Günümüzde para olarak isimlendirilen meta, şimdiki anlamına erişmeden önceki binlerce yıllık evrimi boyunca bir çok farklı şekle bürünmüştür. Bazıları günümüze ulaşabilmiş bazıları ise ulaşamamıştır. Bu yazıda paranın evriminden ve günümüzde işlem gören kripto paralar, devletlerin para birimleri, merkez bankaları ve emtia piyasalarından yüzeysel olarak bahsedeceğim.
Hepimiz sıradan bir pazartesi sabahı işe gitmek için telefonumuzda çalan alarm ile uyanıyoruz. Kahvaltımızı yapıyoruz ve yola koyuluyoruz. Arabamızla ya da toplu ulaşım aracı ile işyerimize ulaştıktan sonra bir çarka dahil olup çalışmaya başlıyoruz. İçinde bulunduğumuz tüm bu süreçler birbirine ekonomi ile bağlanmış durumdadır. Telefonumuz, kahvaltılıklarımız, şahsi aracımız veya toplu ulaşım hizmetleri gibi ihtiyacımız olan her şeye, üretiminde bulunmadan ya da satın aldığımız kişiyi tanımamıza gerek kalmadan sadece para denilen meta ile sahip olabiliyor veya bunlardan faydalanabiliyoruz. Para denilen metayı kazanabilmek için de ürettiğimiz hizmetin ya da ürünün paraya çevrilmesine kadar geçen sürecin tamamında bulunmamıza gerek kalmadan sadece herhangi bir aşamasında bulunmamız yeterli olabiliyor. Çünkü yaşamımızdaki insanlık için değeri olan her hizmetin ya da ürünün değerini ve üretim safhalarındaki her bir işlemin maliyetini, para denilen meta ile sayısal bir büyüklük olarak ifade edebiliyoruz. Sonuç olarak küresel bir ekonomik çark içerisinde küçük bir dişli rolümüzle aslında neyi ürettiğimizi bilmeden, ekonomi ya da ekonominin neresinde olduğumuz hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan bile para denilen metayı kazanarak ve harcayarak bir çok şeye sahip olabiliyoruz.
Uzun yıllar önce herşey biraz daha farklı işliyordu. Para denilen meta ortada yok iken sadece takas yöntemi vardı. Avcılık toplayıcılık yaşamımızdan, tarım yaşamına kadar uzunca bir süre takas yöntemi geçerliliğini korumuştur. İlk madeni parayı bastıran medeniyet çoğu kişinin bildiği gibi lidyalılardır. Lidyalılardan önce de paraya benzer araçlar kullanılmıştır ancak günümüzdeki paranın kullanım amacına uygun olan ilk para lidyalıların bastıkları sikkelerdir.
Lidyalıların varlığından öncelerde dünyada “Eski Mısır” gibi büyük uygarlıklar yaşamıştı ve bu uygarlıkların ekonomileri de uygarlıkları gibi büyüktü. O zamanın ekonomilerinde ileri takas yöntemleri kullanılıyordu. Eski Mısır’da var olan ekonomiyi aşağıdaki vikipediadan aldığım paragrafta kısaca inceleyebilirsiniz.
“Ekonomi büyük ölçüde merkezi olarak düzenlenmişdi ve işleyişi sıkı bir biçimde denetlenmekteydi. Antik Mısır’da Son Dönem’e kadar madeni para kullanılmadı. Ancak mal değişimlerinde bir tür takas sistemi kullanirdılar. Takas sisteminde standart hacimde tahıl ve bir “deben” ağırlığında altın ya da gümüşü ortak bir payda oluşturacak şekilde kullandılar. Antik Mısır’da kullanılan bir ağırlık birimi olan “deben” kabaca 91 gr. ağırlıktı. İşçilere tahılla ödeme yapılırdı. Bir ustabaşı ayda 250 kg. tahıl kazanırken sıradan bir işçinin aylık kazancı 200 kg. kadar olurdu. Fiyatlar ülke genelinde narhla sabitlenmişti ve ticareti kolaylaştırmak üzere listeler halinde belirlenmişti. Örneğin bir gömlek beş gümüş deben, bir sığır fiyatı ise 140 debendi. Tahıl diğer mallarla, belirlenmiş olan listelere göre işlem görebilir, değiş tokuş edilebilirdi. Madeni para Mısır’a ilk kez MS. 5. yüzyılda dışarıdan getirildi. İlk sikkeler gerçek para yerine standart hale getirilmiş değerli maden parçaları olarak kullanıldı. Daha sonraki yüzyıllarda uluslararası ticaret gerçek sikkelerle geldi.”
Yukarıdaki paragrafta anlatılan Eski Mısır’daki gelişmiş takas yönteminde görüldüğü gibi takasa konu olan ürünler(arpa, buğday gibi tahıllar), bozulmaya ve değişime mümkün olduğunca uğramayan yükte hafif pahada ağır olan altın ve gümüş gibi değerli metallere endekslenmiştir. İşte bu noktada aklınıza tam olarak şu soru gelebilir; “Ama burada altını ve gümüşü para olarak kullanmamışlar mı?”. Burada kullanılan altın ve gümüş, para olarak kullanılmamıştır. Burada ürünlerin fiziksel miktarının değerli olması gibi altının ve gümüşün de fiziksel miktarları gerçekten değerlidir. Parayı ele aldığımızda ise fiziksel miktarının değeri(Günümüzdeki bir örnek: 200TL banknot 1.1gr kağıttan yapılmaktadır.) önemsenmeyecek kadar azdır. Paranın asıl değeri birimi ve sayısal değerinin karşılığında alınabilecek olan hizmetler ve ürünlerin fiziksel değerleridir. Para, belli bir birime ait sayısal bir büyüklüğü ifade eden belgedir.
Lidyalıların parayı bulduğu tarihten itibaren paralar fiziksel değeri göz ardı edilemeyecek kadar fazlaydı. Çünkü basılan paralar altın ve gümüşten yapılıyordu. Hatta Bazı yerlerde neredeyse saf altından para basımı da yapılmıştır. Ancak günümüze kadar evrimleşmeye devam eden para artık tam anlamı ile bir belge haline gelmiştir.
Yukarıda bahsedilen takasa konu olan herşey emtia piyasasıdır. “Emtia” arapça kökenli bir kelime olup, kelime anlamı: “satılacak şeyler, mallar” anlamına gelmektedir. Altın ve gümüş de emtia olarak ele alınırlar.
Buraya kadar Emtia ve Para arasındaki temel farkı anladığımızı düşünüyorum ve bu noktada altın üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Altının keşfi MÖ : 5000 li yıllara dayanmaktadır. Az bulunan parlak ve kimyasal tepkimeye girmeyen bir yapısı olduğu için, ayrıca kolay işlenebildiği için İlk olarak değerli takı yapımında kullanılmıştır. Zaman içerisinde değerlenerek takas edilebilen bir mal olarak emtia piyasasına dahil olmuştur. Yine az bulunması ve uzun süre bozulmadan korunabilen yapısından ötürü de diğer emtia varlıklarının değişik oranlarda endekslendiği bir emtia konumuna gelmiştir. Altın dünyanın her tarafında standart bir madde olduğu için dünya ticaretinde çoğunlukla altın kullanılmıştır.
Yüz yıllar boyunca paranın keşfinden sonra bile altın, kimyasal ve fiziksel özellikleri gereği değer saklayan güvenilir bir liman olarak görülmüştür. Savaşlarda, kıtlık ve kriz zamanlarında daima altına sığınılmıştır. O çağlarda Altın her ticaretin standart takas emtiası haline gelmişti ve altının arzına kıyasla altına olan talep o kadar yükselmişti ki altın ne kadar çok olursa olsun değerini kaybetmiyordu. Bu da daha fazla altın ele geçirme hırsının tetikleyicisi olmuştur.
Altın değer saklayan bir metal ise ülkeler tüm güçlerini kullanarak altın üretip diğer ülkelerden daha zengin hale gelmeye çalışmış mıdır?
İlk bilinen altın üretimi Eski Mısır’da nil nehri yataklarında biriken altın parçalarının toplanması ile yapılmaktaydı. Standart bir üretimi yoktu ve daha sonraları da maden yataklarından üretilmesi de üretilen altının değerinden daha fazla maliyetliydi. Ortaçağın bitimine kadar(MS 1400’lü yıllar) sadece Roma İmparatorluğu dünya altın üretiminin yaklaşık olarak üçte ikisini karşılamıştır. Bu döneme kadar dünyada üretilen toplam altın miktarı bir kenarı 10.4m olan altından yapılmış bir küpe denk geliyordu. O dönemlerde altın arzının ne kadar az olduğunu buradan yola çıkarak anlayabilirsiniz.
Günümüzde bir altın madeninin altın madeni sayılabilmesi için 1 ton kaya içerisinde 0,2 gram altın bulunması yeterlidir ve bu madendeki altının üretim maliyeti de piyasa değerine çok yakındır. Haziran 2013 de bir ons (31,1 gram) altının üretim maliyeti ortalama 1100-1250 $/ons aralığında bulunuyordu. Bu dönemde piyasa değeri ise ortalama 1627 $/ons civarında bulunuyordu. Günümüze yakın altının piyasa değeri 1100 $/ons civarına kadar gerilemiştir. İlkel zamanlardaki altın üretimi sırasında maliyetin boyutunu düşünürseniz altının o zamanlar ne kadar değerli olduğunu da anlayabilirsiniz.
Orta çağın ilerleyen dönemlerinde altının dünya çapındaki tüm ticaret ağlarında daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Oluşan yüksek talep sebebi ile de ülkeler, altın üretiminin zorluğu da göz önüne alındığında, diğer ülkelerden askeri yağma yolu ile altın ele geçirmenin çok daha avantajlı olduğunu görmüşlerdir.
En trajik yağma, M.S 16. YY’da İspanya kralı Ferdinand’ın, kaşifleri ülkeye getirmek üzere altın madeni keşfetmeleri için yola çıkarması ile başlamıştır. Bu yolculuk amerikanın keşfi ile sonuçlanan bir altın arama hikayesine dönmüştür. Bu keşfin sonucundaki altın yağması, Inka, Maya ve Azteklerin sonunu getirmiştir. 150 yıl içerisinde Amerika kıtasında yaşayan yaklaşık 50 milyon yerliden geriye yaklaşık 200 bin yerli kalmıştır.
Ortaçağın sona ermesi ve yeni çağın başları sırasında Avrupa’ya dünyanın dört bir yanından o kadar çok altın getirilmişti ki Avrupa ekonomisi dünyanın merkez ekonomisine dönüşmeye başlamıştı. Büyüyen ekonominin yönetilebilmesi için ekonomi konusu üzerinde daha fazla kafa yorulurken, ekonominin sömürge merkezli olmasından dolayı da sömürgecilik konusu da ekonomik bir kavram olarak yasalara ve kitaplara geçmişti. Sömürge ile ilgili değişik kanunlar ve yöntemler üretildi. Bu devirde benimsenen ekonomik sistem Merkantalizm’dir. Bu dönemde geniş organizasyonlu banka sistemleri ortaya çıkmıştır. Bu bankalardan ilki Venedik’te kurulan ve adı Banco di Riatto olan bankaydı. İlk kağıt paralar da İngiltere’de sarrafların belirli bir miktar altın karşılığında verdikleri senetler olarak ortaya çıkmıştır. Zaman içinde de böylelikle madeni paraların yerini banknotlar almaya başladı ve madeni paralar da gümüş, nikel ve bakır gibi daha değersiz madenlerden yapılmaya başlandı. Çek ve banka hesaplarıyla ödeme usulleri ilk defa Hollanda ve İngiltere’de kullanıldı. İlk uluslararası borsa Belçika’da 1531 yılında kurulan ve adı Anvers olan borsaydı. Buna ek olarak Londra borsası 1566, Paris borsası da 1724 yıllarında kurulmuştur.
Görüldüğü gibi dünyanın bir yerinde yıkıma sebep olan bir gelişme diğer tarafında gelişmiş organizasyonların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Büyüyen ticaret ağlarında altın dolaşımının maliyetinin yükselmesi ile altın karşılığında verilen belgelerin(Bu belgeler banknotların atası kabul edilebilir) yani kağıt paraların dolaşımı da bu dönemde başlatılmıştır. Artık para kaybeden bir kişi aslında sahip olduğu ekonomik fırsatını kaybetmiş sayılıyordu. Kaybedilen paranın karşılığı ise hala kasalarda altın olarak saklanmaktaydı. Böylelikle ekonomik bir kayıp yaşanmıyordu. Paranın sarraflarda başlayan bu evrimi ileride merkez bankalarının para yaratma yöntemine dönüşecektir.
MS 18. YY başlarında(1700’lü yıllar) artık ekonomi bir bilim olarak incelenmeye başlanmıştır. Ekonomi biliminin ilk bilimsel kitabı olarak kabul edilen “The Wealth of Nations” yani “Ulusların Zenginliği” kitabı “Adam Smith” tarafından yazılarak 9 Mart 1776 yılında yayınlanmıştır. 1723 doğumlu olarak kabul edilen “Adam Smith” Ahlak Felsefesi profesörüdür. Kitapta geçen konular “Tam Rekabet”, “Sermaye”, “Görünmez El”, “İş gücü”, “Ücret”, “İş Gücünün Dağılımı(organizasyon)” ve “Para” olarak geçmektedir. Kitapta geçen “Tam Rekabet” konusunun ortaya çıkış temeli büyük ölçüde Adam Smith’in Ahlak Felsefesi profesörü olmasına bağlanabilir. Adam Smith’in Özgürlük, hukuk ve ifade özgürlüğü konularına özel bir ilgisi vardır. (Vaktim olursa Otorite-Özgürlük-Madunluk üçlüsü ve Ekonomi alanlarındaki fikirlerimi de kapsamlı olarak yazıya dökeceğim.)
Avrupanın altına dayalı serveti zaman içerisinde aşırı lüks ve yoğun tüketime bağlı olarak diğer devletlere dağılmaya başlamıştı. Dünyada dengelenen altın dağılımı, artan nüfus ve kıtlık nedeni ile altın talebi dünyada ilk defa azalmaya ve insanların tercih önceliği üretim mallarına kaymaya başlamıştı. Aynı zamanda piyasadaki altınlar ekonomik riskler nedeni ile devlet kasalarına girmeye başlamış ve karşılığında basılan banknotlar dolaşıma bırakılmıştı. Emtia piyasasında altının değeri, altına olan talebin azalması sebebiyle azalmaya başladığında altın karşılığı basılan banknot değeri de aynı oranda değer kaybı yaşamaya başlamıştı. Üretimin tüketime kıyasla hızla azalmaya başladığı bu dönemde altın rezervleri yüzünden soykırıma uğramış bir kızılderili ata sözünde de adı geçmiş olan beyaz adam, paranın gerçekten yenmeyen birşey olduğunu sonunda anlamıştı.
Paragrafta geçen Kızıl Derili Atasözü; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Artık devletler, Ulusların Zenginliği kitabında da geçen iş gücünün önemine daha çok dikkat etmeye başlamışlardı. Lüks ve zenginliğin ortaya çıkardığı artan üst sınıf nüfusu nedeni ile avrupada iş gücünün azalmasına bağlı olarak üretim de azalmıştır. O zamanda eksik üretim için ihtiyaç duyulan gerekli iş gücü mümkün olduğunca sömürgelerden karşılanmıştır. İş gücünün artması yani birim zamanda üretilen ürün miktarının artması ile piyasada dolanan banknotların alım gücünü artırmıştır. Kölelik en ucuz iş gücünü sağladığı için zamanla kölelik yaygınlaşmış ve meşru hale getirilmiştir. Bu dönemde altın kaynakları ve arazileri için yağmalanan ve yerli halkı yok edilen Amerika kıtası, artık çiftçilik için parsellenmeye başlanmıştır. İhtiyaç duyulan iş gücü ise çoğunlukla Afrika kıtasından avlanan kölelerle sağlanmıştır. 1768’de Afrika’dan Amerika’ya; İngilizler 60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 olmak üzere köle taşımacılığı yapmışlardır. Toplam olarak 1768 yılında 97.500 adet köle Afrika’dan Amerika kıtasına taşınmıştır. MS 18. YY boyunca bu göç devam etmiştir. Bu dönemde bazı kaynaklara göre yaklaşık 12 milyon köle, Afrika kıtasından Amerika ve Asya kıtasına taşınmıştır. Tabi ki avcılık sırasında ve taşınma koşulları nedeni ile ölen insanları da hesaba kattığınızda Afrika kıtasından eksilen sayıyı bulmak için 12 milyonu rahatlıkla ikiye katlayabilirsiniz.
Saint-Pierre’li Bernardin, Voyagea L’lle-de-France’da (ile-de-France’a Yolculuk), şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Avrupalıların mutluluğu için şekerin ve kahvenin gerekli olup olmadığını bilmiyorum. Fakat bu iki ürünün dünyanın iki kıtasında mutsuzluğa yol açtıgını biliyorum. Amerika, ekin yetiştirecek topraklar elde etmek için boşaltıldı; şimdi de bu topraklarla uğrasacak insanları sağlamak için Afrika boşaltılıyor”.
Altın ve sömürgecilik nedeni ile Amerika kıtası nüfusunu yok eden Avrupa nüfusu, bu dönemde de kölecilik nedeni ile Afrika kıtası nüfusunu yok etmeye başlamıştır. Afrika kıtasındaki sağlıklı üretken nüfus azaldığı için Afrika halkı, yerel dilinde, kültürel alanda ve diğer bir çok alanda geride kalarak fakirleşmiştir.
Afrikada nüfus hızla azalırken, ekonomik olarak hızla zenginleşen Avrupa kıtasında nüfus hızlı bir biçimde artmaya devam ediyordu. Halkın arasındaki zenginleşen kesimler aynı zamanda çocuklarına daha iyi eğitim imkanı da sağlıyorlardı. Oluşan bu eğitimli ve zengin halk sınıfına burjuvazi sınıfı denilmekteydi. Burjuvazi sınıfının nüfusu ve gücü hızla büyümeye devam ediyordu. Burjuvazi sınıfı hızla büyürken krallık ve soyluların halk üzerindeki otoritesi de sarsılmaya başlamıştı. Devletin sahibi(Mutlak Otorite) olarak kabul gören krallıklar ve soylular(aristokrasi kesimi), devlet yönetimi ve dış savaşlara destek için yaptıkları harcamalar nedeniyle burjuvaziye oranla fakirleşiyorlardı. Bu da halktan alınan vergilerin artmasına yol açıyordu. Bu değişimin tetiklediği yönetimsel devrimlerden ilki sömürgeler ve köleler sayesinde en hızlı büyüyen Avrupa ülkesi İngiltere’de 1648 yılında başlayan İngiliz Devrimi’dir. Ancak ekonomik, kültürel ve siyasi olarak çağ değiştiren en etkili değişim 1789 yılında Fransa’da başlayan Fransız Devrimi’dir.
İngilterede başlayan zenginleşmenin tetiklediği özgürlükçü düşünce devrimi, serbest piyasanın gelişimini sağlamış ve böylelikle Sanayi Devrimini de tetiklemiştir. İlk fabrika benzeri oluşumlar İngiltere’de ev atolyelerinde çalışan insanların büyük makinelerin sığabileceği yerlerde ortak çalışma yapması ile başlamıştır. Bu dönemde bilimsel yöntem ve rasyonel düşünme ilkelerinin gelişmesi bilimleri ve standartları ortaya çıkarmış ve teknolojik gelişmeleri hızlandırarak Sanayi Devrimi’nin ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Yakın Çağı başlatan Fransız Devrimi aracılığıyla da dünyada sanayi toplumuna uygun siyasal bir yapılanmanın temelleri atılmış ve Sanayi Devrimi’nin en etkin dönemine girilmiştir.
Fransız Devrimi’nden sonra ülke içindeki gümrükler kaldırılarak serbest ticaret yaygınlaşmaya başlamıştır. 1763’de James Watt, İskoçya’da buharla çalışan makineyi bulmuştur. Fransız Devrimi sıralarında geliştirilen bu makinenin gelişmiş biçimi, makine çağının gerçek başlangıç noktasını oluşturmuştur.
Sanayi devrimi, en temelinde sömürge ve kölelerin zenginleştirdiği Avrupa’da artan nüfus ile birlikte ortaya çıkan kıtlığın, paraya ve altına değerini kazandıran asıl şeyin üretim yani iş gücü olduğunu hatırlatması ile ortaya çıkmıştır. İş gücünü daha verimli kullanmak için kadın ve çocukların da çalışabilmesini sağlayabilecek, güç ve vasıf gerektirmeyen makineler üretilmeye başlanmıştır. Bu makineler üretimin hızla yükselmesini sağlamış ve dünya artık yeni bir çağa başlamıştır.
İlk buharlı makinelerin buhar kapaklarının, pistonların hareketine göre açılıp kapatılması gerekiyordu. Hiçbir vasıf gerektirmeyen bu görev de çocuklara verilmekteydi. Kendi kendine çalışabilen makineyi de Humphrey Potter adında bir çocuk icat etmişti. Makinenin buhar kapaklarını açıp kapama görevi verilen bu çocuk işçi, rutin işten sıkılmış ve oyun oynama isteğine yenik düşmüştü. Çevreden bulduğu sicim ile buhar kapaklarını makinenin pistonlarına bağlayarak sistemin otomatik çalışmasını sağlamıştır. Bu keşif daha sonra mühendis Henry Beighton tarafından geliştirilerek kendi kendine çalışabilen buhar makineleri üretime sunulmuştur.
Artık buhar makineleri de başlı başına bir iş gücüne dönüşmüştür ve üretim için kullandığı ısı enerjisinden başka hiçbirşey tüketmemektedir. Eskiden insan gücü ile sınırlanan iş gücü makinalar tarafından desteklenince aşırı üretim söz konusu olmaya başlamıştır. Üretimi tüketecek olan nüfusu bariyerleyen tek şey savaşlar ve hastalıklardır. Rahatlayan nüfus hızla tırmanışa geçmiştir. İlk defa işsizlik söz konusu olmuştur. Halk arasındaki zenginler daha zenginleşmiş, fakirler daha da fakirleşmiştir. Bu dönemde “Proletarya” kesimi ortaya çıkmıştır. Proletarya özlük anlamı “Oğlundan başka hiçbir varlığı olmayan kesim” anlamına gelmektedir. Proletarya sınıfına mensup kişilere de “Proleter” denmektedir. Başta rencide edici bir anlam yüklenmiş olan bu terimler daha sonra Karl Marks tarafından, “üretim araçlarına sahip olmayan” sınıfı yani işçi sınıfını tanımlamak için kullanılan sosyolojik bir kelimeye dönüşmüştür.
Yeni oluşan dünyada halkın arasından yükselerek Protelarya kesiminin patronları haline gelen Burjuva kesimi siyasi olarak da söz sahibi olmuştu. Çünkü parlamenter sistemde halk kendi temsilcilerini seçmekteydi ve halkın içinde söz sahibi kesim Burjuva kesimiydi. Değişen dünyada emekleme aşamasındaki Kapitalizm(Capital sermaye anlamına gelmektedir.) sistemde meydana gelen sorunlarla henüz başa çıkamıyordu. İşsiz kesim yükseldikçe kentlerde nüfusun yığıldığı bölgelerde gecekondulaşma, hastalık, hırsızlık ve cinayetler artış göstermiştir. İnsan temelli kalkınma ideolojileri(Sosyalizm, Komünizm) bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Buraya kadar biraz paradan uzaklaştık. Ancak sanayi devrimi üzerinde biraz fazla durmak istedim. Yukarıda anlattığım bir çok detay paranın bu aşamadaki evriminde çok etkili olmuştur. Fransız Devrimi sıralarında Amerika kıtasındaki İngiltere kolonileri isyan ederek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Fransız Devrimi’nin tetikleyicilerinden birisi de bu olmuştur. Genç dinamik nüfusu, verimli toprakları ve sanayi devrimi ile ABD zaman içinde dünyadaki ekonomik gücü eline almıştır.
ABD Doları 1785 yılında birleşik devletlerin resmi para birimi olarak kabul edildi. O dönemde içinde “Dolar” geçen para birimleri gümüş sikkelerdir. 1791’de Merkez Bankası’nın kurulmasının ardından 1792’de ABD darphanesi kuruldu ve İspanyol Doları ile aynı oranda gümüşe sahip “ABD Doları” basıldı. 1800’lerde ABD dolarındaki gümüş oranı önemli ölçüde azaltıldı. İlk ABD banknotu ise 1861’de dolaşıma girdi.
Dünya küresel çapta değişime başlamıştı. Fransız Devrimi önderliğinde ulusal parlamenter rejimler, krallıkları ve imparatorlukları parçalayarak devletleri küresel ekonomiye hazırladı. Eknonomi bilimini arkasına alan kapitalizm hızla değişiyor, gelişiyor ve büyüyordu. Küresel ekonomi ile birlikte Adam Smith’in kitabının adı olan “Ulusların Zenginliği” gerçek anlamıyla incelenmeye başlanmıştı. Merkez Bankaları da bu dönemde yaygınlaşmaya başlamıştır.
Bilimsel yöntemler üretim aşamalarının parçalanarak standartlaştırılmasına ön ayak olmuştur. Böylelikle üretim standartları dünyada gelişerek, üretilen ürünlerin yarı-mamüllerinin bir başka üretimin ürünlerinden temin edilmesini sağlamıştır. Yani A fabrikasında üretilen vidalar A fabrikasının ürünü iken, aynı vidalar B fabrikasında yarı-mamul olarak kullanılıp daha hızlı yöntemler kullanılarak üretim yapılmasının yolu açılmıştır.
Çelik tandartlarındaki gelişmeler ve yarı-mamul endustrisindeki ilerleme ile birlikte buhar makinelerinden daha karmaşık olan içten yanmalı motorların üretimi ile daha güçlü motorlar üretilmeye başlanmıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda içten yanmalı motorlarda kullanılan petrol maddesinin talebinde yüksek bir artış meydana gelmiştir.
Üretimin yeni teknolojiler ile daha da tırmanışa geçmesi ve sağlık sektöründeki gelişmeler dünya nüfusunu hızla yükseltmiştir. İdeolojik değişimler ve enerji ihtiyacının da artması ile birlikte yeni kaynaklar peşinde olan dünyada birinci ve ikinci dünya savaşları meydana gelmiştir. Dünyada yaşanan bu savaşlar sırasında artan küresel rekabet, nükleer enerji, sentetik ürünler, bilgisayar teknolojisi, mikroelektronik teknoloji, fiber optik ve telekonmünikasyon, biyogenetik bilimi, biyotarım, lazerler ve holografi gibi daha bir çok alanda buluşların yaşanmasına ve dünyadaki teknolojinin hızlı bir şekilde yükselmesini sağlamıştır.
Petrolden sonra dünya artık eskisinden çok daha farklı bir yer haline gelmiştir. En eski insan kalıntısının bulunduğu M.Ö 10.000 yılından M.S 1800 yılına kadar insan nüfusu 1 milyar civarında iken 200 sene içinde 8 katına çıkarak 8 milyara yaklaşmıştır. Çok basit bir deyişle bir tilkinin tavşanı yakalamak için harcadığı enerji, tavşandan alacağı enerjiden büyük olursa bu tilkinin kısa süre içinde öleceği anlamına gelir. Biz günümüzde bir elmayı üretebilmek için elmadan kazandığımız enerjinin yaklaşık beş katını harcamaktayız. Hayatta kalmamızı sağlayan ise elmayı üretmek için harcadığımız enerjinin yüksek çoğunluğunu petrolden karşılıyor olmamızdır. Eğer bir anda dünyada petrol tükenecek olursa insan nüfusunun büyük bir kısmı muhtemelen yok olacaktır. Günümüzde petrol kaynakları yaklaşık 30 sene içinde tükenecektir. Dünyadaki sürdürülebilir enerji kaynakları 30 sene içinde dünya nüfusunun ihtiyacını karşılar duruma gelmezse çok büyük bir kıtlık içerisine gireceğiz.
Küresel ekonomi ele alındığında ticaret yapılan tüm para birimlerinin birbirlerine dönüştürülebilmesi gerekir. Bu ihtiyaç Temmuz 1944’te ikinci dünya savaşı sıralarında dünyada üstün güç durumunda olan ABD’nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods’da toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans konferansında Bretton Woods Anlaşması ile sağlanmıştır. Bu iktisadi anlaşma ile bir ons altın 35 ABD Dolarına sabitlenmiş ve anlaşmaya katılan diğer devletlerin parası da ABD Dolar kuruna sabitlenmiştir. Devletler %10 dalgalanmalarda kuru değiştirmekte serbesttirler. Ancak %10 u geçen dalgalanmalarda Uluslararası Para Fonu’na(IMF) danışacaklardır. Bu sistem, dünya tarihinde ilk kez bağımsız ulus-devletlerin kendi aralarında ortak bir parasal düzen üzerinde anlaşmaları sonucunda uygulamaya konulmuştur.
Bu sistem, göz ardı edilen para arzı ve enflasyon nedeniyle ABD nin 1971’de doları altına endekslemekten vazgeçtiğini açıklamasıyla sona ermiştir. Karşılıksız olarak basılan ABD doları diğer devletlerde birikmeye başlamış ve arz fazlası nedeni ile ABD Doları’nın değeri azalmaya başlamıştır. ABD Doları’nın sabitlenmiş olduğu altın değeri değişmediğinden ekonomik çatlaklar meydana gelmiştir. Buna istinaden ABD Dolar’ı da altına göre dalgalanmaya bırakılmıştır.
Peki günümüzde para neye göre basılıyor? 2000 li yılların başında ABD altın karşılığı para basma politikasını bıraktığını ve ihtiyaç halinde tüm ekonomik emtiaları basılan paraya teminat olarak kullanacağını açıkladı. Yani tüm fiziksel ürünleri basılan paralar karşılığında teminat gösterebileceğini açıklamışlardır. Hala bir çok devlet zamanla eskimeyen altın rezervleri üzerinden para basmaktadır. Ancak gelişmiş ülkeler hızla yoluna devam eden devasa ekonomilerini yavaş yavaş evrimleştirmeye başlamışlardır. Altının değer saklama özelliğine ek olarak ilk defa dünyada altın tüketilmeye başlanmıştır. Günümüze kadar dünya üzerindeki üretilen elektronik eşyalarda kullanılan altın günümüze kadar dünyada üretilmiş olan altın rezervlerinin %10 una karşılık gelmektedir. Ve geri dönüşüm süreci üretilen altının değerinden çok fazla olduğundan dolayı altının tüketildiğini düşünebiliriz. Bunun ileride altın piyasasını ne gibi etkilere maruz bırakacağını bilemiyoruz.
Ulaşılmak istenen ekonomiyi sıfırdan düşünmek daha basit olduğundan kendimce basit olarak açıklamaya çalışacağım. Yeni bir ülke kuralım ve bu ülkede devlet çalışanları, öğretmenler, sanayiciler ve çiftçiler olsun. Ve bir de merkez bankamız var. Ülkeyi yeni kurduğumuz için hiç paramız yok. Devlet çalışanları ve öğretmenler devletten maaş alacaklar. Sanayiciler, devlet çalışanlarına, öğretmenlere ve devlet taleplerine hizmet edecekler. Çiftçiler ise diğerlerine yiyecek üretecekler.
İlk aşamada bir kanunumuz var. Her alışverişte mutlaka para kullanılması gerekiyor. Çiftçiler bilgisi hayvanları ve toprağıyla az miktarda üretim yapabiliyor. Daha fazla üretim yapabilmesi için tarım aletlerine ihtiyacı var. Sanayicilerin ise üretim için yemeğe ihtiyaçları var. Devlet çalışanları ve öğretmenlerin yemeğe ve araçlara ihtiyaçları var. Devlet de öğretmenlere ve kendi çalışanlarına maaş verebilmesi için paraya ihtiyacı vardır.
Çiftçiler üretim için bilgisini, hayvanlarını ve toprağını öne sürerek üretim kapasitesini teminat gösterecek ve merkez bankasından kredi talebinde bulunacaktır. Devlet de çalışanlarının ve öğretmenlerin maaşları için merkez bankasından, halktan toplayacağı vergileri teminat göstererek kredi isteyecektir. Sanayiciler ise bilgilerini ve üretim kapasitelerini teminat göstererek üretim yapabilmek için kredi talebinde bulunacaktır. Tüm kredilerin vadesi bir senelik olsun ve kredi talep sahipleri de bir senelik ihtiyaçlarını öne sürerek kredi talebinde bulunsun.
Merkez bankası tüm kredi taleplerini gözden geçirirken talebi yapan kişilerin ve ya kurumların teminatlarını gözden geçirerek arz talep dengesine göre ve ihtiyaçlarını karşılayacak likiditeye sahip miktarda para basarak kredi verecektir. Bu noktada herkes merkez bankasına borçlanmış, merkez bankası da kendine borçlanmıştır. Her üretimin ve hizmetin bir senede kattığı katma değerin toplam değerlere oranı da ülkenin büyüme yüzdesi olacaktır. Ülkenin büyüme miktarı karşılığındaki paranın da halkın elinde dolaşımda kalması gerekecektir. Eğer merkez bankası verdiği parayı aynen geriye isterse toplamlar sıfır olur ve ülke büyümesi kadar para da halkın elinde kalmaz. En basitinden Merkez Bankası verilen tüm krediler için senelik büyüme yüzdesi kadar faiz verirse büyüme karşılığı verildiği için borçlanma teşkil etmez ve halkın elinde büyüme miktarı kadar para arzı oluşur. Bu da toplam para arzını artırır ve aynı yüzde ile enflasyonu oluşturur.
Günümüzdeki ekonomik anlamda önde olan devletler büyüme, faiz ve enflasyon üçlüsünü birbirine yakın tutmaya çalışmaktadır. Değişik kuvvetler bu dengeyi bozabilir. Merkez bankalarının temel görevi bu üçlüyü bir arada tutabilmektir.
Yukarıda verilen örnekte para arzı senelik üretim kapasitesi artışı hesaplaması ile sağlanmıştır. Bu da iş gücü artışı demektir. İş gücü, en geniş anlamı ile; bir üretim aracının belirli bir zaman diliminde yapabileceği üretim miktarıdır. Ancak ekonomik hesaplamalar istatistik üzerine dayandığından günümüzde hala karmaşık yöntemlerle hesaplanmaktadır. Bu yüzden iş gücünün ekonomik anlamı hala sanayi devriminden önceki anlamına dayanmaktadır;
- Üretim Aracı: Ülkedeki ekonomik işleyişe katılmaya hazır 14 yaşından yukarı ve 65 yaşını aşmayan insan nüfusu olarak ele alınır.(Günümüzde insan yerine geçebilecek robotlar üretilmektedir.)
- Belirli Zaman Dilimi: Hesaplarda 1 senelik olarak ele alınır.
- Üretim Miktarı: Ne üretileceği gözetilmeksizin her insan başına senelik bir birim üretim yapılabileceği varsayılır.(Günümüzde gelişmiş organizasyon sayesinde her insan ve ya her cihaz çok farklı miktarlarda ve farklı işler yapabilmektedir.)
Yukarıda belirttiğim kısıtlar ile basitleştirilen iş gücünün ekonomideki karşılığı literatürde aşağıdaki gibidir.
“İş gücü, bir ülkedeki nüfusun üretici durumda bulunan yani iktisadi faaliyete katılabilen kısmı demektir. Türkiyede işgücü genellikle 14 yaşından yukarı ve 65 yaşını aşmayan ve kazanç getirici bir işte çalışabilecek olan nüfusun toplamını ifade etmektedir.”
MS 18. YY’da bu tanım hesaplama yapabilmek için gayet uygun iken günümüzdeki meslek çeşitliliği ve insanın yerini alan sistemler ortaya çıktığından beri maalesef artık uygun değildir. Ancak hala ekonomideki iş gücü tanımı ve hesaplamalar değiştirilememiştir.
Günümüzde sanayi 4.0 devriminin başlarında bulunuyoruz. İş gücünün 10 sene içinde %70 robotların elinde olacağı söyleniyor. Ve bu nüfusun büyük çoğunluğunun işsiz kalması anlamına geliyor. Günümüzde Internet Of Things(IoT) dediğimiz nesnelerin interneti anlamına gelen sistemler, bilgi işleme hızının ve teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte ortaya çıkmıştır. Akıllı evlerdeki her cihazdan tutun internete bağlı olan her şey IoT konusuna girmektedir ve BIG DATA denilen devasa bilgi ağını oluşturmaktadırlar. Yakın tarihte ekonominin, reklamların ve para arzının nüfus sayımına benzer yöntemlerle üretimde bulunan tüm iş gücünün internete bağlanması ile yapay zeka sistemleri tarafından daha kolay hesaplanarak yapılabileceğini düşünüyorum. Bu noktada sosyal yıkımın olup olmayacağı ve ne yönde olacağını herhalde kimse tahmin edemiyordur. Ama bu sistemlere halk olarak daha yakın durmalıyız.
Paranın evrimi günümüzde de devam etmektedir. Paranın özellikleri ve fonksiyonları şu şekilde nitelendirilmektedir:
Özellikleri
- Taşınabilir olması(Fiziksel olmayabilir),
- Bölünebilir olması,
- Dayanıklı olması
- Kabul görmesi
Fonksiyonları
- Değişim aracıdır,
- Ortak değer ölçüsüdür,
- Tasarruf ve borçlanma aracıdır,
- Ekonomi politikası aracıdır
Yukarıdaki maddeleri sağlayan her şeye para diyebiliriz. Kripto paralar da günümüzde popüler hale gelmeye başladı. Fakat yukarıdaki tanımlara bakıldığında para olarak nitelendirilmemelidir. Peki o zaman Kripto paralar nedir?
Bu paraların ortaya çıkış amacı takip edilememesi ve kara para işlemlerinde rahatlıkla kullanılabilmeleridir. Derin Web denilen güvenli olmayan web ortamı halkın çoğunluğunun farkında bile olmadığı ama büyüklük bakımından toplam web ortamlarının %80 inden fazlasını kaplayan ortamlardır. Buradaki ticarette literatürde dolaşımda olan paralar geçmez çünkü kanun dışı işler yapılıyordur ve devlet tarafından takip edilmemesi gerekmektedir. Ve bu kadar büyük bir ortamda dönen binlerce farklı kripto para bulunmaktadır. Günümüzde en popüleri Bitcoin’dir.
Kripto paraların sunucuları dağıtıktır. Tek tek yok etmeniz imkansızdır. Üretilen kripto paralar ise elektronik cihazlarda cüzdan adı verilen yazılımlarda saklanmaktadır. Burada para denilen şey aslında bir sayı değildir. Bitcoin örneğinde kapasite 21 milyon adet bitcoin’dir. Ancak en küçük birimi bir Bitcoin’in yüz milyonda biri olan Satoshi’dir. Her bir Sathoshi çok güçlü algoritma ile üretilmiş olan tersine döndürülemez bir HASH(Kriptografi konusudur.) değeridir. Bu değer de cihazınızdaki cüzdanınızda saklanmaktadır. Bu HASH değerlerinden yüz milyon adet sahip olursanız bir Bitcoin’iniz var demektir. Bu HASH algoritmasını üretecek donanıma sahip cihaz ve tüketeceği enerjinin maliyeti bir Sathoshi nin piyasa değerine çok yakındır. Bazı durumlarda da maliyetini geçmektedir. İlk üretilen Satoshi cüzdanınıza transfer olurken sunucu düğümlerindeki Blockchain(Blok Zinciri) halkalarından ilkini oluşturur. Bir sonraki transferinizde ise ikinci halkayı oluşturur. Eğer bir sonraki halka bir önceki halkanın devamı değilse transfer doğrulanamaz ve birden çok transfer işlemi önlenmiş olur. Blok zincirleri de HASH değerleri olduğundan geriye döndürülemez ve transferler kayıt altında bile olsa kime transfer edildiği anlaşılamaz.
Üretim aşamasındaki zincir büyüdükçe üretimi de zorlaşmaktadır. İlk zamanlar virüsler yardımı ile milyonlarca kişinin bilgisayarı aynı anda kullanılarak üretilmiş olan Satoshi’leri artık günümüzde özel cihazlar tarafından üretilmektedir ve maliyeti de giderek artmaktadır.
Üretim zorluğu ve hizmet ya da mal karşılığı takas edilebilmesi ilk aşamada akla altının tarihini getirmektedir. Bu yüzden üretim sürecine Bitcoin Mining(Bitcoin madenciliği) denmiştir. Altının kullanıldığı ilk zamanlardaki gibi değerini yüksek talebinden almaktadır. Ama bu talep dünyada altın gibi sadece sınırlı sayıda ve aynı özelliklerde Bitcoin olmasından değil herkes tarafından bilinmesinden ve yaygınlaşmasından kaynaklanmaktadır. Bitcoin sınırlı sayıdadır diyebilirsiniz. Ama aynı algoritmaya sahip başka bir çeşidini çıkartıp adına Bitcoin2 diyebilirsiniz. Fakat altın için bunu yapmak en azından günümüzde mümkün değildir. Bitcoin üretiminin zorluğu belli bir noktaya geldiğinde likiditeye bağlı düşüşe geçerek bir anda başlangıç seviyelerine düşebilir. Belki de teknolojik değişimlerden etkilenerek yok olabilir.
Tabi ki ne olacağı bilinmez ancak paranın fonksiyonlarından “Tasarruf ve borçlanma aracı olması”, “Ekonomi politikası aracı olması” özelliklerini taşımaması ile bir para olmadığını söyleyebiliriz.
Yukarıda bahsettiğim konuların toplamı ile bir kitap yazılabilir. Elimden geldiğince okunabilir ve anlaşılabilir olmak adına kısa ve basit tutmaya çalıştım. Kusurlu noktalarım varsa lütfen affedin.
Muzmin Bezgin
Elinize sağlık Musutafa Bey.Sıkılmamış güzelce özetlemişsiniz bizede sıkılmadan okumak düşer.Yazıyı okurken D.Acemoğlu-J.Robinson “Ulusların düşüşü” tadı bıraktı zihnimde.Yeni yazılarınızı bekliyoruz.Teşekkürler.
Mustafa Çağlar Aras
Teşekkür ederim Muzmin Bey. Uzun zamandır aklımda olan yazmayı planladığım bir yazıydı. Hala içerisinde yazmayı atladığım konular var. Özellikle QE, sıkılaşma gibi değişik para politikalarını da “Yeni kurulan ülkede para arzı” örneğimde anlatmak isterdim ancak okuyucuları daha fazla sıkmak istemedim.
Muzmin Bezgin
Kusura bakmayın ismi yanlış yazmışım.Bir Ahmet Osman Durmuş yapsa neysede bu hatayı,insan kendi adını yanlış yazarmı :))
Mustafa Çağlar Aras
🙂 )
Dr.ilknur üner
Güzel bir yazı olmuş Mustafa Çağlar bey kaleminize sağlık…
Mustafa Çağlar Aras
Çok Teşekkür ederim İlknur Hanım
Fatih
İstifade ettik. Teşekkürler.
Mustafa Çağlar Aras
Teşekkürler Fatih Bey
Eregion Horl
Elinize sağlık, Fatih Bey’in dediği gibi isitfade ettik :)))
Mustafa Çağlar Aras
Faydalı olabildiysem memnun olurum. Teşekkürler.
Kuzey Çelebi
Mustafa Kardeş, eline sağlık.
Büyük emek harcamışsın. Teşekkür ederiz.
Medine fıkarası gibi dua ettim sana. Artık sırtın yere gelmez Dostum :))
Mustafa Çağlar Aras
O zaman ben de teşekkür ediyorum size dualar için 😀
Mustafa Çağlar Aras
Faydalı olabildiysem memnun olurum. Teşekkürler.
Cüneyt Akman
İlgili paylaşımlarımda bahsettim. Güzel ve emek dolu bir yazı. Tebrikler.
https://twitter.com/cakman4/status/948146534662770688
https://www.facebook.com/cuneyt.akman.16/posts/10214725227105772?pnref=story
Mustafa Çağlar Aras
Paylaşımlarınız için çok teşekkür ederim. Umarım takipçileriniz için faydalı olmuştur.