FÖŞ’ün ve Çetin Ünsalan’ın sürekli yakınmakta olduğu ve toplumun otonom bireyler olarak özneleştirdiği kimseleri de sık sık rahatsız eden toplumsal delilik halinin Marxist terminolojideki sahte bilinç (false consciousness) mefhumuna iteleyebiliriz sanırım. Aslında ortada modernitenin tanımladığı anlamda bir delilik durumu yok çünkü toplumsal yapılar itibariyle hala geçerli olan muhafazakar-dindar bir temeli var bu işin. Modernite kurulu yapılar üzerine inşa edilen bir süreç olduğu ve modernite yoluna devam ettikçe bu kurulu yapıları da aşındırdığı/değiştirdiği için ortada bazı arızalar var sadece.
Dinler tarihsel bir düzenek içerisinde gelişmiş, ortaya çıkmış oldukları için soyut olarak “din”den bahsetmenin bir sakıncası olmadığını düşünüyorum. Söz konusu dinler, evrensellik ve mutlakıyet iddiasında bulunmaktadır. Bunu da bir iktidar sistemi içerisinde tatbik etmektedirler. Bu iktidar sistemleri içerisindeki özneler kendi özerkliklerini/bireyselliklerini fark etme kapasitesinden yoksun bırakılmış; bu öznelerin kendi özgür ifadelerini oluşturma yetenekleri sert bir formasyon içerisinde köreltilmiştir. Bu doğrultuda, dinler (özellikle tek tanrılı dinler) iktidar figürlerini baba olarak imgeler ve paternalist otoriteyi babanın kudretli imgelemi ile kurarlar.
Modernitenin geldiği aşamada, tarihsel bir zorunluluk olarak bir arada yaşayan otonom bireylerin ve itaatkâr kulların etkileşimi, siyasal düzlemde kimi arızalı durumlar ortaya çıkarmaktadır. Ancak itaatkar kulların bir de kendi içlerinde bir menşei inkar durumu vardır ki o bambaşka bir curcunaya yol açmaktadır. Bu inkar durumu iktidarın sürekli bir konsolidasyon çabasını zorunlu kılmaktadır. Bu menşei inkar durumu, Fethi Benslama’ya göre libidinal bir ekonomiye dayanmaktadır.[1] Bu libidinal ekonomi, arzunun akışına ve dağılımına dayanan kimlikler üretir ve bunları öznelere yerleştirmeye çalışır durur. Bu yüzden, tıpkı modern ekonomimizin bir KOBİ mezarlığı olması gibi, coğrafyamızın libidinal ekonomisi de küçük çaplı ve kısa ömürlü tarikat ve cemaatler yığını oluşturmuştur. Aslında bu durum, konsolidasyonun da imkansız olduğunu anlatmaktadır. Çünkü, konsolidasyon sonunda tüm bu arzu akışı tek bir merkeze gerçekleşecek, bu merkez dışındaki herkes bu arzudan yoksun kalacaktır. Yani bu konsolidasyon “exclusive” bir şeydir. Günümüz terimleri ile ifade edecek olursak, tüm sermaye ve iktidar tek bir merkezde toplanacaktır. Daron Acemoğlu’nun Ulusların Düşüşü ve Stiglitz’in Eşitsizliğin Bedeli kitaplarını hatırlayalım.
Kul ve efendi diyalektiği ile ortaya çıkan bu pastoral iktidar biçiminde, sürüdürülemez bir durumun şartlar el verdiği kadarıyla sürüdürülebilmesi gibi bir amaç vardır. Bu gelip geçici istikrar arzusunun da neden olduğu kendince bir istikrar ve uyum anlayışı bulunmaktadır. İstikrarlı olmak için aklı ortadan kaldırıp histerik bir kitle oluşturmak, uyum elde etmek için ise kendisine uyum göstermeyen her şeyi ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bu sürekli savaşım hali için önce hakikatin ortadan kaldırılması gerekmektedir. O yüzden dinler hakikati tek bir merkezden yorumlamaya girişir.
Freud’a göre, dinler kendi güçlerini ve etkilerini yanılsama (illüzyon) kapasitelerinden alırlar.[2] Bu yanılsamalar günümüzde neden hala bu kara etkilidir diye soracak olursanız, bu hayali durum ile insanın tabiatı arasında güçlü bir ilişki vardır diye cevap verilebilir. Bu yanılsama içerisinde konfor bulan özneler, bu konforu kaybetme endişesini ortadan kaldırmak için bir baba figürü etrafında modellenen vesayet gücü ile hakikati inkar ederler. Arzu krize girdiğinde bu çok daha kötü bir yere gidebilir. Ekonomik kriz gibi durumlar, bu tür öznelerde radikalleşmeyi artırabilir. Bu noktadan sonra, ne yazık ki, nihilist bir tıkanma vardır.
[1] Fethi Benslama, Psychoanalysis and the Challenge of Islam, Minesota Press, 2009
[2] Sigmund Freud, The Future of an Illusion, 1927
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş