Namıdiğer Fevkalade Önemli Şahsiyet (FÖŞ), geçtiğimiz günlerde “Yarını yitirmekle geleceği kaybetmek arasındaki fark”ı anlatan bir yazı yazdı. 30 yaşını yenice geride bırakmış olan bendeniz, henüz yaşımın idrakine varamamış olacağım ki halen Lise 2’den Lise 3’e geçtiğim yaz; sistem değişikliği ile tek kısımdan iki kısımlıya kapsamı genişletilen üniversite sınavı için aylarca yaşadığım ızdırabı “bugünmüş gibi” hissettim. Oysa ki o yaşlarda 30’lu sayılar epey uzak görünürdü. Hatta şimdi 40 mı daha yakın 18 mi derseniz, yarının bilinmezliğinden mi yoksa dünün ya da geçmişin hafızamda bıraktığı derin izlerden mi bilinmez “18” derim !
“ÖYD de nedir?” diye soran olursa; İngilizce orijinali “near death experience” olan öbeğin Türkçe’ye “ölüme yakın deneyimler” adı ile çevirisi. Yeni bir sınav sistem değişikliği değil merak etmeyin.
Bu konu ile alakan var mı derseniz, yok. Ölümden mi döndün diye sorarsanız, bildiğim kadarı ile dönmedim ama “ölüm üzerine” yazdığım bir deneme 15.000 kereden fazla tıklandı. (http://www.felsefetasi.org/yazi/)
Peki bir ülke ekonomisi nasıl olur da ÖYD sınavına tabi tutulur?
Öncelikle şu ÖYD’den bahsedeyim. Adını vermeyeyim ama ÖYD mevzuna ilişkin harika bir sunumu, Türkiye’nin önde gelen bir beyin ve sinir cerrahisi uzmanından dinlemiştim. Çevremizde de sıkça duyup karşılaşabildiğimiz üzere dünya üzerinde milyonlarca insan “ölüme yakın deneyim” yaşadığı iddiasında. Hatta birçok dilde kendi hikayelerini anlattıkları web portalları var. Buna ilaveten işi ciddi olarak ele alan araştırma ve bulguların yer aldığı kaynaklar da mevcut. O mecralarda konuya ilişkin oturaklı kategoriler ve tasvirler bulunabilir ancak dinlediğim sunumda benim en dikkatimi çeken yorumu söyleyeyim; maneviyatı kuvvetli/duygusal diye niteleyebileceğimiz insanlarda genellikle “beyaz bir gül bahçesi, parlak bir ışık, göğe yükselip sevdiklerine kavuşma vb.” huzurlu(!) deneyimler, farzı misal korkunç bir kazadan canlı çıkabilmiş pilotlarda ya da benzer biçimde işleri ya da hayatlarının doğası gereği olaylara yaklaşımları daha soğuk kanlı olan kimselerde ise “korku, acı ve mutsuzluk duygularının öne çıktığı” tecrübeler çoğunlukta imiş. Özetle; yaşamın bir parçası olan ölüm; bazı bünyelere tatlı gelirken başka bazılarına da alışıldığı gibi ürkütücü geliyor. Bilimsel çalışmaların dini ya da şüpheci yaklaşımdan arındırılarak objektif ele alınması konusunda çabalar sürdüğünden, bu kadarını söylemekle yetinebiliriz.
Dolar/TL’ye dair tartışmalarda aklımda yer eden en belirgin eşik nedense 2015’in yaz aylarında, 7 Haziran Seçimleri sonrası süreçte “Kur 3.00’ı geçer mi?” evresidir. Türkiye’nin seçim sonrasında yoğun iç gündemine FED kaygıları ile küresel büyümede korku salan vaziyetler eklenince 2.30’larda başladığımız yılı 3.05’i görüp 2.90’larda nihayetlendirmiştik. FED de, yılın son günlerinde 10 yılın ardından ilk kez faiz artırımına gitmişti.
O günlerden çok önceden beridir; FED’in faiz artırım ve bilanço daraltma süreci konusunda dikkatli olunması gerektiği ve diğer önemli Merkez Bankaları’nın FED’i izleyebileceği, GOÜ’lerden kaynak çıkışlarının yaşanacağı ve başta Türkiye olmak üzere kırılganlığı yüksek ülkelerin “gelecek” yıllara “yarın”dan itibaren yapısal reformlar ve etkin para politikalarıyla hazırlanması gerektiği büyüklerimiz tarafından yazılıp çiziliyordu.
2016 yılı başından günümüze FED 6 kere faiz artırımına gitti ve 2018 yılı sonuna kadar en az 1 faiz artırımı daha yapmayı planlıyor. 2017 sonunda İngiltere Merkez Bankası da 10 yılın ardından faiz artırdı ve ECB Haziran 2018’de; tahvil alımlarını Eylül ayından itibaren kademeli olarak azaltacağını ve 2018 sonunda tahvil alımlarına son vereceğini açıkladı.
Türkiye; 2016 yılı başından itibaren 1 başarısız darbe girişimi (ve ardından OHAL süreci), 1 Anayasa Değişikliği Referandumu ile son olarak 2018 yılı Haziran ayında Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimi yaşadı ve yeni bir yönetim sistemine geçti. Askeri ve diplomatik konularda başta AB ve ABD ile yaşadığı görüş ayrılıkları ile Suriye’deki gelişmeler gündeminden hiç düşmedi.
Tüm bunlara ilaveten büyük ve önemli bir detay olarak; Donald Trump 8 Kasım 2016’da ABD Başkanı seçildi ve gerek dünyanın gerekse birebir ilişkilerde ülkelerin eşine hiç rastlamadığı bir ABD ile bizleri tanıştırdı.
Aklımda yer eden 2015(!)’ten sonraki üçüncü yazda; 6 Ağustos Günü Dolar/TL 5.40’ın üzerini test etti. “Dolar/TL 6.00’ın üzerini görür mü?” tartışmaları sürerken; özel sektörün 250 milyar Dolar’ı bulan dış borcu ve %16’lara yaklaşan TÜFE ile %25’e erişen Yİ-ÜFE’de “görülebilecek seviyeler” yaygın kamuoyunda Dolar/TL kadar ilgi görmüyor.
Manzara-i Umumiye; bazı bünyelere “çiçek bahçesine ışıkları vuran, doğmakta olan bir güneşe karşı kötü niyetli odakların harekete geçtiği” hissini verirken, bazı bünyelere “ızdırapla karışık bir geleceği kaybetme endişesi” yaşatıyor aralıksız.
Bana sorarsanız Dolar/TL 5.20 üzerinde seyrederken bile 3.50’ler daha yakın geliyor. Siz söyleyin; memleket mi, yıldızlar mı yoksa gençliğim mi daha uzak?
Platon’un söylediği gibi “Kimbilir belki de hayat bir ölüm, ölüm bir hayat. Belki de biz şimdi ölüleriz.”, ölüm konusunu da bu kadar abartmaya gerek yok ancak bu satırların sahibi FÖŞ’e söz verdiği gibi bir “Miraculous Revival”, Türkçe meali ile “mucizevi kurtuluş” yazısı da yazmak ister.
Çağlar Kuzlukluoglu
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş