IMF’nin Nisan ayında yayımladığı rapora göre, küresel istikrar konusunda iyileşmeye kaydedilmiş görünüyor. Ekonomik faaliyet, geniş ölçüde uyumlu parasal ve mali koşullar altında, reflasyon[1] umutlarına yol açarak, hız kazandı. Buna bugünkü yazısında FÖŞ de ihtimal veriyor. Uzun vadeli faiz oranları yükselerek bankaların ve sigorta şirketlerinin kazançlarının artmasına yardımcı olurken varlık fiyatlarındaki artışlar ise daha iyimser bir görünüm sunuyor.
Raporda dikkat çeken hususlardan birisi, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) hisse senedi piyasalarının, yatırımcıların (vergi reformu, altyapı harcamaları gibi) beklentileriyle birleşerek Mart ayında rekor seviyelere ulaşmasıdır. ABD dışındaki piyasalar ise kısmen daha güçlü büyüme beklentileri ve emtia fiyatlarındaki artış ile son altı ay içerisinde istikrarlı bir şekilde yükseliş gösterdi. Yine rapora göre, bu gelişmelerle eşanlı olarak piyasalardaki oynaklık da azalmıştır. Bu arada Mayıs ayın içerisinde de BIST 100 endeksi, banka hisseleri öncülüğünde 96.629,15 puan ile tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı. Bunu da bir ayrıntı olarak sunmak gerekir diye düşündüm.
Bu noktada raporda, mevcut koşulların iyimserlik için ne kadar yeterli olduğu sorgulanmaktadır. Daha iyi büyüme gerçekleştirmek ve piyasalardaki olumlu havayı sürdürebilmek için, politika yapıcıların, (1) potansiyel üretimi artıran, kurumsal yatırımları artıran, ekonomik büyümeyi teşvik eden politikalar vasıtasıyla, özellikle ABD’de risk iştahını artıran ve finansal istikrar risklerini zorlamaktan kaçınan; (2) yükselen piyasa ekonomilerinde sağlamlığı artırmak için iç ve dış dengesizlikleri gideren; ve (3) Avrupa ülkelerinin bankacılık sistemlerinde uzun süredir devam eden yapısal konulara daha etkili ve erken bir şekilde yanıt verebilen hamleler yapmalıdır.
Nisan ayında yayımlanan Rapora göre siyasi belirsizlik, aşağı yönlü ve önemli bir risktir. FÖŞ’ün bugünkü yazısında ise siyasi anlamda Trump konusundaki belirsizliklerin devam ettiği ve vergi reformu ile altyapı harcamalarına ilişkin beklentilerin muhtemelen karşılıksız kalacağı ifade edilmekte…
Rapor doğrultusunda konuşulacak olursa, ABD’de beklentiye sebep olan vergi reformları ve düzenlemelerdeki bir gevşeklik, büyüme ve borçlanmaya ilişkin olarak olumlu bir hava ortaya çıkarırsa, risk primleri ve oynaklık sert bir şekilde artabilir ve bu da finansal istikrarı yeniden zayıflatabilir.
Bana iki ucu b*klu değnek gibi geldi…
Gelişmiş ekonomilerde korumacılığa geçiş, küresel büyümeyi ve ticareti azaltabilir, sermaye akışını engelleyebilir ve piyasa duyarlılığını hafifletebilir. Avrupa’da, siyasi gerilimler, kimi AB ülkelerinin bankacılık sistemlerindeki yapısal zorluklar ve yüksek borç seviyeleri konusunda bir ilerleme kaydedilmemesi nedeniyle, finansal istikrar endişeleri yeniden gündeme gelebilir.
Mali düzenlemelerin geniş bir geri dönüşümü (ya da küresel işbirliğinin kaybolması) potansiyeli, finansal istikrar hususunda elde edilen kazanımları zayıflatabilir. Şimdiye kadar piyasalar, bu aşağı yönlü risklerin nispeten yumuşak görüntüsünü satın alıyor ve siyasi hayal kırıklıklarının yaşandığı durumlarda risklerin hızla yeniden fiyatlanması yoluna gidiliyordu.
ABD yönetimi tarafından vergi reformu başta olmak üzere tartışılan öneriler, özel sektör üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Sağlıklı şirket bilançoları, bahsedilen öneriler kapsamında ekonomik risk iştahının artması için bir ön şarttır. Finans sektörü dışındaki pek çok firmanın yatırımlarını genişletmek için bilanço kapasitesi bulunmaktadır, bunun yanı sıra kurumlar vergisi yükündeki azalmalar nakit akışlarında olumlu bir etkiye sebep olur.
Dolayısıyla ABD’de tartışılan reformlar gerçekleşirse, finansal risk alma eğilimini ve bazı sektörlerde hali hazırda yüksek olan kaldıraç seviyesini daha da artırabilir. İlave yatırımların borç ile finansmanı kırılganlığı artırıp, artan küresel risk senaryosu altında yüksek kaldıraç kullanımı, olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Diğer taraftan yükselen pazar ekonomileri ise şirketlerin kaldıraç oranını düşürerek ve dış açıkları azaltarak sağlamlaşmaya çalışıyorlar. Sanırım burada biz bir istisnayız… Emtia ihraç eden gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ekonomilerden gelen olumlu büyüme eğilimi beklentilerinin etkisiyle, büyüme eğiliminin devam etmesi bekleniyor. Yine de bu ülkelerde finansal istikrarı bozabilecek riskler, genel olarak yükselmeye devam ediyor, çünkü sürekli hareket halindeki küresel siyasi ve ekonomik belirsizlikler beklenmedik olumsuzluklar için yeni kanallar açıyor.
Piyasa hassasiyetin ani bir şekilde tersine dönmesi ya da içe dönük korumacı politikalara doğru küresel bir kayma yaşanması, sermaye çıkışlarını yeniden canlandırabilir ve bu da bu ekonomilerin artırmaya çalıştıkları sağlamlığı bozabilir. Özellikle güçlü uluslararası finansal ve ticaret bağlantılarına sahip olan gelişmekte olan ülkeler, sıkılaşan dış finansal koşullar veya uygulamaya konulan ticaret önlemleri ile zorlanabilir. Bu riskler, bu ülkelerde bulunan şirketlerin borçlanma maliyeti gibi mevcut zayıf noktaları iyice kötüleştirebilir. Mevcut destekleyici dış çevrenin değişmesi, bankaların bilançolarındaki varlık kalitesinin bozulmasına neden olabilir.
Raporun FÖŞ’den araklandığı belli olan bir kısmında, Çin’deki finansal istikrarın, ülkedeki krediler artmaya devam ettiği sürece, ciddi risklerle karşı karşıya bulunduğu belirtiliyor. Çin’de bankacılık sektöründeki varlıklar, GSYH’nın üç katından fazladır ve banka dışı diğer finansal kuruluşların da kredi riskleri önemli ölçüde artmış bulunmaktadır.
Birçok finansal kurum, varlık-borç uyumsuzluklarının yanı sıra yüksek likidite ve kredi riskleri ile birlikte, büyük ölçekli finansmana bağımlı olmaya devam etmektedir. Sanırım buna ülkemizdeki bankacılık sektörü de dahil… Para piyasalarındaki çalkantılar arttıkça, Çin’in kredi sistemindeki bozukluklar giderek daha belirgin hale gelecektir.
Avrupa Bankacılık Sistemi, yapısal sorunlarla uğraşmaktadır. Ama bu bölümü Ercan Uysal’dan papara yememek için ayrıntıya inmeden geçeceğim.
Gelişmiş ekonomilerdeki dönemsel yükselişten kaynaklanan iyimserlik, Avrupa bankalarının hisse fiyatlarının yükselmesine yardımcı olmuştur ancak bu durum bankaların zayıf kârlılıklarını düzeltmek için kendi başına yetersizdir. Avrupa’daki bankaların özellikle de yerel olanların büyük bir çoğunluğu 2016’da zayıf bir karlılık kaydetmiştir (öz sermaye kârlılığı yüzde 8’den az olarak gerçekleşti).
Avrupa’daki bankacılık sistemleri ile ilgili yapısal zorluklardan biri “overbanking / aşırı bankacılık”tır. Bu konudaki bazı örnekler, bankaların büyük varlıklarla, banka şubelerindeki zayıf kuyruklarla veya bölgesel odaklı veya dar bir yetkiye sahip çok sayıda bankanın bulunduğu bankacılık sistemleri ile görünür hale gelmektedir. Bu durumda bankacılık sistemindeki yüksek varlık seviyesine rağmen, kredi imkanının sınırlı olması veya şube maliyetlerinin yüksek olması ile iş verimliliği düşmektedir.
Avrupa’daki bankacılık sisteminin yapısal sorunlarını ve bunları ülkemize olası etkilerini Ercan Uysal analiz etse ne iyi olur.
Son olarak, küresel mali şokların belirgin rolüne rağmen, ülkeler, özellikle para politikası yoluyla, kendi ulusal hedeflerine ulaşmak için hareket edebilirler. Ancak içerideki finansal koşullar, küresel şoklara tepki gösterdiğinde, iç politikaların uygulanmasında zorluklar yaşanacaktır. Küresel finansal koşullara duyarlı olan gelişmekte olan piyasa ekonomileri, daha sıkı bir dış finansal ortam için kendilerini hazırlamalıdır.
[1] Reflasyon: Deflasyon veya stagflasyon tehdidi altındaki bir ekonominin genişletici para ve maliye politikalarıyla tersine çevrilerek, özellikle para arzının enflasyona yol açmayacak şekilde ölçülü bir şekilde artırılarak piyasaların yeniden dengeye getirilmesi ve fiyat istikrarının sağlanmasıdır.
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş