Tüketim, malumunuz, sürekli bir afyon savaşıdır. Metaları, fetiş boyutuna taşır ve oradan bizim at at nidalarımızla kucağımıza bırakır. Üzerimize düşen metaların sersemliğiyle boş bir doyumsuzluğa kapılırız. Bu sırada, sadece metaların değil, toplumun da tahakkümü altında kalırız.
İnsan denen tipsiz canlının girişimlerinin iktisadi temeli bilinçsiz bir tarih var etmiştir. Hepimizin enerjisinden oluşan bir piyasa mefhumu vardır. Bu piyasa mefhumu, geldiğimiz aşamada, büyük çaplı ticaretin ve sermaye birikiminin toplumsal koşullar ile karıştığı bir yerde herkesi ve her şeyi avcunun içine almıştır. Dünya’da her şey ekonomi değildir ancak ekonomi olmayan çok az şey kalmıştır.
Sonuç olarak medeniyetimizin maddi temeli ekonomidir. Metafiziği de finanstır. Artık insan ruhu bütünüyle ele geçirilebilir bir şeydir. Bu sadece bir zamanlama meselesidir. Tıpkı, emeğin yabancılaştığı kadim zamanlardaki gibi derin bir süreç boyunca tüketim yabancılaşmıştır. Toplumun kendisi satılık bir metaya dönüşmüştür. Bizim godamanlara düşen ise bu metayı alacak tüketiciler bulmaktır. Trajik olan şudur ki; yaşayabilmek için satılmak zorundayızdır. Çünkü satılamayan metalara ne olur bilirsiniz…
Tüketim hem zevkleri hem de mahrumiyeti kapsamaktadır. Tıpkı bizim konut sektörümüz gibi… Bir yanda TOKİ vardır, diğer yanda marka konutlar… Zenginleşmiş bir mahrumiyet içerisinde, daha iyi konutlar talep edilir… Pazar üreticiye güvence verir, devlet de verince tadından yenmez… Bilgisayar oyununda hile yapmak gibi bir şey… Bugün hala etrafa bakınca şunu görüyorum; barınma (ve arada metres atma) ihtiyacı, sadece giderek büyüyen bir ayakta kalma mücadelesinin aldatıcı zenginliğine hapsedilmiştir. Bu da bizim en temel tüketim edimimizden (barınma) yabancılaşmamız demektir. Sonuç olarak, barınmaya ilişkin fetiş boyutunda bir sapıklık içerisindeyiz…
Valla neden yazdığımı soracak olursanız: Teyzelerin ve ninelerin Rapunzel gibi yüksek rezidanslara hapsedildiğini gördüğüm geçen…
Selim Akgün
Çok katlı tavuk kümesini andıran TOKİ-Kiptaş konutlarını tercih edenlerin profillleri genellikle kentleşmenin nimetlerine (!) hasret gariban kesim. “şehirli olayım” özentisi de hakim biraz. Matriksi yeni yeni çözmeye başlayan yüksek sosyo-kültürel-entellektüel kesimde ise tersi bir dalga var artık. İstanbul gibi keşmekeş megaköylerden doğaya kayış var. Bir beldede-köyde derme çatma müstakil bir ev, hatta biraz dekorize edilmiş bir baraka bile olabiliyor. Yeter ki doğayla içiçe olayım düşüncesi. Tabi bu yeni hippivari trend moda olup yüksek gelir grubu arasında yaygınlaşırsa para baronlarının keyfini kaçırtmaya başlayacaktır.
Eregion Horl
Kesinlikle godamanların keyifleri kaçar…
Çünkü pazar dinamiklerinin işlemesi ve sermaye birikiminin devam etmesi gerekiyor…
TOKİ-Kiptaş konutları arkasında bir sefalet birliği bulunmaktadır… Başka da bir şey yoktur bence…
Ve bu tip konutlar ülkenin her yerine yayıldı. Marka konut denilenler de bunlardan çok farklı değil…
Başka bir hayat biçimine imkan tanımadan kendisini sanki eşi benzeri yokmuş gibi bir havayla dayatmaya çalıştı…
Metin
Haklısınız ,suyu olsun yeter,elektrik,ısınma vs her türlü çözülür.Bazen inanın Mersin gibi bir şehirde bile Allahım nolur şu kriz,mriz ne ise gelsinde bu trafik rahatlsın ,bu hektik ,panik bitsin diyorum.
atalip
Bu piyasada kendini besleyen bir dinamik olduğunu kabul etmek gerekir. Bir taraftan nüfus artışı ve onun getirdiği konut talebi piyasada belirli bir arzın karşılanacağını garanti ediyor. Genellikle düzenli geliri olan bir kesim, kara koca çalışan ve çocuklu çiftler sitelere doğru yönelen bir konut talebi oluşturuyorlar ki bunlar da marka konut denilen türden yapılaşmalar olabiliyor. Burdaki temel neden çocuklarının güvenli bir ortamda sokak, dışarı , hadi atmosfer diyelim, buluşması. Aslında bir de güvenlik ihtiyacı var. Eğer bu taleptekilerin şehrin içindeki daha az değerli evleri varsa, onlarda daha alt gelir grubuna giderek döngüyü tamamlamış oluyoruz.
Yatırım için konut alımının yavaşladığını ama ihtiyaç için olanın devam ettiğini gözlemliyorum. İhtiyaç için alanların bir kısmının daha iyisi şeklinde bir ihtiyacı, yapacak daha iyi bir iş ya da yatırım imkanları olmadığı için akılcı hale soktuklarını da gözden kaçırmamak gerek. Bu talep tarzının da yükselmiş fiyatlar nedeni ile azaldığını düşünüyorum.
Konut fiyatlarını yükselten nedeni açıklıyorum: Yerçekimi! Para olgusu da su gibi en kolay akacağı yeri tercih ediyor ve bu da hep yerçekimini takip edecek şekilde oluyor. Suyu yukarı pompalayacak bir dışsal güç, yatırım ortamı, teknoloji, mevzuat, kayırmacılık ve aklınıza gelen diğer sebeplerden hiç kimse inşaat dışı bir yatırımı cazip ve güvenli bulmuyor. Elinde parası olanlar yeni işlere girmekte isteksiz olunca da inşaat üzerine spekülasyon, eskiden beri herkes de bu konudan az biraz anladığı için, hiç eksik olmuyor.
Konu tam olarak yukarıda bahsettiklerim değildi, biliyorum. Ancak bunlardan da bahsederek esas konuya kısa bir ek yapayım. Yaptığımız konutlar öyle çirkin ve iç içe ki, insan olarak burada yaşamak imkansız. Ruhunuzu infernoya rehin değil, ebedi bırakarak ancak bu konutlarda yaşayabilirsiniz. Eskiden küçümsenen, ama şimdi yerine modern (!) binalar kondurulmuş gecekondu semtlerinin bir ruhu vardı ve buralar yaşanılabilir yerlerdi. Çocuklar dışarıda top oynar, bahçelerinde meyve ağaçları olurdu. Şimdi dar sokaklar ve onları daha da daraltmış arabalarla birer cehennemi andırıyor. Toki ve onun konutları hakkında geçen biri şöyle bir şaka yaptı. ” Suriye’nin bizim tanklardan korkusu yok, esas korktuğu TOKİ.” Sanırım mesele özetlenmiştir.