmaktan mahpuslara tıkmaktan kitlesel aşağılamalardan kendini alamıyor ise… bu ne?
İslamiyet, uygarlığın başlangıç ilkesiyle başlar: Alâk suresi ilk beş ayet ‘oku’ emrini Kuran’ın kendi özgün iletişim yöntemiyle bildirir.
Hemen ardından gelen altıncı yedinci ayetlerde keskin ve korkunç teşhis yapılır:
Herkes herkese karşı her fırsat bulduğunda tanrıyı oynamaktan asla kendini alamaz.
Birinin bir diğerine azgınlık etmesi için o anda sadece bir üstünlük sahibi olması yeter.
İstisnasız her iki ayaklı memeli Nasrettin Hoca’nın saz çalması gibi kendisini tam görür, diğer herkes kendi aklına uysa her şeyin güllük gülistanlık olacağına gerçekten inanır; ama uyulmasını istediği şeyin aklı değil diğer bütün hayvanlar gibi genleri olduğunu bilemez.
Köpek ‘gel’ ‘otur’ vb. gibi belli basit sesleri tanır ve ona uyar, ama o köpeğe derdini anlatmaya kalkarsan boş boş bakar; çünkü sesleri tanıyamaz -ayrıştıramaz- ne yapacağını bilemeden kalakalır.
Ne kadar bağırsan da -aynı o köpeğe dert yanmaktan farksızdır- duyulamaz, çünkü sürü yaşamından çıkamamış iki ayaklı memeli sürü yaşamına ait değilse (insani) sesini tanıyamaz -ayrıştıramaz- anlam veremez. Sürüden bir ses sanır, önemseyemez.
Ve işte böylece Peygamber’in barış devrimi başlar: kendini tanrı sanan dejenere maymunlara karşı…
Milyarlarca yıl önce yerküre özelinde cansızdan canlının ayrışması gibi şimdi de dış görünüş, servet, söylem, duruş, teknoloji, kültür, sanat, din, ahlak, bilim, yaşam görüşü, felsefe vs. bunların hiçbirinin hiçbir değer taşımadığı düşüncenin çok derinlerinde gelmiş geçmiş en keskin, en akıl karıştırıcı yeni bir kategorik saflaşma vahşi doğada bulunmayan derin bir korkunun güdümünde işlemektedir:
Her öğün bebek eti yiyen iblislerin sofrası bu sofra… ya karşı çıkıp mücadele edersin gücün yettiğince ya da para ve savaş mafyasını yöneten iblislerin ziyafetlerinden arta kalan bebek kemiklerini kapışıp etini sıyırırsın melunca – başka yok.
‘Biz maymundan gelmedik’ diye bilgiçlik taslayıp büyüklenenler, bin sene sonra hepinize dejenere maymun (genleri travmaya dönüşmüş bozuk hayvan) damgasını yapıştıracaklar; çünkü gerçek bu.
Gücü elinde tutanlar için güç kaybı olduğundan tabii ki güçlüler açısından arzulanacak bir şey değildir, ama biraz aklı olan herkes güçlü olabilmesinin mutlak stratejisi olarak hukuken herkesin güçlü olması istikametinde mücadele etmeliyken hukuk öncesi görmemiş bir kabile toplumu olmanın ezikliğinden dolayı bu memlekette ezilmemek için haklı olarak kimsenin güçlü olmasını istememek… cehennem azabından da beter be.
Türkiye’de biraz bir güç elde eden anında sapıtıyor ve bilginin yolundan saptığı için bir zaman sonra cumhuriyet devriminin en sonu içine düştüğü rezil ve uğursuz durum gibi tekrar eski güçsüz haline geri yuvarlanıyor.
Sisifos’un ta kendisi – Türkiye.
Kazanırken herkes böcek bir sen tanrı alayına gider, kaybederken birlik beraberlik…
Bitmez tükenmez bir eziklik döngüsü bu: Bir parça bir üstünlük elde edenin mabadına bir hükmü kalmıyor ise ve Türkiyeli sadece zayıf kaldığı sürece anca terbiyeli olabiliyor ise bu fosseptikten çıkış olur mu be?
Koymaz mı be?
https://twitter.com/yilmazkarman (diğer yazılar)
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş