Kural işletemeyenin kuralını işletirler
Batı bireyci hukuk demokrasi medeniyetinde hiç de öyle -çevre ülkelerdeki gibi- sürüm sürüm süründürmecesine bir vahşet yaşatmadığına -hatta kimi Batı ülkelerinde imrendirecek derecede usturuplu olmasına- bakılırsa kapitalizm bu denkleme göre kendi başına kendiliğinden vahşi olamaz.
Geçmişi vahşetlerle dolu Batı liberal sistemi -ham işgücü alışverişinde spekülatörlük yapmaya dayalı- ‘temel sömürü’ belasını son yarım yüzyıl itibarıyla artık makul bir seviyede çözüme kavuşturmuştur.
Para mafyacılığının yeraltı dünyasından -depremler gibi sarsılarak- yükselen irili ufaklı ve devasa krizlerin öngörülemez darbelerine rağmen Batı bireyci hukuk demokrasi medeniyetinin liberal ekonomik sistemini iyi kötü ayakta tutabilmesi, makul bir istikrar yelpazesinde -o da ölüm korkusuyla- işletebildiği alımgücü sayesindedir; aksi takdirde Batıda zaten yer yerinden oynar.
Batı ile çevre ülkeler arasındaki alımgücü farkını kimileri ‘Batı işçi sınıfının küresel sömürüden pay alması’ olarak tespit eder ki bunun hiçbir doğruluk payı yoktur.
Hayat kalitesi üretken üretimdir.
Batı işçi sınıfı gerçeğe yakın bir değerde bir ücret almakta ve (bu da yetmez) buna bağlı olarak gerçeğe yakın bir değerde bir fiyatla -en azından temel yaşamsal- gereksinimleri satın alabilmektedir; çünkü yüzlerce yıllık mücadelesi sonucunda -çokça can verip yönetici sınıfın çokça canını alarak- kendi çıkarlarını -geriye dönüşü olmayacak şekilde- hukuk ile (yani kural işleterek) sağlama almıştır.
Kapitalizm o zaman sürü yaşamından çıkamayan çevre ülkelere -adalet ilkesini inkâr ettiği (kural işletmeyi akıl edemediği) oranda- vahşi olabilir, yoksa işleyen hukuka ne kapitalizmin ne de başka hiçbir alçaklığın hiçbir vahşiliği zerrece sökmez.
Şarklı kafa -algısı durağan bir an ile sınırlı olduğu (yani bütün bir tarihselliği yaşadığı an gibi gördüğü) için- günümüz Batı bireyci hukuk demokrasi medeniyetinin yönetici sınıfı tarafından kurulduğunu sanır ve o yüzden kendi yönetici sınıfından da bir kurucu babalık bekler.
-Ulus, mezhep vb. birçok başka kan davasıyla birlikte- yönetici sınıf ile yönetilen sınıf yüzlerce yıl boyunca birbirine yapmadığını bırakmadıktan sonra Batı şimdi (aynı nehirde birbirini ısırmadan yaşamayı milyonlarca yıl önce akıl eden timsah ile su aygırı gibi) yenişemeyenlere özgü bir hukuk işleterek tarihsel erginleşme mektebinde çevre ülkelerden kopup bir üst sınıfa geçmiştir ve bu sayede her iki sınıf da nispeten -güven içinde- daha kaliteli bir hayat sürmektedir.
O halde kapitalizmin vahşiliği -iktidarın tek ve gerçek sahibi olan- toplumun edilgin (çocuk karakterli) olmasından (vesayetsiz yapamamasından) kaynaklı bir görecelikte yıkımını yaşatmaktadır.
Örneğin -kıroluğa ve psikopatlığa taptıran- ‘Asker (laikçi Sünni erkekler) Vesayeti’ ve -kıyısından köşesinden de olsa ekonomide cennet havası estiren 2000lerdeki- ‘merkez sermaye (Üst Akıl) vesayeti’ sonrası Türkiye’de şimdi -işler sarpa sardığına göre- bir inisiyatif boşluğu yaşanmasının nedeni -iktidardaki karar vericilerin (hep olageldiği gibi) politik ekonomik meselelere akıl erdirememesiyle birlikte onları iktidarda tutan- mezhepçi Sünni erkeklerin çocukça edilgenliğindendir.
Yoksa -patronluk sistemi olan demokraside patron olan seçmenin (doğrudan yönetim yöntemleriyle) vekillerine iş yaptırması esas olduğuna göre- camiye cumaya giden hacı hoca derintisi bir cuma çıkışı bir küçük bir gösteri yaparak hükümete o saniye istediğini -hem de ölüm korkusuyla- yaptırır.
Vahşi olan kanunsuzluktur.
Enflasyon doğrudan doğruya -gerçek- ekonominin işleyişindeki kanunsuzlukla ilgilidir.
Çevre ülkelere göre -o da kendi içinde- kısmen daha az vahşi (nispeten hukuksal) olmayı başaran Batı bireyci hukuk demokrasi medeniyetindeki liberal ekonomik işleyişte iki tür spekülatörlük -yüzlerce yıl boyunca bütün kötü deneyimlerin vahşeti tüm şiddetiyle tekrar tekrar yaşandıktan sonra- en sonu 68 Hareketi sonrası -tümüyle kökü kazınamasa da- kural olmaktan çıkmış ancak istisna olarak işleyebilmektedir.
Bunlar 1) Fiyat (ücret) spekülatörlüğü ve 2) Vergi spekülatörlüğüdür.
Enflasyon işte bu iki spekülatörlüğün öbür adıdır.
[Para spekülatörlüğü (yani -kafa karıştırıcı birçok ismi olmakla birlikte- piyasalar denilen para mafyacılığının yeraltı dünyası ya da -tam adıyla- gerçek olmayan ekonomi) bütün dünya gibi tabii ki en çok Batının püsküllü belasıdır, ancak enflasyona etkisi kriz periyotlarına bağlı olarak dönemsel ve dolaylı işlediği için konu dışı tutulmuştur.]
Gerçek ekonominin tek motivasyonu alımgücüdür.
Ham işgücünün karşılığı ücret, işlenmiş işgücü metaın karşılığı fiyattır ve alımgücü her ikisinin birbirine geçişmesiyle sıfırlanması gereken sarmal bir eylemliliktir – kesinlikle bir sayı değildir, her şey gibi alımgücü de bir süreçtir.
Ha ham işgücünün ücreti -kanunsuzca- eksiltilmiş ha işlenmiş işgücünün (metaın) fiyatı -kanunsuzca- arttırılmış, hepsi aynı kapıya çıkar – alımgücünü zayıflatır.
Alımgücünün zayıflaması demek -devrinin düşmesi sonucu motorun işlevini o oranda kaybetmesi gibi- üretim süreci ile tüketim süreci geçişmesinin (yani -gerçek- piyasanın) -kalite kaybıyla beraber- yavaşlaması sonucunda toplumsal hayatın arızaya düşmesi demektir.
Batı bireyci hukuk liberal ekonomi sistemi esas gücünü esasen kendi pazarından aldığına göre çevre ülkelerdeki kendi pazarının alımgücünü gasp ederken diğer yandan kendi pazarını tefecilikle -hesapsızca- borçlandırarak mal satmaya çalışma anlayışı gelmiş geçmiş en soysuz handikaptır.
Batı bireyci hukuk liberal ekonomi sistemini -en azından- yakalayabilmek için alımgücünü artırmaya ve üretim kalitesini yükseltmeye çalışarak kendi pazarını geliştirmek mutlak öncelik olmalıyken başka diyarlarda pazar aramayı yegâne iş edinerek (küflü peynir, kırık yumurta vb. gibi satılamayan bozuk ve sağlıksız ürünleri evindekilere yedirip çocuk çocuğunu kalitesiz hayata mahkûm eden düşkün bakkalcının yaptığına benzer şekilde) zenginleşebilmek için halkını -geçim sıkıntısı içinde- kalitesiz hayata mahkûm etmek gelmiş gelmiş en soysuz ekonomik kalkınma stratejisidir – yerlisi yabancısıyla aç soysuzlara şenliktir.
Kanunsuzluk esarettir.
İş yükü aynı kalırken fiyat (ücret) spekülatörlüğü ve vergi spekülatörlüğü alımgücünü kemirir de kemirir.
Vasıfsız iş (asgari ücret) alımgücünün -örneğin- Almanya’da Türkiye’den 7 kat fazla olmasının nedeni, Almanya toplumunun ekonomik işleyişte söz konusu fiyat (ücret) spekülatörlüğü ve vergi spekülatörlüğünü -hukuk işletilerek- makul bir seviyede baskı altında tutmasındandır.
Bunun dışındaki bütün o şatafatlı tablolar, grafikler, terimler, kavramlar, kısaltmalar, veriler, formüller vs. vb. ayaküstü uydurmasyon kumkumasının bütün o kategorik çeşitlemeleri -istatistik, muhasebe, planlama, matematik, sosyoloji, psikoloji, kahinlik, sihirbazlık, madrabazlık, şaklabanlık, farfaralık, al takke ver külah vs. vb. bulamacından oluşan- spekülatörlük mitolojisinin -dikkat dağıtıp aklı şaşırtan- yapıntılarıdır.
Mitoloji (putperestlik) -basitçe- uydurmayı gerçek diye dayatmak ve yaşatmaktır.
Spekülatörlük uydurma değildir, uydurma olan -bütün zamanlarda sadece Kuran’da tam isabetle vurgulandığı gibi- gerçekte gasp suçuyken spekülatörlüğün (ribanın) ekonomi diye dayatılması ve ekonomi kisvesi altında işletilmesidir.
[Geçmişte mitolojilerin kurbanlarına yaptıkları kendi zamanında normal karşılanırken -henüz çok eksikleri olduğu halde- günümüz hukuk anlayışına göre bile çok korkunç canavarca suçlardır.]
Fiyat (ücret) spekülatörlüğü ve (rüşvet, torpil, dolaylı vergi, vergi kaçırma, vergi affı vb. gibi piyasa ve devletçe -veya her ikisinin elbirliğiyle- yapılan bütün yolsuzlukları da içeren) vergi spekülatörlüğü baskı altına alınamadığı sürece enflasyon asla yönetilemez; tam tersine -şimdi olduğu gibi- enflasyonun baskısı altında borç bulabilmek için para mafyasına kendini daha çok sömürterek ve sonra o -manyak faizlerle şiştikçe canavarlaşan- borçları ödeyebilmek için -şeytanın bile akıl erdirmekte zorlanacağı- envaiçeşit spekülatörlük numaraları ve kemer sıkma politikalarıyla tekrar tekrar toplumsal alımgücünü kemirip toplumu fosseptikte süründürerek (ve sonu gelmez bir dangalaklık sarmalında borç dilenirken kuyruğuna teneke bağlanmış kediden faksız devleti ve toplumu hırpalayarak) yıllar yılı ülke sadece sefilleri oynar. Deneyimle sabittir.
Her sorunun bir teşhisi ve bir tedavisi vardır, gerisine kocakarı ilacı denir.
Ortada bir gizem ya da çözümü zor karmaşık bir problem falan yok; Batı bireyci hukuk demokrasi medeniyeti -yaklaşık da olsa- kural işletebiliyor ve çevre ülkeler tam tersi.
Yakın tarihten bir sahne:
Bu sahnedeki o ‘başka biri’ Kemal Derviş.
Tecavüzcü ise içlerinden biri erkek erkeğe rutin bir geyik muhabbetinde “bu milletin amına koyacağız” diye [ne kastettiğinin hiçbir önemi olmaksızın ta çocukluktan başlayıp batılısı doğulusu zengini fakiri kadını erkeğiyle bütün bir insanlığın kültürünü sistematik bir biçimde soysuzlaştıran sınıflı topluma özgü tek kutuplu erkekçi sapkınlığın -yani, maçları birer meydan muharebesi oyunu ve bizatihi kendisi de kabileler savaşının (sınıflı toplumun) oyunlaştırılmış hali olan futbolda çokça kullanılan koymak, geçirmek, çakmak gibi çokça cinsel olmamakla birlikte homofobinin esas kaynağı olan her fırsatta ve her biçimde erkeklerin birbirlerine tecavüz etmesinden kaynaklı etkini edilginiyle erkekçe ibneliğin- dile yansıyanlar içinde yukarıdaki tam da orijinal cümlesine binaen] zaten tecavüzcülüğün bayrağını dikmişti.
Tecavüze uğrayan tuhaf şey de cümle içinde zaten.
Mesele budur ve -her ne kadar aklın yoluna ve yukarıdaki aforizmaya bir çelişki gibi görünse de- çözümün iki yolu vardır:
Birincisi -eski adıyla mandacılık olan- Üst Akıl Vesayetine girmek. Her şeyinle kendini merkez sermayeye teslim etmek, onun ahırına kendini bağlatmaktır.
Zaten merkez sermaye azgınının da -yarım asırlık- Fetö operasyonuyla yapmak istediği -başıboş gariban bir sığır olan- Türkiye’yi Batı ağılına kapatıp böylece kurda kuşa Rus’a Çin’e yem olmasını engellemek ve tabii ki güzel güzel sağarken aynı zamanda (mülteci çöplüğü falan gibi) pis işlerinde kullanmaktı.
Gir kardeşim Üst Akıl azgınının ahırına; çünkü başıboş bir sığır olarak kendine bakamıyor, iki yakanı bir araya getiremiyorsun.
Yüzyıllardır zart zurt ederek parça parça eksilirken aç sefil zırlayıp duruyorsun.
Merkez sermaye -mandıracının mandasına baktığı gibi- sağabilmek için senin kendini beslediğinden daha iyi besleyecektir seni -2000lerdeki gibi- inan.
Sezar’ın önüne yatarak Galya kralı nasıl teslim olduysa git merkez sermayeye -etin, kemiğin neyin var neyin yok her şeyinle- boylu boyunca teslim ol. O seni sömürebilmek için iyi kötü sana bakacaktır, çünkü sen kendine bakamıyorsun.
Ya da ‘yok öyle yağma kardaş, sonuna kadar bağımsızlık’ diyorsan, o zaman asıl ve asil seçenek:
Kural işleteceksin.
Evde ebeveynler çocuklara kanunsuz davrandılar vurdular, sokakta abiler küçüklere kanunsuz davrandılar vurdular, okulda öğretmenler öğrencilere kanunsuz davrandılar vurdular, karakolda polisler zanlılara kanunsuz davrandılar vurdular, askerde komutanlar Mehmetçiklere kanunsuz davrandılar vurdular… vs. vb. say say bitmez mafyacılık bu memlekette her köşe bucağı tuttu…
O yüzden Küçük Asya milletti için açıkça kanunsuz davranmak (kurala uymamak) güçlü olmanın yegâne tanımına ve göstergesine dönüştü.
Gerçek gücün tek ve mutlak ölçütü sadece nezaket olmalıyken bu memlekette güç -hesap sorulamayan- kanunsuzluğun büyüklüğüne göre sınıflandırıldı.
Suç manyakları tanrılaştırıldı.
Bu süreç tabii ki toplumu soysuzluğun dibine sürükledi; suça, suçluya ve kan davacı anlayışa tapan hantal bir yığına dönüştürdü.
Umarak beklemek sürünmenin öbür adıdır.
Kurtuluş için ulu önder beklentisi içinde olan kesinlikle bilsin ki hayatı çizgi roman kafasında yaşayan -ergen karakterli- bir putperesttir.
Ne koca koca ulu önderler gelip geçti ama çevre ülkeler hâlâ sefilleri oynuyor.
Demek ki sürü yaşamından çıkabilmek hiç de öyle ulu önderlerin tek başına yetebileceği bir iş değil – Hasta reçeteye uymadıktan sonra doktorun hastalığa ne hükmü olur?
Hiç öyle büyük büyük doğramaya gerek yok.
Çevre ülkelerin gereksinim duyduğu liderlik, zaman sathında kesintisiz ve mekân sathında sınırsız -sıradan- kamuoyu liderliğidir; çünkü işin esası -bir takım kurtuluş reçeteleri icat etmeden önce- eldeki sıradan adalet kurallarını işletmeyi başaracak olan -her ev, her sokak, her okul, her işyeri, her karakol, her kışla, her devlet dairesi, her mahkeme vs. vb. devlet memuru olsun olmasın- bütün zaman ve mekân sathına yayılmış kamuoyunun sıradan liderliğidir.
Bütün saflığınla kurala uyacaksın ve bütün inatçılığınla kurala uymaya zorlayacaksın.
[Örneğin Hakan Atilla kurala uymuş ve kuruş yememiş -helal olsun- ama yetmez, aynı zamanda -ast üst bakmaksızın- herkesi kurala uymaya -kural işleterek- zorlamalıydı. O zaman -hayat kalitesi üreten- gerçek liderliğin etkin bir iradesine dönüşürdü. Bu, her yaş ve her cins için tartışmaya kapalı mutlak bir görevdir, çünkü bu mezbelelikten çıkışın başka bir istikameti yoktur. Bunu fantastik bulan varsa bilsin ki o -küresel mafya tarafından beyni uyuşturulduğu için- iki kural işletmekten aciz bozuk bir maymundur. Bundan böyle hemen hemen her şey iyi kötü kayıt altına alındığına göre gelecekte kendi genetik nesillerinin utanç kaynağı olacaktır.]
Başka yok, Allah değilsen o zaman kural işleteceksin.
Ya kural işleteceksin ya da -boşluğa yer olmayan bilindik evrende- senin dolduramadığın irade boşluğunu dolduran birileri seni kullanarak senden -ve senden olandan- faydalanmak için seni sömürme kurallarını -hem de medeniyet diye yutturup- sana işletecek – Daha doğrusu olan bu zaten.
Mafyanın eline düşen hovarda büfeci gibi -elin mahkûm- ömrünü mafyaya çalışarak tüketirsin ve bir düşkün olarak öylece nedametle göçüp gidersin.
Kural işletmenin kıymeti bilinemedikten sonra -mucize hükmünde olsa bile- hiçbir kuralın hiçbir kıymetiharbiyesi olamaz.
Esaretten kurtulmak için bu topraklarda -Atatürk de dahil- gelmiş geçmiş hiç kimsenin yapamadığını başarıp kural işleten ilk nesil olmak zorundasın.
Karakterini (psikolojini) büyütmek (geliştirmek) zorundasın.
Batı toplumlarının -kendi başına kendiliğinden mücadelesiyle kısmen de olsa- ulaştığı kural işletebilme yeteneğini sen -yöntemsel bir istikrar ve peygamberce bir ısrarla- iradeni son kırıntısına kadar sahaya sürerek başarmak zorundasın.
İki seçenek var:
Ya kendin kural işleteceksin ya da bırak kendini savaş ve para mafyasına, senin kuralını onlar işletsin.
İkinciyi kabul edebilecek kadar alçalmayı kabullenebiliyor musun?
Senden hiçbir farkı olmayan Batının iki ayaklı memelisi kural işletebiliyorken -o kıytırık kuralları işletmenin- sana ütopya olmasını hazmedebiliyor musun?
Ulu önder -büyük kurtarıcı- beklemek (kendi aklını inkâr edip tanrıymışçasına bir kişiden her şeyi ummak) ahmakça bir beleşçilik ve yavşakça bir tembelliktir.
Atla deve değil, altı üstü kural işleteceksin… zararlı alışkanlıkları bırakıp önleyici koruyucu tıbbın hükmüne uymak gibi… kanını temizleyip uyuşturucu sersemliğinden arınmak gibi…
Bir kafaya takılmaya görsün -eksik olan ne ki- bu topraklarda Batıdan bile daha iyi kurallar neden işletilemesin?
Ve o takdirde o eziği olduğun -sözüm ona- görkemli Batı en fazla iki senede aynen senin eziğine dönüşür.
İlk domino taşını devirmek gibi aynı, her şey bir kural işletmeye bakar.
Muzmin Bezgin
Kaleminize sağlık Yılmaz Karaman.Çayı alıp,bölüm bölüm sindire sindire okunası bir yazı daha.Emek ve paylaşım için de ayrıca teşekkürler.
Yılmaz karaman
İçten yorumunuz için çok sağ olun.
Bir de tabii sosyal paraanaliz ve kurucusu Atilla Yeşilada’ya teşekkür etmek gerek. Türkiye’nin tek özgür internet platformu.