Dünyada piyasalar hercümerç, Türkiye’de ise neredeyse yerle yeksan olduğu şu günlerde bu soruyu soran bir yazı kaleme almak abesle iştigal değilse nedir?
Olsun… Büyük Türk bilgesi Hace Nasreddin’in “Zarar da faidedendir!” dediği üzre, bazen abes de lüzumdandır.
Ortalık bu kadar karışmadan önce , 4-5 Kasım tarihlerinde İstanbul’da Sermaye Piyasaları Kongresi toplanmıştı. Hatırlarsıznız,; çünkü Sayın Erdoğan kongrenin ilk gününde bankacılık ve sermaye piyasaları hakkında bence önemli bir konuşma yapmıştı. Şu son günlerin hayhuyları arasında unutuldu gitti; zaten o sıralarda da Erdoğan’ın bankalara bildik eleştirilerini öne çıkarmıştı medya… Halbuki Erdoğan’ın orada sermaye piyasaları hakkında önemli vurguları, bilhassa özel şirketlerin finans ihtiyaçları için banka kredilerine değil sermaye piyasası araçlarına başvurmaları yolunda tavsiyeleri vardı. Ve malum, İstanbul2un finans merkezi olacağı yolunda yorumları…
Erdoğan’ın sermaye piyasası araçları hakkında tavsiyesine kimse pek yer vermedi; ben tersine çok önemli buluyorum. Yandaş medya elbette İstanbul’un finans merkezi olacağı hakkındaki laflarına bayıldı; ben ise -en azından şimdilik- bunu hiç de önemli bulmuyorum.
Ekonomi gazeteciliğine başlayalı herhalde bir 34 yıl oldu. Her gelen iktidar İstanbul’u (Orta Doğu’nun) finans merkezi yapacağını söyler. Hiç bir şey de olmaz! En azından bu zamana kadar olmadı. Üstelik o ilk yıllar önceki finans merkezi Beyrut iç savaş nedeniyle harab olduğundan İstanbul’un gerçekten şansı büyüktü. Peki niye başarılamadı?
Hemen, aklıma gelen bir kaç sebebi sıralayayım… Öncelikle Erdoğan’ın ilk vurgusu, yani şirketlerin sermaye piyasası araçlarını aktif kullanımı gerçekleşmeden, bir ülkede sermaye piyasası, o gelişmeden de bugünün dünyasında -aslında ona alternatifmiş gibi düşünülen ama- onu bütünleyen ve iç içe geçmiş olan para piyasası da gelişemez. Daha basit bir örnek vereyim anlaşılması için. Hemen hiç arabanın kullanılmadığı bir ülke dünyada otomotiv ihracatında lider olabilir mi? Bu da öyle bir şey işte… Sermaye piyasasında iç talep gelişmeden sektör gelişemez, böylece dünyada da lider filan olamazsınız.
İkinci bir sebep ise sermaye piyasasında lider veya merkez olmak için devletin yapabileceği şeyler yeterli olamaz. Bir banka veya aracı kurumun çıkıp yeni ve iyi kalite ürünler üretip, bunu önce kendi iç pazarına, sonra da uluslararası piyasaya satması gerekir. bu iş, önce birinin bu işi yapmasına bakar. İş karlıysa sonra diğerleri bunu takip eder. Bakın mesela, ben daha iktisat dalında öğrenciyken -ki tamı tamına 40 yıl oluyor- Devlet Planlama Teşkilatı denen güzide kuruluşumuz, tuğla kalınlığında sektör raporları yayımlardı ve elektronik sanayi sektör raporu da her yıl Türkiye’nin bu sanayide “mukayeseli avantaj”a sahip olduğunu iddia ve ilan ederdi. Yıllar böyle geçer ama nedense Türk şirketleri bu mukayeseli avantaja sahip olduğumuz sektörde bir tane transistörlü radyo bile ihraç edemezdi. Sonra Vestel diye tek başına bir şirket çıktı, kolları sıvadı, ihracatı başardı. Anlı şanlı büyük holdinglerimiz de ancak ondan sonra, Vestel’i takip ederek aynı yolu tutabildi. Yani önce işi bir yapan gerekiyor. Güney Kore Mucizesi üzerine bir ton makro/stratejik neden sayılabilir; pek çoğu doğrudur da… ama Samsung’un kurucusu bazı şeylere cesaret edip kolları sıvamasaydı, o makro çözümlerin hiç biri işe yaramazdı. Öncelikle Türkiye sermaye piyasasının mız mız halet-i ruhiyesi içinden ben bu işi yapacağım diyen yırtıcı bir şirketin çıkmasıdır elzem olan… Aday var mı? Malesef ortada pek gözüken yok… O zaman mucize de olmayacak.
Son olarak, her sektör gibi finans sektörü de inovasyonla, yenilikler, icatlarla gelişir. Peki Türkiye’de bu sektörde yeni bir ürün çıkarmak gerçekten mümkün müdür? Yakın zamana kadar değildi. Yeni bir şey icat edeni, Sermaye Piyasası Kurulu anasından doğduğuna pişman ederdi. Zenginleşip 1. sınıf kaşanelerde oturmayı düşünen finansçı/borsacı soluğu 3. sınıf hapishanelerde alabilirdi. O zaman enayi misin? Otur oturduğun yerde, icat çıkarma şimdi durup dururken; al komisyonunu, kazıklayabilirsen çok çaktırmadan iki müşteri kazıkla, nasılsa ona kimse bir şey demiyor.
Yıllar böyle geçerken dünya finansal inovasyonda kaçıncı kere çağ atlasın. Türkiye matbaayı kaçırdık diye 400 sene öncesine ağlaya dururken halühazırda neleri kaçırmakta olduğunun farkına varmasın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kongredeki konuşmasını bu nedenle önemsedim. Çünkü ilk kez devlet engellemeyi değil de yolu açmaya ve cesaret vermeye yönelecekmiş gibi geldi bana. Bilmem belki de sadece görmek istediğimi görüyorumdur. Yakında anlarız. Haydi hayırlısı.
0 adet yorum
Yorum yapmak için giriş yapmalısınız
Giriş